18 Kasım 2018 Pazar

Düşünce Yazıları, Vedat Aydın


Düşünmek zor zanaat!
“Türkiye’nin sağında ve solunda düşünce sorununun kaynaklarını araştırırken ‘siyaset’ eski gündeme döndü; bitmiş bir mesele Danıştay’ın o manidar zamanlamasıyla, mahkemenin anayasa ihlali anlamına da gelen, yetki aşımı kararıyla yeniden ülkenin önüne kondu. Esas amacı ‘Cumhur ittifakına’ yönelik bir operasyonu akıllara getiren bu olayı doğru değerlendirmek gerekmektedir; daha önce yazdığımız gibi ‘Cumhur ittifakı’ herhangi bir seçim ittifakı değil, ülke için bir varlık ve gelecek duyarlılığına dayanan bir iradenin neticesinde ortaya çıkmıştır.”
Türkiye’yi yeniden geride bıraktığı, aştığı konular etrafında meşgul etmek isteyenleri bir tarafa bırakıp, esas meseleleri konuşmaya devam etmek durumundayız. Neden ‘sağ ve sol’ aydınlarımız yaratıcı aklı harekete geçirip yeni fikirler üretemiyorlar.
FİKİR NASIL GELİŞİR?
“Hadi ‘soldakiler’ bu ülkenin tarihsel geçmişiyle, kültürel birikimiyle problemlidirler yani tarihin gördüğü en uzun ömürlü, en büyük iki İmparatorluğu olan Osmanlıyla onun kurumlarıyla, mirasıyla sorunları vardır; dolayısıyla tepkisel bir tavır içinde oldukları medeniyet değerlerinden beslenemedikleri, ‘kimlik krizi’ içinde bulundukları için düşünsel bir varlık gösteremiyorlar peki, bu alanlarla sorunları olmayan ‘sağdakilerin’ hali nicedir? Bu durumda sebepleri başka yerlerde aramak gerekmez mi?”
Düşüncenin gelişmesi hiçbir zaman düz doğrusal bir seyir izlemez; bir toplum düşünce seyri olarak mitolojik düşünce aşamasından, mantıksal düşünce aşamasına, teolojik, felsefi ya da bilimsel düşünce aşamasına geçebileceği gibi, rasyonel, felsefi, bilimsel düşünceden, geriye de dönebilir. Toplumun gelişme süreçleri, uluslararası ilişkilerde karşılaştığı, siyasal yapıda yaşadığı sorunlar, kurumların kalitesi, aydınların zihniyet dünyası, devlet tolum ilişkileri ve elbette özgürlük meselesi, bireyin konumu gibi hususlar tarafından şekillendirilir.
Türkiye’nin toplumsal gelişme süreçlerinde, bilhassa İmparatorluk döneminde iki kırılma noktasında ortaya çıkan olayların düşünce dünyasını olumsuz etkilediği söylenebilir. Bunlardan biri, İmparatorluk eğitim kurumlarında matematiksel, mantıksal ve felsefi düşüncenin tasfiye edilip bunun yerine tekrara dayanan konuların ağırlık kazandığı, Osmanlı eğitim kurumlarında bilimden uzaklaşmaya yol açan neticelerle (ben buna ‘edebiyata boğulma’ diyorum), on yedinci yüz yıldan sonra aşikâr hale gelen süreçlerle ilgilidir. Felsefeyi, bilimi, matematiği, rasathaneyi, hatta İbni Sina’nın tıp kitaplarını yasaklayan zihniyet tam anlamıyla yıkıcı etkiler yapmıştır.
AYDIN DESPOTİZMİ
Diğer kırılma Tanzimat’la başlayan, düşüncenin bürokratize olduğu süreci ifade eder. Osmanlı bilim ve düşünce adamları on yedinci yüzyılda karşılaşılan sorunlar altında yaşarken de sivil bir konumdadırlar; vakıf niteliğindeki eğitim kurumları ağırlıktadır ve düşünce zemini buralardır. Bürokrasinin devlet içindeki konumunun güçlenmesi, zaten ciddi bir düşünce krizi yaşayan ‘fikir hayatının’ devlet bürokratlarının ağırlık kazandığı bir yapıya kaymasına yol açmıştır.
“Devlet elitlerinden oluşan ‘resmi aydınlara’ geçiş bu sürecin eseridir. Burada sorunlardan biri, düşüncenin bürokratize olması; diğeri, devletten güç alan resmi aydınların despotizmi; bir diğeri ise, batılılaşma akımı içinde, kendi kültürleriyle problemli aydın türünün ortaya çıkışıdır. Bu olayların düşünce aşamalarında geriye gidişleri, pozitivist dogmatizm başta olmak üzere eleştirel felsefi bilimsel düşünceye açık olmayan tortularını bugün ‘sağda ve solda’ görmek şaşırtıcı sayılmamalıdır.”

