12 Haziran 2016 Pazar

Türk Düşünce Tarihi Metinleri-1: Oğuz Kağan Destanı (MÖ 3.YY)





Bundan sonra sevindiler.
Yine günlerden bir gün Ay Kağan'ın gözü parladı.
Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk do-
ğurdu. Bu çocuğun yüzü gök; ağzı ateş (gibi) kızıl;
gözleri elâ; saçları ve kaşları kara idi. Perilerden
daha güzeldi.

Bu çocuk anasının göğsünden ilk sütü emdi ve
bir daha emmedi. Çiğ et, çorba ve şarap istedi.
Dile gelmeğe başladı; kırk gün sonra büyüdü, yü-
rüdü ve oynadı. Ayakları öküz ayağı gibi; beli kurt
beli gibi; omuzları samur omuzu gibi; göğsü ayı
göğsü gibi idi. Vücudu baştan aşağı tüylü idi. At
sürüleri güder, ata biner ve av avlardı. Günlerden
ve gecelerden sonra yiğit oldu. Bu...

O çağda, orada büyük bir orman vardı; birçok
dereler ve ırmaklar vardı. Buraya gelen avlar ve
burada uçan kuşlar çoktu. Bu ormanın içinde
büyük bir gergedan vardı. At sürülerini ve halkı
yerdi. Büyük ve yaman bir canavardı. Ağır bir eziyetle
halkı ezmişti. Oğuz Kağan cesur bir adamdı.
Bu gergedanı avlamak istedi. Günlerden bir gün
ava çıktı. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti.
Bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir
ağaca bağladı ve gitti.

Sonra sabah oldu. Tan ağarırken yine geldi ve
gördü ki; gergedan geyiği almış.
Sonra Oğuz Kağan bir ayı tuttu; onu altın ku-
şağı ile ağaca bağladı, gitti.
Yine sabah oldu. Tan ağarırken yine geldi ve
gördü ki: gergedan ayıyı da almış.
Bu sefer o ağacın dibinde (kendisi) durdu.
Gergedan geldi ve başı ile Oğuzun kalkanına
vurdu. Oğuz kargı ile gergedanın başına vurdu ve
onu öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, aldı gitti.
Tekrar geldiği zaman gördü ki: bir ala doğan
gergedanının bağırsaklarını yemektedir. Yay ve
okla ala doğanı öldürdü ve başını kesti. Ala do-
ğanın resmi budur:

Sonra dedi ki: 

(Gergedan) geyiği yedi, ayıyı
yedi. Kargm onu öldürdü, demir olsa (olduğu
için). Gergedanı ala doğan yedi, okum onu öldürdü;
bakır olsa (olduğu için) dedi, gitti. Gergedanın
resmi budur:

Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde
Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı. Gökten bir
gök ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı.
Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki;
O ışığın içinde bir kız var, yalnız oturuyor.
Çok güzel bir kızdı. Başında (alnında?) ateşli ve
parlak bir beni vardı, demirkazık (kutup yıldızı)
gibi idi. O kız öyle güzeldi ki, gülse, gök tanrı gü-
lüyor; ağlasa, gök tanrı ağlıyordu. Oğuz Kağan onu
görünce aklı gitti; sevdi, aldı. Onunla yattı ve dileğini
aldı.

Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra
(gözleri) parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine
Gün adını koydular; ikincisine Ay adını
koydular; üçüncüsüne Yıldız adını koydular.
Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önünde,
bir göl ortasında, bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda
bir kız vardı, yalnız oturuyordu. Çok
güzel bir kızdı. Gözü gökten daha gök idi; saçı
ırmak gibi dalgalı idi; dişi inci gibi idi. Öyle güzeldi
ki, eğer yeryüzünün halkı onu görse: Eyvah! ölü-
yoruz der ve (tatlı) süt (acı) kımız olurdu.
Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti. Yüreğine
ateş düştü; onu sevdi, aldı. Onunla yattı ve dileğini
aldı.

(Kız) gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra
(gözleri) parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine
Gök adını koydular; ikincisine Dağ adını
koydular; üçüncüsüne Dengiz (Deniz) adını koydular.
Sonra Oğuz Kağan büyük bir toy (ziyafet)
verdi. Halka emir (verdi ki...) (Oğuz Kağan halkı)
çağırınca, ahali birbirine danıştı ve geldi. Oğuz
Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler,
türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler
ve içtiler. Toydan sonra Oğuz Kağan beylere ve
halka buyruk verdi ve;

Ben sizlere oldum kağan, Alalım
yay ile kalkan, Nişan olsun bize
buyan, Bozkurt olsun (bize) uran,
Demir kargı olsun orman, Av
yerinde yürüsün kulan, 

Daha deniz, 
daha müren,
Güneş bayrak, 
Gök kurıkan.

dedi. Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana
emirler yolladı; tebliğler yazdı ve elçilere verip gönderdi.
Bu tebliğlerde şöyle yazılmıştı:

Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün
dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat
dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini
kabul ederek, onu dost edinirim. Kim baş
eğmezse, gazaba gelirim; düşman sayarak, ona
karşı asker çıkarır ve derhal baskın yapıp onu astırır
ve yok ettiririm.

Yine o zamanlarda sağ yanda Altun Kağan
adında bir kağan vardı. Bu Altun Kağan Oğuz Ka-
ğana elçi gönderdi. Pek çok altın, gümüş takdim
etti ve yakut taşlar alıp, pek çok cevahir yollayarak
bunları Oğuz Kağana saygı ile sundu. Ona itaat
etti, iyi hediyelerle dostluk temin etti ve onunla
dost oldu.

Sol yanında Urum adında bir kağan vardı. Bu
kağanın askeri ve şehirleri pek çoktu. Bu Urum
Kağan Oğuz Kağanın emirlerini dinlemezdi. Onun
arkasından gitmezdi. Ben onun sözünü tutmam diyerek
emrine bakmadı. Oğuz Kağan gazaba
gelerek onun üzerine yürümek istedi; bayrağını
açarak, askeriyle ona karşı yürüdü.

Kırk gün sonra Buz Dağ adında bir dağın ete-
ğine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu.
Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi
bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli
büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt Oğuz Kağana
hitap etti ve: Ey Oğuz, sen Urum üzerine
yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben senin önünde
yürümek istiyorum dedi.

Ondan sonra Oğuz Kağan çadırını durdurdu
ve gitti. Gördü ki, askerin önünde gök tüylü ve
gök yeleli büyük bir erkek kurt yürümektedir ve
kurdun ardı sıra ordu gelmektedir.

Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt
birkaç gün sonra durdu. Oğuz Kağan da askeri ile
durdu. Burada İtil Müren adında bir deniz vardı.
Bu İtil Mürenin keranında bir kara dağın önünde
savaş başladı. Okla, kargı ile ve kılıçla vuruştular.
Askerlerin arasında vuruşma çok oldu, halkın gö-
nüllerinde kaygı çok oldu. Boğuşma ve vuruşma
öyle yaman oldu ki, İtil Mürenin suyu zencefre gibi
baştan başa kıpkırmızı oldu. Oğuz Kağan yendi ve
Urum Kağan kaçtı. Oğuz Kağan urum Kağanının
hanlığını ve halkını aldı. Onun ordugâhına pek çok
cansız ve pek çok canlı ganimet düştü.
Urum Kağanın bir kardeşi vardı. Adı Uruz Bey
idi. Bu Uruz Bey oğlunu dağ başında, derin ırmak
arasında iyi tahkim edilmiş bir şehre yolladı ve:
Şehri korumak gerek, sen şehri bizim için koru ve
savaştan sonra bize gel dedi.

Oğuz Kağan bu şehre yürüdü. Uruz Beyin oğlu
ona çok altm ve gümüş yolladı ve dedi ki: 

Ey (Oğuz Kağan), sen benim kağanımsm; babam bana
bu şehri verdi ve: Şehri korumak gerektir; sen de
şehri benim için koru ve savaştan sonra gel dedi.

Babam (sana) kızdı ise, bu benim suçum mudur?
Ben senin emrini yerine getirmeye hazırım. Bizim
devletimiz senin devletindir; bizim uruğumuz
senin ağacının yemişindendir. Tanrı sana yer vermek
lutfunda bulunmuş; ben sana başımı ve devletimi
veriyorum; sana vergi veririm ve dostluktan
çıkmam dedi. 

Oğuz Kağan yiğitin sözünü iyi gördü, sevindi, 
güldü ve sen bana çok altın yollamışsın
ve şehri iyi korumuşsun dedi. 