22 Ekim 2018 Pazartesi
Türk sağında aydın sorunu!
·        
Kendisini rahmetle andığım Durmuş Hocaoğlu, sağdaki aydın sorununu aşmak için ne yapılmalı sorusuna örnek teşkil edecek kıymetli bir düşünce adamıydı. Zaman zaman kendisiyle konuştuğumuz bir mesele olarak ‘sağdaki aydın sorununu’ üzerinde dururken, öncelikle sorunun derin olduğunu sadece sağda ve solda değil aydın kategorisi içinde yer alan zümrenin tamamı için geçerli bir durumdan bahsetmek gerektiğini söylerdi.
“Sağda ve solda aydın sorunun farklı sebepleri olduğunu unutmadan, meseleyi anlamak için analiz ederken ayrı ayrı üzerinde durmak daha faydalı olabilir. Burada ‘sağ ve sol’ kavramlarının ne kadar sahici olduğunu ayrıca ele almak gerektiği açıktır; İdris Küçükömer Hoca’nın yaptığı gibi tabloyu tersine çevirmenin de meseleyi çözmediğini belirtmek gerekir.”
SAĞIM SOLUM
Türkiye sağında görülen problemlerden biri, devlet siyaseti tarafından desteklenen ‘resmi aydınların’ karşısında moda tabirle ‘ezik’ bir yerde durmalarıyla ilgilidir ki, elbette bu genel durum dışında kalan vakur ve gerçekten aydın sıfatını hak eden ciddi entelektüellerin kastedilmediğini söylemeye gerek yoktur.
Sağ diye ifade edilen çizgide bulunan aydınlar arasında yer alan ve ‘resmi aydınlar’ (ki onlar kendilerine genellikle solcu dedikleri gibi, işin tuhafı solcu olarak muamele görmekte ve öyle kabul edilmekte olmalarıdır) karşısında sosyal bakımdan dışlanmışlığın meydana getirdiği aşağılık duygusunu yaşayanların sayısı hiç de az değildir.
“Temel mesele Hocaoğlu’nun üzerinde durduğu içe kapanmışlık, İmparatorluğun çöküşü ve Batılılaşma hareketleri karşısında yaşanılan şok ve buna karşı geliştirilen tepkilerde aranmalıdır. Durmuş Bey, bu durumu, kültürü içe kapanarak savunma anlayışını, bir dönem için kabul edilebilir bulmaktaydı fakat bunu sürdürmenin bir aydın tavrı olarak yanlış olduğunu, düşüncenin, efsaneden, alışılagelmiş olanın inanç haline getirilmesinden öteye gidemediğini; oysa düşüncenin eleştirel bir aşamaya geçmesi gerektiğini bunun da felsefeyle, bilimle olacağının üzerinde durmaktaydı. Modern dönemde bilimi söylem düzeyinde kutsallaştıran bir anlayış resmen egemen olmasına rağmen bilimsel gelişmede mesafe katedilememesinin arkasında eleştirel düşünce ve felsefe eksikliği vardır.”
KİMSİNİZ?
Sağdaki aydın sorununun temellerinde düşünce hayatına, fikri meselelere eleştirel bir yaklaşım içinden bakmak yerine içine kapanan bir anlayışla hareket etmek önemli bir yer tutmaktadır; bu içe kapanma tavrı kendi ekseni etrafında dönüp durmayı getirdiği gibi çağa karşı ya tepkisel ya da nihayetinde boyun eğici konformist bir tutuma yol açacaktır.
Türk sağındaki aydın sorunun en görünür en problemli boyutu siyasi gündemden tespit edilebilir. Türk sağının muhtelif grupları, özellikle milliyetçi düşünce çizgisi hızla kendi geleneğinin gerisine düşme eğilimine girmiştir. Bunu kendisine İslamcı veya başka sıfatlarla tanımlayan siyasi tavırlarda da görmek de mümkündür. Milliyetçiler arasında aslında resmi aydınların tepkisel ideolojisi olan ‘ulusalcılık’ veya Kemalizm söyleminin etkisine; diğerlerinde ise liberalizmin en kaba yansımalarına kolayca rastlanıyorsa burada bir problem olduğunu görmek, üzerinde durmak gerekir.
Aydın sorunu veya yerli düşünce
·         