Onun için ona Saklap adını koydu 
ve onunla dost oldu.
Sonra Oğuz Kağan askerleriyle İtil adındaki ırmağa
geldi. İtil büyük bir ırmaktır. Oğuz Kağan
onu gördü ve: İtilin suyunu nasıl geçeriz? dedi.

Asker arasında iyi bir bey vardı. Onun adı
Uluğ Ordu Bey idi. O akıllı ve .... bir erdi; gördü ki,
bu yerde pek çok dal ve pek çok ağaç.... O ağaçları
....kesti ve bu ağaçlara yattı, geçti. Oğuz Kağan sevindi,
güldü ve: Sen burada bey ol; senin adın Kıp-
çak Bey olsun dedi.

Yine ilerlediler. Ondan sonra Oğuz Kağan yine
gök tüylü ve gök yeleli erkek kurdu gördü. O kurt
Oğuz Kağana: Şimdi, Oğuz, sen asker ile buradan
yürüyerek, halkı ve beyleri götür; ben önden sana
yol gösteririm dedi.

Tan ağarınca, Oğuz Kağan gördü ki erkek kurt
askerin önünde yürümektedir; sevindi ve ilerledi.
Oğuz Kağan her zaman bir alaca ata binerdi. O
bu atı pek çok severdi. Yolda bu at gözden kaybolup
kaçtı. Burada büyük bir dağ vardı. Üstünde
don ve buz vardı. Onun başı soğuktan apak idi.
Onun için adı Buz Dağ idi. Oğuz Kağanının atı bu
Buz Dağın içine kaçtı, gitti. Oğuz Kağan bundan
çok eziyet ve ızdırap çekti. Asker arasında bir kahraman
bey vardı. Ne tanrıdan ne de şeytandan korkardı.
Yürüyüşe ve soğuğa dayanıklı bir erdi. O
bey dağlara girdi, yürüdü, Dokuz gün sonra atı
Oğuz Kağana getirdi. Buz Dağda çok soğuk olduğundan,
o bey kara sarılmıştı, bembeyazdı.

Oğuz Kağan sevinçle güldü ve: Sen buradaki beylere
baş ol ve senin adın ebediyen Karluk olsun
dedi. 

Ona çok mücevher bağışladı ve ilerledi.
Yolda büyük bir ev gördü. Bu evin duvarı altından,
pencereleri gümüşten ve çatısı demirdendi.
Kapalı idi ve anahtarı yoktu. Asker arasında pek
becerikli bir adam vardı. Adı Tömürdü Kağul idi.
Ona buyurdu: Sen burada kal ve çatıyı aç: Açtıktan
sonra orduya gel. Bunun üzerine ona Kalaç (Kal!
aç!) adını koydu ve ilerledi.

Yine bir gün gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt
durdu. Oğuz Kağan da durdu ve çadırını kurdurdu.
Bu tarlasız ve çorak bir yerdi. Buraya Çür-
çet diyorlardı. Büyük bir yurt idi; atları çok, öküzleri
ve buzağıları çok, altm ve gümüşleri çok,
cevahirleri çoktu. Burada Çürçet Kağan ve onun
halkı Oğuz Kağana karşı geldiler. Vuruşma ve çarpışma
başladı. Oklarla, kılıçlarla vuruştular. Oğuz
Kağan yendi, Çürçet Kağanı mağlup etti, öldürdü;
başını kesti ve Çürçet halkını kendisine tabî kıldı.
Vuruşmadan sonra Oğuz Kağanın askerlerine, maiyetine
ve halkına öyle büyük bir ganimet düştü ki,
yüklemek ve götürmek için at, katır ve öküz az geldi.
Oğuz Kağanın askeri arasında tecrübeli ve gayet becerikli
bir adam vardı. Onun adı Barmaklığ Çosun
Bilig idi. Bu becerikli usta, bir araba yaptı. Arabaya
cansız ganimetleri yükledi. Arabanın ön tarafına
canlı ganimetleri koydu. Onlar çektiler, gittiler.
Oğuz Kağanın maiyeti ve halkı, hepsi bunu gördü ve
şaşırdı. Onlar da araba yaptılar. Bunlar arabayı çekerken
(durmadan) Kanga! kanga! diye ba-
ğırıyorlardı. Onun için onlara Kanga adını koydular.
Oğuz Kağan arabaları gördü, güldü ve: Kanga
kanga ile cansızı canlı yürütsün; sizin adınız Kangaluğ
olsun ve (bunu) araba göstersin (?) dedi, gitti.