Türk düşünce hayatının gelişme sorunlarının başında gelen husus aydın sorunudur; aydın sorunu derken üzerinde durulması gereken konu ‘yerlilik’ meselesiyle ilgilidir. İmparatorluğun son döneminde ortaya çıkan, bir anlamda bir kurtuluş yolu arayışının neticesinde şekillenen ideolojik ayrışma, genel hatlarıyla ilki, kendi kimliğimizle ‘modernleşme imkânı var mı’ endişesiyle hareket eden yerli bir çıkış yolu arayışına; diğeri ise bunu ihtimal olarak dahi görmeyen, batılılaşmayı bir çare olarak kabul eden yaklaşıma yol açmıştır. Batılılaşma akımı kendi içinde ‘batıyı topyekûn benimseyelim, her şeyimizi değiştirelim’, diyenlerle ‘neleri değiştirmek gerektiğini’ tartışanlar şeklinde farklılaşmıştır.
“Attila İlhan çağdaş dönem Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biridir; şiirde, romanda, fikir sahasında ortaya koyduğu eserler gün geçtikte değeri daha fazla anlaşılacak eskimeyen nitelikteki ürünlerdir. Attila İlhan’ın bir şairin, bir yazarın hayattayken gördüğü ilgiyi yıllar geçtikçe artarak görecek eserler vermiş olması üzerinde durulması gereken bir konudur.”
YERLİ OLMAK NEDİR?
Bir defa kendisinin de sıkça vurguladığı gibi bir eser ister şiir olsun, ister roman edebi niteliği olmadan neyi anlatırsa anlatsın bir değer ifade edemez; böyle bir nitelik taşıması için de öncelikle kendi geleneği ile kendi kültürel duyarlılığı ile kendine has bir dili olan eser olması lazımdır. Edebiyat türünün teknik imkânlarıyla, kültürel duyarlılık arasında bir sentez yapamayan ne şiir, ne roman ya da başka bir türün kalıcı olması mümkün değildir.
İkinci bir mesele kendi halkıyla eserin kurduğu bağdır; Attila İlhan kendi halkının duyarlılıklarını esas alan bir anlam dünyasıyla, onunla duygusal güven bağları kurmadan bir yazarın ilgi görmeyeceğini muhtelif şekillerde ifade etmiş bir sanatçıdır. Bir sanatçı ‘ben çok edebi veya düşünsel derinliği olan eserler veriyorum, halk beni anlamıyor’ diyemez, böyle diyorsa bu hem halkına yabancılaştığının hem de ortaya değerli bir şey koyamadığının göstergesidir. Bu problemin bir boyutu düpedüz aydın sorunuyla ilgilidir ki bu konu onun en çok tartıştığı meselelerin başında gelmektedir.
GÜN GELİR ATTİLA İLHAN ÖLMEZ!
“Bir şair, bir romancı olarak ortaya koyduklarının yanı sıra sinemaya, televizyon dizilerine yansıyan senaryolarıyla da popüler olmuş, bunlar yayınlandıkları dönemde geniş yankılar uyandırmışlardır. Ölümünün üzerinden on üç yıl geçtikten sonra Attila İlhan’ın anılması, yazdıklarının ilgi görmesi önemlidir fakat onun üzerinde durduğu bir sorunun aşılmasında hala ciddi problemler olduğunu vurgulamak bunun düşünce hayatımızda nasıl büyük bir açmaz oluşturduğunu tartışmak da mühimdir.”
Yerli düşünce olmadan yerli sanatın olamayacağını, bunun evrensel bir değer de taşımayacağını anlamak bakımından Attilla İlhan’ın şiir ve roman dışında düşünce eserlerindeki tartışma temaları oldukça değerlidir. Taşıdığı ‘sosyalist kimliğine’ rağmen ideolojisi üzerinden halkına yabancılaşmadan, kendi kültürel duyarlılığı, entelektüel birikimi ile yerli bir sentez yaratma çabası sanırım bugün aydın sorununu aşma konusunda kıymetli bir örnek olarak durmaktadır.
15 Ekim 2018 Pazartesi
Putları kırmak
·        
Mesele yeni değildir, Mehmet Akif Bey ‘Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı’ diyordu; mevzu bahis olan Akif’in bahsettiği fakat aradan yüzyıl geçmesine rağmen aşamadığımız bir meseledir. Demek ki değişen şeyler var ve bunlardan biri de ‘idraktir’, eğer zamanın idrakine söyleyecek sözünüz olmazsa çağın dışına itilmek tehlikesiyle karşılaşırsınız. Dikkat ederseniz bu meseleyi bugün ilahiyat fakülteleri, bilim çevreleri, aydınlar gündeme getirip bu konuda bir zemin oluşumuna katkı yapmaktan uzak bulunurken konuyu Cumhurbaşkanı Erdoğan dikkatlere sokup meselenin önemini göstermek istemektedir.
“Başkan Erdoğan, bir devlet adamı olarak, başta Türkiye olmak üzere İslam coğrafyasının sorunlarıyla yıllardır karşılaşıp, bunların çözümüne dönük fiili bir mücadelenin içinde olduğu için esas sorun çözülmeden ne politik ne ekonomik sorunların aşılmasının mümkün olmadığını yaşayarak tecrübe ettikçe, zaman zaman konuyu açıkça dile getirip bu hususta aydınları, ilahiyatçıları, akademyayı, diyaneti uyarmak durumunda kalmaktadır. Ey düşünen insanlar neredesiniz!”
ESKİ ÇAĞIN PUTLARI
Çağ değişmesi, çağın idrakinin değişmesinin ne demek olduğunu anlamadan meseleye yaklaşmak dahi mümkün değildir. Çağ denilen şey çoğunlukla kelime anlamıyla yani yüz yıllık bir süreyle sınırlı olarak anlaşılır oysa çağ bir tarihsel dönemi yani o dönemin karakteristik özelliklerini, benzer nitelikli olaylarını, düşünme biçimini, anlayışını, olayları yorumlama anlamlandırma tarzını ve zihniyet dünyasını ifade etmektedir.
Burada idrak, algı, zihniyet, dünya görüşü, bilgi kavramı, yöntem epistemolojik sorunlar önem kazanır. Demek ki çağ değişimi denilince, insanların fikriyatları, düşünme biçimleri, idrakleri, algıları, zihniyet dünyaları değiştiği için yeni bir çağa eski anlayış, yorum ve dünya görüşünün kavramlarıyla hitap etmenin mümkün olmadığını anlamak lazımdır.
Dini bilginin esaslarının değişmesi veya reforme edilmesini bu bağlamda tartışmaya kalkmak meseleyi anlamaktan uzaklaşmak olacağı gibi, konunun ele alınmasını da önleyen bir yanlış olacaktır. Bugün Müslüman toplumların esas sorunu, yeniçağın, modern çağın birey ve toplumlarının olayları evreni, toplumsal dünyayı anlama mekanizmaları olan düşünsel yapılara uygun kavramsal, düşünsel bir dil geliştirememiş olmasıdır.
YENİ İNSANA ULAŞMAK
“Rahmetli hocam Erol Güngör Bey İslam’ın Bugünkü Meseleleri kitabı yeni yazılmış gibi duruyor; çünkü bugünkü meseleler birkaç yüzyıllık meseleleri kapsamaktadır; İslam dünyası bu meselelere cevap vermedikçe bunları tartışıp aşacak fikri derinliğe sahip olmadıkça sorunların yığılması dahası büyüyüp gelişmenin önünde engel olması kaçınılmazdır.
Müslümanlar Arap yarımadasının dışına çıkınca karşılaştığı düşünsel duruma, yani o günün problemetiğine hitap eden, onu aşacak büyük bir bilim ve düşünce geleneği yarattığı, bir aydınlanma dönemi oluşturduğu için modern çağa uzanan entelektüel hegemonya kurabilmiştir.”
Düşünce dünyasında yaşanan değişimin hızını dikkate aldığımızda aydınlanmadan materyalizme, modernizmden, post modernizme uzayan birçok teorik felsefi tartışma bilgi yaklaşımlarının nasıl hızla aktığını görebiliriz. Çağı ve onun ‘düşünsel mekanizmalarıyla’iletişim kuracak bir bilgiyi yeniden üretmeden sanayi öncesi toplumların algısına dayalı, o zihniyetinin kavramlarıyla yeniyle buluşmak ciddi bir sorundur.



1 yorum:

  1. Bu, diğer bloglarda bulunan rasgele yanlış bilgilerin değil, verilecek ayrıntıların türüdür. Paylaştığınız bu kadarını takdir ediniz. en iyi beyin cerrahı

    YanıtlaSil