Ondan sonra yine bu gök tüylü ve gök yeleli
erkek kurtla Hint, Tangut ve Suriye taraflarına yü-
rüdü. Pek çok vuruşmadan ve pek çok çarpışmadan
sonra onları aldı ve kendi yurduna kattı;
onları yendi ve kendisine tâbi kıldı.

Yine söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki,
cenupta Barkan denilen bir yer vardı, çok zengin
bir yurttur ve çok sıcak bir yerdir. Burada çok av ve
çok kuş vardır. Altını, gümüşü ve cevahiri çoktur.
Halkının çehresi kapkaradır. Bu yerin kağanı
Masar adında bir kağandı. Oğuz Kağan onun üzerine
yürüdü. Çok yaman bir vuruşma oldu. Oğuz
Kağan yendi, Masar Kağan kaçtı. Oğuz onu hükmü
altına aldı, yurdunu ele geçirdi, gitti. Onun dostları
çok sevindiler, düşmanları çok üzüldüler. Oğuz
Kağan yendi. Sayısız eşya, at aldı ve yurduna,
evine doğru yola koyuldu, gitti.

Yine söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki,
Oğuz Kağanın yanında ak sakallı, kır saçlı, uzun,
tecrübeli bir ihtiyar vardı. O, anlayışlı ve asil bir
adamdı. Oğuz Kağanın nazırı idi. Adı Uluğ Türük
idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç
gümüş ok gördü. Bu altm yay gün doğusundan ta
gün batısına kadar ulaşmıştı ve üç gümüş ok da
şimale doğru gidiyordu. Uykudan uyanınca düşte
gördüğünü Oğuz Kağana anlattı ve dedi ki: 

Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun, ey kağanım, senin
hayatın hoş olsun. Gök Tanrı düşümde verdiğini
hakikate çıkarsın. Tanrı bütün dünyayı senin uru-
ğuna bağışlasın!

Oğuz Kağan Uluğ Türük'ün sözünü beğendi;
onun öğüdünü dinledi ve öğüdüne göre yaptı.
Ondan sonra sabah olunca büyük ve küçük oğullarını
çağırttı ve: Benim gönlüm avlanmak istiyor.
İhtiyar olduğum için benim artık cesaretim yoktur;
Gün, Ay ve Yıldız, doğu tarafına sizler gidin; Gök,
Dağ ve Deniz, sizler de batı tarafına gidin dedi.

Ondan sonra üçü doğru tarafına, üçü de batı
tarafına gittiler.

..Gün, Ay ve Yıldız çok av ve kuş avladıktan
sonra, yolda bir altm yay buldular; onu aldılar ve
babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü,
yayı üçe böldü ve: Ey büyük (oğullarım), yay sizlerin
olsun; yay gibi okları göğe kadar atın dedi.

Gök, Dağ ve Deniz çok av ve çok kuş avladıktan
sonra, yolda üç gümüş ok buldular; aldılar ve babarma
verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, okları
üçe üleştirdi ve: Ey küçük (oğullarım), oklar sizlerin
olsun. Yay oku attı; sizler de ok gibi olun dedi.

Ondan sonra Oğuz Kağan büyük kurultay top
ladı. Maiyetini ve halkını çağırttı, onlar geldiler ve
müşavere ettiler. Oğuz Kağan büyük ordugâh
sağ yanma kırk kulaç direk diktirdi; üstüne bir altın
tavuk koydu; altma bir ak koyun bağladı; sol yanma
kırk kulaç direk diktirdi. Üstüne bir gümüş
tavuk koydu; dibine bir kara koyun bağladı. Sağ
yanda Bozoklar oturdu; sol yanda Üç Oklar oturdu.
Kırk gün, kırk gece yediler, içtiler ve sevindiler.
Sonra Oğuz Kağan oğullarına yurdunu üleş-
tirip verdi ve:

Ey oğullarım, ben çok aştım; çok vuruşmalar
gördüm; çok kargı ve çok ok attım; atla çok yü-
rüdüm; düşmanları ağlattım; dostlarımı güldürdüm.
Ben Gök Tanrıya (borcumu) ödedim.
Şimdi yurdumu size veriyorum dedi....


Oğuz Kağan Destanı: W. Bang ve G.R. Rahmetî'nin Oğuz Kağan Destanı (İstanbul 1936) adlı eserinden alınmıştır. 

http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10811,oguzkagandestanipdf.pdf?0


1 yorum: