30 Mayıs 2017 Salı

Two Centuries of US Immigration

Two Centuries of US Immigration


A GREAT MAP İNSANLAR ABD'YE, HANGİ ÜLKELERDEN VE HANGİ YILLARDA GÖÇ ETTİ⁩

TEKRAR AMA ....DEĞER...


 A GREAT MAP:

ABD'YE GÖÇÜN  TARİHİNİ ÖZETLEYEN İLGİNÇ BİR HARİTA
        Very interesting map.  Watch a few times.  Watch the total migration, years, and countries in the lower left corner.  Wow!
For the past 200 years where have all the people been coming from? - check it out......

Yenisey Yazıtları

Yenisey Yazıtları


Yenisey Yazıtları, Orhun Yazıtlarından daha eski mezartaşlarıdır. 
Hepsi edebi ifadeler.

Yenisey Yazıtları da Orhun Yazıtları gibi nehir kenarlarına dikilmiştir. 

Neden bunlar bize çok uzaklar.

İslam dairesinde olmamız, İslamiyet öncesi kimliğimizin üstüne perde çekmeyi gerektirmez.

Neden edebiyatımızda yer almaz, referans alınmaz bu yazıtlar?





En Eski Türkçenin İzlerinde & Orhun ve Yenisey Yazıtları Üzerine Sözcükbilim, Anlambilim ve Biçembilim İncelemelerinin Aydınlattığı GerçeklerYenisey YazıtlarıYenisey-Altay-Kırgızistan Yazıtları ve Kağıda Yazılı Runik BelgelerYenisey - Kırgızistan Yazıtları ve Irk Bitig





II/14 altunköl yazıtı (önalt I/b)

Dört küçük kardeşim vardı.
Ölüm, 
Bizi ayırdı.
Küçük kardeş,
Büyük kardeş;
Her ikisi de uyar kişi idiler:
Er için,
Erdem için,
Bana,
Bu Yazıt'ı,
Onlar dikiverdiler.
Lâkin,
Ne umar?
Yüreğim parça parça,
İçim yanar:
Oğul,
Yabana vardı;
Töreden uzak kaldı.
Ey erk,
Genç geyiği türet,
Altun turnayı üret!


https://uqusturk.wordpress.com/2012/02/12/yenisey-yazitlari/

https://uqusturk.wordpress.com/2012/02/12/yenisey-bolgesi-yazitlari-184-yazit/

https://uqusturk.wordpress.com/2012/02/12/yenisey-bolgesi-yazitlari-184-yazit/

http://www.turkishstudies.net/Makaleler/951752499_12_ayd%C4%B1nerhan_161-168.pdf

YENİSEY YAZITLARI NASIL TARİHLENDİRİLEBİLİR? Erhan AYDIN http://www.turkishstudies.net/Makaleler/951752499_12_ayd%C4%B1nerhan_161-168.pdf

28 Mayıs 2017 Pazar

"Akif Emre Külliyatı Rehberi"; Bülent Ağaoğlu

Bilgelik Sözleri; Bilge Kağan 683-734

  • “il tutsık yir Ötüken yış ermiş.” 
  • “…Yaklaştırdıktan sonra kötülük yayılırmış. Çok bilgili kişiyi, çok yiğit kişiyi yürütmezmiş. Bir kişi yanılıp aldansa soyunu ve kavmini beşiğine kadar yok edermiş.” 
  • “Tatlı sözüne, yumuşak ipeklerine aldanıp Türk milleti, çok öldün!”  
  • “Bir doysan artık açlık düşünmezsin.” 
  • “Böyle olduğu için seni beslemiş olan kağanın sözünü dinlemeden her yere gittin. Oralarda hep mahvoldun yok oldun. Geriye kalanlar, hep ölüp biterek şuraya buraya yürüyordunuz.”  
  • “Bugün itaat eden boylar olarak mı yanılacaksınız?”  
  • “Üze kök tengri asra yagız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış.”  “Kişi oglında üze eçüm apam Bumın Kagan, İstemi Kagan olurmış.”
  • “Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş.” 
  • “Başlıya baş eğdirmek, dizliye diz çöktürmek” 
  • “İkisi arasında pek teşkilatsız Köktürk öylece otururmuş.”   
  • “İl sahibi bir millet idim, ilim şimdi hani? Kağan sahibi millet idim kağanım şimdi hani?” 
  • “Babam kağan, öylece ili ve töreyi kazanıp ölmüş.” 
  • “O zamanda kul, kul sahibi; cariye, cariye sahibi olmuştu. Kardeş ağabeyini, oğlu babasını bilmezdi.” 
  • “Türk Oğuz beyleri, millet işitin!” 
  • “üstte gök çökmese, altta yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilecekti?” 
  • “Türk milletinin adının ve sanının yok olmaması” 
  •  “Kardeşim Köl Tigin vefat etti. Ben düşündüm. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Düşündüm. Ebedi olarak Tanrı yaşar, kişioğlu hep ölümlü yaratılmış diye düşündüm. Gözden yaş gelse engel olarak, gönülden çığlık gelse geri çevirerek düşündüm. İyice düşündüm…”
  •  “Gökte de hayatta olduğu gibi (yaşayınız)”  
Türk, Vahit: Orkun'dan gelen ses. 2014

  • Türk hakanı Ötüken dağlarında oturur ise ülkede hiçbir sıkıntı olmaz. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim denize pek az kala durdum; güneyde Dokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e pek az kala durdum; batıda İnci Irmağı (Seyhun) geçerek Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettim; kuzeyde Yir Bayırku topraklarına kadar ordu sevk ettim; bunca diyara kadar orduları yürüttüm ve anladım ki: Ötüken dağlarından daha iyi bir yer asla yok imiş. 
  • 'Akılsız hakanlar tahta oturmuş şüphesiz, kötü hakanlar tahta oturmuş şüphesiz. Kumandanları da akılsız imişler şüphesiz, kötü imişler şüphesiz. Beyleri, halkı itaatkar olmadığı için, Çin halkı hilekar ve sahtekar olduğu için, beylerle halkı karşılıklı kışkırttığı için, Türk halkı kurduğu devleti elden çıkarıvermiş.'
  • Çin halkının sözleri tatlı, ipekli kumaşları yumuşak imiş. Tatlı sözlerle, yumuşak ipekli kumaşlarla kandırıp uzak halkları öylece yaklaştırırlar imiş. Tatlı sözlerine, ipekli kumaşlarına aldatıp Türk halk, çok sayıda öldün ! Türk halkı, mutlak öleceksin ! Güneyde Çuğay dağlarına Töğültün ovasına yerleşeyim dersen, Türk halkı mutlak öleceksin !
  • Türk halkı ! aksisin: acıkırsan doyacağını düşünmezsin, bir doyarsan acıkacağını düşünmezsin. Öyle olduğun için besleyip doyurmuş olan hakanlarının sözlerini almadan her yere gittin, oralarda hep mahvoldun tükendin. Her ne sözüm varsa ebedi taşa hakkettim. Ona bakarak öğrenin.
  • 'Türk Tanrısı ve kutsal yer, su şöyle yapmışlar şüphesiz ki: Türk halkı yok olmasın diye, halk olsun diye, babam İlteriş Hakanı, annem İlbilge Hatun'u göğün tepesinde tutup yukarı kaldırdılar şüphesiz. Babam 17 erle baş kaldırmış. 'baş kaldırıyor' diye haber alıp şehirdekiler dağa çıkmış, dağdakiler şehre inmiş, derlenip toplanıp 70 kişi olmuşlar. Tanrı güç verdiği için babamın askerleri kurt gibi imiş, düşmanları koyun gibi imiş. Doğuya ve batıya sefer edip derlemiş toplanmış. Hepsi 700 kişi olmuşlar.
  • 'Tanrı öyle buyurduğu için, devletliyi devletsiz bırakmış, hakanlıyı hakansız bırakmış, düşmanları bağımlı kılmış, dizlilere diz çöktürmüş, başlılara baş eğdirmiş. Babam hakan, öylece devleti yasaları koyup vefat etmiş. Babam hakan vefat ettiğinde ben sekiz yaşımda kaldım.
  • Türk Oğuz beyleri, halkı işitin ! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, Türk halkı senin devletini, yasalarını kim yıkıp bozabilir idi?
  • Babamızın, amcamızın kazandığı halkın adı sanı yok olmasın diye Türk halkı için gece uyumadım, gündüz oturmadım; kardeşim Kül Tigin ile iki şad ile ölesiye yitesiye çalıştım, çabaladım. Halkı besleyip doyurayım diye kuzeyde Oğuz halkına doğru, doğuda Kıtay, Tatabı halklarına doğru güneyde de Çin'e doğru 12 sefer ettim, savaştım. Ondan sonra Tanrı öyle buyurduğu için, bahtım, talihim olduğu için, ölecek halkı diriltip doyurdum. Çıplak halkı giyimli kıldım, fakir halkı zengin kıldım, az halkı çok kıldım, güçlü devleti olandan, güçlü hakanı olandan daha iyi kıldım.
https://onedio.com/haber/turk-tarihinin-ilk-yazili-vesikasi-orhun-kitabelerinden-ogut-dolu-12-alinti-714153



Köl Tigin Yazıtı, Vahit Türk



Bilge Kağan’ın ağzından yazılan Köl Tigin anıtına Kağan’ın kendini takdiminden sonra en yakınlarından başlayarak bütün soyuna ve milletine hitap cümlesi yer alır ve arkasından da hâkimiyetin coğrafyası çizilir. Çizilen coğrafyanın belirgin sınırları yoktur. Gün doğusu, gün ortası, gün batısı, gece ortası gibi sınırsızlık ifadeleriyle bir sınır gösterilmiştir. Sınırları bu şekilde belirlenen coğrafyanın merkezi Ötüken’dir ve ülkenin sıkıntıya düşmemesi için de Türk kağanının burada oturması şarttır. Bilge Kağan yaptığı seferler dolayısıyla pek çok yeri gördüğünü, ancak Türkler için il tutulacak yer olarak Ötüken’i seçtiğini “il tutsık yir Ötüken yış ermiş.” ibaresiyle özellikle belirtme gereği duymuştur. Kendisi de burada oturmuş ve Çin ile antlaşmalar yaparak sıkıntısızca yaşamıştır.
 
Bu bölümde Bilge Kağan Çin yönetiminin etrafındaki kavimleri nasıl hâkimiyetine aldığına dair bir tahlil yapmış ve Çinlilerin tatlı sözle yumuşak ipekle insanları aldattığını, aldanıp Çin’e yaklaşanların ise yok olacağını özellikle belirtmiştir. “…Yaklaştırdıktan sonra kötülük yayılırmış. Çok bilgili kişiyi, çok yiğit kişiyi yürütmezmiş. Bir kişi yanılıp aldansa soyunu ve kavmini beşiğine kadar yok edermiş.” Bu şekilde tehlike haber verildikten sonra Türk milletiyle ilgili de bir tespit yapıldığını görüyoruz. Bu tespite göre; Türkler, Çinlilerin bu hilelerine sürekli aldanmışlar ve sonuçta hep zararlı çıkmışlardır. “Tatlı sözüne, yumuşak ipeklerine aldanıp Türk milleti, çok öldün!” Burada yine bir coğrafya vurgusu dikkat çekmektedir. Ve Türk milletinin kendi yurdunu yani bozkırı terk edip Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım derse ölecektir. Hâlbuki kendi yurdunda kalıp Çin ile ticaret yaparsa sonsuza dek yaşayacak ve ülke sahibi olacaktır.
 
Türklerin günlük yaşadığını, geleceğe dair çok fazla plan yapmadığını ifade eden “Bir doysan artık açlık düşünmezsin.” cümlesi, Türk milletinin hafızasının güçlü olmadığının tespitidir. Bu Türk tarihini anlamaya çalışırken de göz önünde bulundurulması gereken bir tespittir. Bu tespit, Bilge Kağan’ın bir idareci olarak idare ettiği kitleyi iyi tanıdığını da göstermektedir. “Böyle olduğu için seni beslemiş olan kağanın sözünü dinlemeden her yere gittin. Oralarda hep mahvoldun yok oldun. Geriye kalanlar, hep ölüp biterek şuraya buraya yürüyordunuz.” Bu cümleler bize bozkır insanının karakteriyle ilgili ipuçları verir. Bozkır insanının bir otoriteye baş eğmesi kolay olmamakta, en ufak bir sıkıntıda ya kavga etmekte ya da mekân değiştirmektedir. Toprağa bağlı olmadığı için de mekân değişikliğinde çok tereddütlü davranmamaktadır. Tarım kuşağı insanı doğal olarak çiftçidir ve ekip biçtiği tarlalara sahiptir. Yani doyumluğunu yanında götüremez. Bu yüzden yer değiştiremez ve baş eğmeyi tercih eder. Ancak bozkır kuşağı insanı; hem daha mücadelecidir hem de çabuk ve kolay yer değiştirir. Dolayısıyla tarih sık sık kuzeyden gelen kavimlerin hikâyelerini anlatır.
 
Bilge Kağan, kağan oluşunu Tanrı’nın bir bağışı olarak görmekte, ayrıca “kut” sahibi olmasının da bunda rolü olduğuna inanmaktadır. Bilindiği üzere Türk devlet geleneğinde “kut” son derece önemli bir kavramdır ve ilahi kaynaklı olduğu kabul edilen “kut”, kağan olmanın da gereklerindendir.
 
Kut sahibi olduğu için Tanrı’nın bahşetmesiyle kağan olan Bilge; yok yoksul milleti kalkındırmış, az milleti de çoğaltmıştır. Az milleti çoğaltma da üzerinde durulması gereken bir anlayıştır. Devlet otoritesi ortadan kalktıktan sonra hem Çin’in politikalarıyla hem de yukarıda belirtilen sebeplerle millet darmadağınık olmuştur. Otorite yeniden sağlandığında ise dağılanlar yeniden toparlanmış ve istikrara kavuşan toplumun nüfusu doğal yollarla da artmıştır.
 
Bilge Kağan, abidenin güney yüzünün sonlarında milletin yanılmaması ve eski yanlışlara tekrar düşmemesi için şiddetli uyarılarda bulunmuş ve “Bugün itaat eden boylar olarak mı yanılacaksınız?” biçiminde Türkçede bugün de sık kullanılan soru cümlesiyle hayreti ifade etme yolunu seçerek durumu bir kez daha vurgulama gereği duymuştur.
 
Köl Tigin yazıtının doğu yüzü “Üze kök tengri asra yagız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış.” cümlesiyle başlar. Bu cümle Kök Türkler devrinin din anlayışının temelini göstermesi bakımından etraflıca değerlendirilmesi geren bir cümledir. Burada gök, yer ve insanın yaratılmış olduğunu kabul eden bir din ile karşı karşıyayız. Yani Kök Türkler’in inancına göre evren ve içindekiler yaratılmış (mahlûk)tur. Cümlede geçen “kök tengri” sıfat tamlaması üzerinde de özellikle durmak gerekir. Çünkü konu ile uzaktan ilgilenen pek çok kişi bu ibareyi “Gök Tanrı” olarak aktarmakta ve Kök Türklerin çok tanrılı olduğu yanlış anlaşılmasının yerleşmesine yol açmaktadır. Hâlbuki bu ibare “mavi gök” anlamındadır ve “mavi gök” de yaratılmış, yani mahlûktur. Bu yanlış anlamanın sebebi de “Tengri” kelimesinin hem gök hem de yaratıcı olmak üzere iki ayrı anlama sahip olmasıdır. Bu yapı; tengri ismiyle onu niteleyen kök kelimesinin oluşturduğu bir sıfat tamlamasıdır. Uygur metinlerinde de benzer kullanımlarla karşılaşılır, ancak İslam dönemi metinlerinde ilk andan yani Kutadgu Bilig’den itibaren Tengri, daha sonraki devirlerde Tanrı kelimesi, yalnız İslam’daki Allah kavramına karşılık olarak yaygın bir biçimde, tereddütsüzce kullanılmıştır. Bu tamlamada dilciliğin çalışma alanına giren bir takım anlam olayları yaşanmıştır. Tengri kelimesi başlangıçta muhakkak ki tek anlama sahipti ve bu anlam da muhtemelen “gök” idi. Gök anlamlı kelime zamanla yaratıcı anlamında da kullanıldı ve ikili bir durum oluştu. Kelimelerde genellikle yeni anlamlar eski anlamları unuttururlar, bu kelimeye has olmak üzere işin içine bir de kutsallık girince özelikle İslam sonrası “gök” anlamı bütünüyle unutuldu ve kelime yalnız kutsal alanla sınırlı kullanılır oldu. Çağatay metinlerinde karşılaşılan doğruluk anlamında “tingrilik” ibaresi de yine kutsalın bir tezahürü olarak kullanılır.
 
Yaratılış ve varlık anlayışının ortaya koyulduğu ilk cümleden sonra ise Türk’ün hâkimiyet anlayışını gösteren şu cümle ile karşılaşmaktayız. “Kişi oglında üze eçüm apam Bumın Kagan, İstemi Kagan olurmış.” Burada Bumın ve İstemi Kağanların hâkimiyetinin sınırı ifade edilmiştir ve o sınır kişioğlu yani bütün olarak insanoğludur. Hâkimiyet, Türklerle veya çevre halklarla sınırlı tutulmamış, bütün insanlığı içine almıştır. Bu cümle; cihan hâkimiyeti ülküsünün açık ifadesidir. Bu ifadenin bize gösterdiği bir başka durum da Birinci Köktürk devletinin hatıralarının bu devirde canlı olarak yaşamasıdır.
  
Bu metnin üçüncü cümlesi insanlık için çok önemli olan bir başka konuya dikkatleri çeker. “Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş.” Tahta oturup Türk milletinin ülkesini tutup, kanunlarını da düzenleyivermiş olarak anlamlandırabileceğimiz bu cümle; hâkimiyetin iki temel unsuru olan ülke ve kanun ile ilgilidir. Tarihin bilinen devirlerinden bugüne insanlar bir takım idari yapılar oluşturmuşlar, bu yapıların devam etmesi için kurallar koymuşlar ve kurallara uyulmasını sağlamak üzere de kurumlar oluşturmuşlardır. Devletlerin koyduğu yazılı kuralların yanında toplumlar da dünyayı ve hayatı algılayış biçimlerine göre iyi-kötü ayrımı yapmış ve bir takım ahlaki ölçüler getirmişlerdir. Bu cümlede gördüğümüz ili tutmak ibaresi, ülkeyi elde tutmak olarak düşünülürse töreyi itmek de töreyi yani hukuku düzenlemek ve bütün ülkede hâkim kılmak olarak anlaşılmalıdır. İl ve töre ibarelerinin sık sık birlikte kullanılması; Türklerin zihninde bu iki kavramın, yani ülke ve kanun kavramlarının bir bütün oluşturduğunu göstermektedir. Hatta töre yani hukuk o kadar önemlidir ki kaynaklarımızda “İl gider, töre kalır.” şeklinde bir atasözü kayıtlıdır. Kısaca bu iki kavram Türkler tarafından birbirinin bütünleyicisi olarak düşünülmüştür ki bu da ileri bir medeniyetin göstergesidir. 
 
Takip eden cümlelerde yapılan seferler ile savaşlardan ulaşılan başarılardan söz edilirken “Başlıya baş eğdirmek, dizliye diz çöktürmek” gibi Türkçe harikası olan bir deyim kullanıldığını görüyoruz.
 
Ülkenin ulaştığı doğu ve batı sınırları belirtildikten sonra yer alan “İkisi arasında pek teşkilatsız Köktürk öylece otururmuş.” cümlesini nasıl anlamalı? İlk bakışta bir olumsuzluk gibi anlaşılacak “idi oksuz” (pek teşkilatsız) ibaresi bizce şöyle anlaşılmalıdır: Belirtilen sınırlar içerisinde devlet ve kanun hâkimiyeti o derece sağlanmıştır ki bu coğrafyada yaşayan insanların herhangi bir tedirginlik ve endişe duymaları için hiçbir sebep kalmamıştır. Ayrıca devlet, vatandaşların bütün sıkıntılarını giderecek kadar güçlüdür ve ne baba oğla, ne de oğul babaya muhtaçtır. Bu yüzden insanlar rahat ve endişesiz olarak darmadağınık yaşarlar.
 
Kağan ve yöneticilerin iki temel vasfı olan bilgelik ve yiğitlik sık vurgulanmaktadır. Pek çok başarı ve güzelliğin sebebi de bu iki meziyetle ilgili gösterilmiştir. Ülkenin ve halkın selameti için bu iki meziyetin yanında beylerin ve halkın da adaletli ve dürüst olmaları üçüncü bir gereklilik olarak sayılmıştır.
 
Devletin çöküşü anlatılırken sıralanan sebepler de oldukça dikkat çekicidir. Çöküşün ilk sebebi olarak; ağabeyin yerine geçen küçük kardeş ile babanın yerine tahta oturan oğlun ağabey ve baba gibi yaratılmamaları gösterilmiştir. Konunun yaratılışla yani Tanrı ile ilgili kısmını değerlendirirken devlet anlayışını hatırlamak gerekir. Türk devlet anlayışına göre kağan olan kişiler Tanrı tarafından onlara bağışlanmış bir kut sahibidirler. Oğlun babası gibi yaratılmaması demek, Tanrı tarafından babaya verilmiş olan kut, oğula verilmemiş demektir.
 
Kağanın bilgisiz ve kötü olması, vezirin aynı şekilde bilgisiz ve kötü oluşu, ayrıca beyler ile halkın da adaletten ayrılmaları ve dürüst olmamaları çöküşün sebepleri olarak gösterilmiştir. Bu sayılanlar içeri ile ilgilidir, dış sebep olarak da Çin’in hileci ve aldatıcı olması, kardeşi kardeşe düşürmesi, beylerle halkın arasını açması yani ülkeye fitne sokması gösterilmiştir. Bütün bu sayılanların sonucunda Türk milleti büyük bir felaketle karşı karşıya kalmış, devletini ve yöneticilerini kaybetmiştir. Bu durumun en acı sonucu ise bey olacak erkek çocukların Çinlilere köle; hanım olacak kız çocukların ise cariye olmasıdır. Birinci Köktürk Devleti’nin yıkılmasının doğurduğu sonuçlar bu sayılanlarla sınırlı değildir. Türk beyler Türk adını bırakmış, Çin’deki beyler Çin adı alarak Çin kağanına hizmet etmişlerdir. Elli yıl süren esaret döneminin sonuçlarından biri de Çinlileşme diyebileceğimiz ve ad değiştirme olarak yazıtlara yansıyan durumdur. Yazıtlarda bey olarak adlandırılan kişiler, muhtemelen topluma yön verme güç ve yeteneğine sahip olan aydınlardır. Aydınları dürüst olan bir toplum için herhangi bir tehdit ve tehlike çok da etkili olmaz, ancak aydınları, adaletten uzaklaşmışsa, yazıtlardaki tabiri ile “tüzsüz” ise toplumun geleceği karanlık demektir. Aydınlar Türk adını bıraktı cümlesini ilk önce bunlar; Türkçe olan adlarını değiştirip Çince adlar aldılar, ikinci olarak da Türkçeyi unutup Çince konuşmaya başladılar biçiminde anlamak gerekir. Bilge Kağan’ın yakındığı bu durum, günümüz de dahil olmak üzere tarihimizin hemen her devrinde sıkça gördüğümüz bir durumdur. Türk aydınının kendi değerlerine sırt çevirmesi ve dışarıya gereğinden fazla açık olması, bazı aydınlarca zaman zaman eleştirilmiş, ancak durum çok da değişmemiştir. Çöküş dönemlerinin aydınları milli bilinci işleyip öne çıkararak kurtuluşta pay sahibi olmuşlar, ancak kısa bir süre sonra tekrar yabancılaşma ve yabancı değerleri üstün görme hastalığı nüksetmiştir.
 
Çin esareti yıllarında sık sık isyanlar ve bağımsızlık teşebbüsleri olduğu bilim adamlarınca ortaya konulmuştur. Ayrıca Bozkurtlar zamanının temel konularından biri olan Kür Şad ihtilali de bu dönemdeki isyanları anlatır. Bu esaret dönemi yazıtların da ana konularından biridir. Bir süre esir yaşayan halkın; “İl sahibi bir millet idim, ilim şimdi hani? Kağan sahibi millet idim kağanım şimdi hani?” diyerek isyan ettiği ve bu teşebbüsün başarısız olması üzerine Çinlilerin “Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım.” dediği ve neredeyse yok edeceği kaydedilmiştir.
 
Türk milletinin yok olmasına razı olmayan Türk’ün Tanrısı ve Türk’ün kutsal vatanı; İlteriş Kağan ile İlbilge Hatunu yukarı kaldırmıştır. Yukarı kaldırma yani gökte olma da yine hâkimiyet konusu ve devlet anlayışıyla ilgili durumlardır. Burada dikkat çeken bir diğer husus da kağanla birlikte hatunun da anılmasıdır. Kut sahibi olma ve devlet idaresinde hatun da kağan ile beraberdir.
 
Bu bölümün devamında İlteriş Kağan’ın mücadelesiyle ilgili satırlar yer almaktadır. Abidelerdeki dikkat çekici benzetmelerden birini de bu satırlarda görürüz. Bilge Kağan; babasının askerini kurda, düşmanın askerini ise koyuna benzetir, ancak bunun da sebebi Tanrı’nın verdiği güçtür. İlteriş Kağan’a dair son cümle ise “Babam kağan, öylece ili ve töreyi kazanıp ölmüş.” biçimindedir. Burada yine il ve töre yani ülke ve hukukun birlikte anılması dikkate değerdir.
 
Bilge Kağan, babası öldükten sonra kendisi ve kardeşi küçük olduğu için devletin başına geçirilen amcası Kapgan Kagan’ın yaptıkları ile kendisinin görevlerinden de söz etmiştir. Bu bölümde yine yapılan sefer ve savaşlardan, elde edilen başarılaranlatılmıştır. Burada anlatılanlara göre devletin gücü doruk noktaya çıkmış ve bunun sonucu olarak da zengin bir toplum oluşmuştur. Bu zenginlik şöyle anlatılır: “O zamanda kul, kul sahibi; cariye, cariye sahibi olmuştu. Kardeş ağabeyini, oğlu babasını bilmezdi.” Burada karşımıza çıkan en yakın akrabaların birbirini bilmemesini nasıl anlamak gerek? Bilmeme; tanımama, saygı göstermeme anlamıyla düşünülürse isabetli ve töreye uygun olmaz. Türk töresinin temel esası bilindiği üzere büyüğe saygı, küçüğe sevgidir. Bu “bilmeme”yi; insanlar o kadar zenginleşti ki hiçbir şeye ihtiyaçları kalmadı ve hiçbir şey için en yakınlarının bile kapısını çalmaz oldular biçiminde anlamak metne uygun olacaktır.
 
Yazıtın bu bölümünde “Türk Oğuz beyleri, millet işitin!” diye başlayan muhteşem ve insanı heyecanlandıran bir hitap ile yine insanın tüylerini ürperten “üstte gök çökmese, altta yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilecekti?” meşhur cümlesi yer almaktadır. İmkânsızlığı anlatmak üzere kullanılan göğün çökmesi ve yerin delinmesi gerçekten de müthiş bir söz sanatıdır. Bu hitap Türk milletinin aklını başına toplaması uyarısıyla sürer ve ahmakça davranışlarıyla nasıl kötülüklere sebep olduğu acı bir şekilde anlatılır. Bu yapılan hataların sonucu olarak Türk milleti darmadağınık olup dört bir yana gitmiş gittiği yerdeki kazancı da kanının su gibi akması, kemiğinin dağ gibi yığılması, yukarıda da söylendiği gibi beylik erkek çocuğunun köle, hanımlık kız çocuğunun da cariye olmasıdır. 
 
Bilge Kağan, kendisinin kağan olmasını da Tanrı’nın bağışı olarak görür, ancak bu bağışın sebebini de “Türk milletinin adının ve sanının yok olmaması” olarak kaydeder. Bilge Kağan, kağan olduğunda şartların nasıl olduğuna dair bir durum tespiti yapar. Buna göre o, sıkıntıları çok olan bir toplum üzerine kağan olmuştu ve babası ve amcasının oluşturduğu yapının dağılmaması için kardeşi Köl Tigin ile gece gündüz çalışmışlardır.
 
Bu bölümün devam eden satırları, Köl Tigin’in kahramanlıklarına ayrılmıştır. Bu satırlarda kağanın kendisi için en büyük yardımcı olan yiğit bir kardeşin ölümü üzerine hissettiklerini ve acısını görüyoruz.
 
Abidenin kuzey yüzünde de Köl Tigin’in kahramanlıkları anlatılmış, savaşlarda göstermiş olduğu yararlılıklar tek tek sayılmış ve böylece Bilge Kağan pek çok şey borçlu olduğu bir yiğit kardeş için yapılabilecek en güzel işi yapmış ve bu yazıtla onu ölümsüzleştirmiştir.
 
Şu satırlar; hem bu yazıtları sanat eseri haline getiren, hem de Bilge Kağan’ın duygularını çok güzel ifade eden Türkçe harikası satırlardır: “Kardeşim Köl Tigin vefat etti. Ben düşündüm. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Düşündüm. Ebedi olarak Tanrı yaşar, kişioğlu hep ölümlü yaratılmış diye düşündüm. Gözden yaş gelse engel olarak, gönülden çığlık gelse geri çevirerek düşündüm. İyice düşündüm…”
 
Abidelerde ölüm kavramını karşılamak üzere, aynı bugünkü gibi, yakınlar için ölüm kelimesi kullanılmamakta; uçmak, uça barmak, kergek bolmak gibi sözler tercih edilmektedir. Uçmak ve uça barmak tabirleri kolay anlaşılan tabirlerdir, ancak kergek bolmak tabiri tartışılmış ve bunun da bir kuş ile yani uçmakla ilgili olduğu kabul görmüştür. Ölümle uçmak arasındaki ilişki ise ruhun bedenden kurtulup göğe yükselmesi inancı dolayısıyla kurulmuştur. Bu inanma bugün de görülür.
 
Türk tarihinde tiginlerin devlet için birlikte gayret gösterdiklerinin örneği ne yazık ki çok nadirdir. Tarihimizde, kardeşler genellikle taht kavgası yapmışlar ve bu kavgalar yüzünden Türk tarihinin içe dönük mücadeleleri çok ciddi bir sıklıkta karşımıza çıkar. Bilge Kağan ve Köl Tigin’in ilişkisi bu bakımdan son derece dikkat çekici ve özeldir. Bu ilişkinin bir örneği Tuğrul ve Çağrı Beylerin ilişkisidir. İki kardeşin anlaşarak devlet idaresinde rol alması, her iki örnekte de hiç şüphesiz millet ve devlet lehine çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Tarihimizde taht kavgalarıyla ilgili pek çok örnek gösterilebilir ki bunların sonucunda da hep kardeş kanı dökülmüştür.
 
Kırk yedi yaşında ölen Köl Tigin’in yuğ töreni, çevredeki bütün devlet temsilcilerinin katıldığı görkemli bir tören olmuştur. Törene kimlerin katıldığı da yazıtta tek tek açıklanmıştır.
 
Köl Tigin’in ölüm tarihi ve yuğ töreni tarihi de kaydedilmiş ve onun için sadece mezar ve yazılı taş yapılmadığı, bir külliye oluşturulduğu kaydedilmiştir.
 
Yazıtın son cümlelerinde ise bu yazıların Köl Tigin’in yeğeni olan Yollug Tigin tarafından yirmi günde yazıldığı belirtilmiş ve “Gökte de hayatta olduğu gibi (yaşayınız)” duasıyla yazıt tamamlanmıştır.

http://devlet.com.tr/makaleler/y13-ORKUNDAN_GELEN_SES.html

Bilge Tonyukuk Buyrukları ve Yazıtı; Vahit Türk



BİLGE TONYUKUK BUYRUKLARI 

Bu yazı; gür sesini çağların ötesinden duyuran ve bence bütün sıfatlarının önündeki sıfatıyla “ büyük Türk bilgesi” Tonyukuk’un granite yazılan kurşundan sözlerini anlama ve anlamlandırma çabasının yazıya dökülmüş halidir. Orhun Abideleri’nin bütünüyle ilgili olarak merhum Muharrem Ergin hocanın şu sözleri üzerine söylenecek başka söz bulmak güç. Hoca, abideleri şu sözlerle tavsif ediyor: “Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin… İlk Türk tarihi… Taşlar üzerine yazılmış tarih…Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması… Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri…Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası…Türk askeri dehasının, Türk askerlik sanatının esasları…Türk gururunun ilahi yüksekliği…Türk feragat ve faziletinin büyük örneği…Türk içtimai hayatının ulvi tablosu…Türk edebiyatının ilk şaheseri…Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri…Hükümdarane eda ve ihtişamlı hitap tarzı…Yalın ve keskin üslubun şaşırtıcı numunesi…Türk milliyetçiliğinin temel kitabı…Bir kavmi millet yapabilecek eser…Asırlar içinden milli istikameti aydınlatan ışık…Türk dilinin mübarek kaynağı…Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser…İnsanlık aleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları…”

Bilindiği üzere 8. Yüzyılın başlarında yazılan bu metinlerden biri Bilge Tonyukuk’a, biri Köl Tiğin’e biri de Bilge Kagan’a aittir. Bilge Tonyukuk abidesi iki ayrı taştan oluşmaktadır ve birinci taş; “Bilge Tonyukuk ben.” cümlesiyle başlar. Tonyukuk adını belirttikten sonra doğduğu yeri bildirir ve Türk milletinin o zamanki durumunu tasvire geçer.

Bilge Tonyukuk’un o çağda neler ifade ettiğini bilenler için bu ilk cümle, bütün hayatını milletine adamış ve “Milletin kaşı gözü kara olmasın diye ölesiye çalışmış” bir ülkücünün biraz sitemkar, ancak oldukça hakim bir eda ile kendini takdimidir. Buradaki sitem, kendine yeterli saygıyı göstermediğini düşündüğü damadı Bilge Kagan’a ve devrin yöneticilerine yöneliktir, bu durum abidenin pek çok yerinde görülür.
“Türk’ün kutsal ülkesinde kimse kalmadı, çünkü Tanrı onları yok etti.” Tanrı’nın Türkleri böyle cezalandırmasının sebebi de Tanrı tarafından görevlendirilen kağanın değerini bilmemek ve Çin’e teslim olmaktır.

“Söyle dedi, söyleyicisi (danışmanı) ben oldum. Bilge Tonyukuk.” Ormanda, dağda taşda darmadağınık olanlar toplanıp yedi yüz kişi olduğunda, bu yedi yüz kişinin başbuğu olan Şad, bana “Söyle” dedi. Siz bunları bugün unutmuş olabilirsiniz, ancak ben, Türk soyu devam ettiği sürece unutulmasın diye buraya yazıyorum ve tarihi tespit edip geleceğe gönderiyorum.

“Kagan mu kılayın tidim. Sakındım.” “Ben, bana danışman ol diyen Şad’ı kagan mı yapayım diye kendi kendime düşündüm”. Demokrasinin kutsal bir kavram olarak yüceltildiği günümüzde, bir siyasi hareket içerisinden biri çıkacak ve genel başkan için “ seni ben genel başkan yaptım” deme cüretini gösterecek. Bunu diyen kişinin başına neler geleceğini hayal etmek bile istemeyiz. Eğer genel başkan olan kişi devlette de etkiliyse, bu kendini bilmezi vatandaşlıktan bile atabilirler!!! 

“Tengri bilig birtük üçün özüm ök kagan kıldım”. Tanrı akıl verdiği için ve ben de o aklı kullanma becerisine sahip olduğum için onu (İlteriş’i) kağan yaptım. Ben onu kağan yaparak devletin başına geçirdim, ancak bu benim şahsi yeteneğimden değil, Tanrı’nın bana verdiği akıl sayesinde oldu. İlteriş Kutlug Kagan gibi bir devlet kurucusunu ben kağan yaptım diyebilmek için herhalde Bilge Tonyukuk olmak gerekir. 

“İlteriş Kagan’ın danışmanı ben olduğum için birlikte pek çok düşmanı yok ettik…Milletin karnı tok idi. Düşmanlarımız etrafımızda ocak gibiydi, biz o ocağın içindeki ateş idik.” Bu cümleler ancak, kendinden emin, yüreğine, bileğine ve bilgisine güvenen, töreye hakim bir kişi tarafından söylenebilir. Milletin karnının tok olması gerekiyor ve bunu sağlayacak olan da, öncelikle kağan olmak üzere, devlettir. Türk devlet geleneğinin, günümüzde sosyal devlet tabir edilen durumun, yüzyıllar öncesindeki temel şartını bugünkü idarede arasak mı acaba? En iyisi hiç girmemek…Ancak insan; yumurtaları, mısırları, burslu okumaları ve sonraki gemicikleri, sünnette takılan altınlarla izah edilen servetleri, kaçak binaları, sigortalanmaları, bakan mahdumları için çıkarılan yasaları, işçilikten gelip de kazanılan milyon dolarları, dağıtılan sadakaları ve bu sadakalara muhtaç duruma düşürülmüş zavallıları düşünmeden edemiyor…

Hele hele “ Düşman etrafımızdaki ocak gibi idi, biz o ocağın içindeki ateş idik.” cümlesi, bir durumun böyle muhteşem ifade edilebilmesi çok rastlanacak bir hal değil. Ve bu cümleyi bugüne taşımak istesek, acaba nasıl bir manzara karşımıza çıkar? Ocağın içindeki düşman mı daha çok, yoksa etrafındaki mi? Bilge Tonyukuk gibi hem kalem, hem kılıç ehli mi var, İlteriş gibi bir kılıç ehli mi var? Ocağın içindeki ateş; alev mi, kor mu, köz mü, küllenmiş mi, yoksa bütünüyle kül mü olmuş?

Dönelim Bilge Tonyukuk’a. Büyük Türk bilgesi, bütün abidesinde pek çok şey yaptığından bahsediyor, ancak bütün bunları da Tanrı’nın yardımıyla ve O’nun verdiği aklı kullanmak suretiyle yaptığını da özellikle belirtme ihtiyacı duyuyor. Ve sözün burasında bir Habibullah sözü “ Allah, akıldan daha iyi, daha kamil, daha güzel bir şey yaratmamıştır; Allah’ın rahmeti ona bağlıdır, çünkü seçme özgürlüğünü o belirler; idrak akıldan gelir ve aklı hor göreni Allah’ın gazabı çarpar.” Aklını, fikrini, düşünme yeteneğini birilerine kiralayanlar için acaba bu hadisin bir anlamı var mıdır?

Bir taraftan tarihten tevarüs ettiğimiz miras, diğer taraftan dinden tevarüs ettiğimiz miras…Her iki mirasın ağırlığını taşıyacak omuzlara ve cesarete sahip olamadığımız için çeşitli bahaneler uydurarak kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz. Bu mirasların altında ezildik ve bunları, iftihar vesilesi olarak gururla taşımamız gerektiğini değil de omuzlarımıza bizden habersiz ve izinsiz yüklenmiş birer yük olarak gördük. Talip olduk, ancak layık olduğumuzu söyleyecek takatimiz var mıdır, bilemiyorum…Affet bizi ya Rab, bağışla bizi ecdad… Ve biz iddia sahibi Müslümanlarız, ülkü sahibi Türkleriz…

Türk, Vahit: Bilge Tonyukuk buyrukları




bilge tonyukuk ile ilgili görsel sonucu



BİLGE TONYUKUK YAZITI
 
Tonyukuk; adına diktirdiği yazıta “Bilge Tonyukuk ben.” cümlesiyle başlar ve benzer şekilde adını başka birkaç cümlede de tekrar eder. Bizce bu cümle; yalnızca Tonyukuk’un kendini takdim cümlesi değil, bir meydan okuma da içermektedir. Ben Bilge Tonyukuk’um biçiminde aktarabileceğimiz bu cümle, devletin kuruluşunda ve istiklal mücadelesinde çok etkili rol oynayan bilge bir devlet adamının hem çağına, hem de geleceğe seslenirken takındığı hâkim tavrı gösterir. Bilge Kağan’ın kayın pederi de olan bu büyük devlet adamı, tarihimizde çok örneği olmayan, ancak Köktürklerde sık görülen bir şey yapmış, anıt diktirip hatıralarını yazdırmıştır. Böyle bir hatıratın eski devirlerden günümüze ulaşan pek fazla örneği yoktur.

Tonyukuk ilk cümlede kendini tanıttıktan sonra doğum yerini kayda geçer ve “Türk budun Tabgaçka körür erti.” cümlesiyle de doğduğu yıllarda Türklerin Çin esaretinde olduğunu belirtir. Birinci Köktürk devletinin yıkılışından sonra 50 yıllık bir esaret dönemi yaşanmış ve Çinliler, Türklerin önde gelen, insanları derleyip toparlayacak aile ve insanlarını kontrol altında tutmak amacıyla Çin içlerine götürmüşlerdir. Çin’de gözetim altında tutulan Aşina soyunun mensupları defalarca isyan etmişler, ancak Kutluk’un isyanı başarıya ulaşabilmiştir. Tonyukuk bu durumu Türklerin hanlarının kıymetini bilmemelerine bağlar ve şöyle bir tespitte bulunur: “Tanrı şöyle buyurmuş: han verdim, hanını bırakıp tutsak düştün, tutsak düştüğün için Tanrı öldürdü. Türk milleti öldü, bitti, yok oldu.” Burada Türklerin zihni bir özelliği olarak devlete bağlılıklarının yeterli olmadığı tespiti yanında her şeye hâkim olan bir Tanrı inancına sahip oldukları da anlaşılmaktadır. Bu durum, gerek Tonyukuk yazıtının ilerleyen cümlelerinde gerekse Köl Tigin yazıtında tekrar tekrar kaydedilecek ve üzerinde durulacaktır.

Köl Tigin yazıtında Kutluk’un 17 erle Çin’den kaçıp isyanı başlattığı daha sonra 70 kişi oldukları kaydedilmiştir. Tonyukuk’ta ise kişi sayısıyla ilgili ilk rakam 700’dür ve bu durum şöyle kaydedilmiştir: “Ormanda, dışarıda kalmış olanlar toplanıp yedi yüz oldular. İki bölüğü atlı idi, bir bölüğü yaya idi.” Bu cümlelerde ilk dikkati çeken şey yedi rakamıdır. Arka arkaya sıralanan on yedi, yetmiş, yedi yüz sayıları, rastgele değil, tercih edilmiş sayılardır. Kişi sayıları bu belirtilenlerin altında veya üstünde olabilir, ancak özellikle yedili sayılar tercih edilmiştir, çünkü Türk kültüründe üç, yedi, dokuz, kırk sayıları diğerlerine göre farklı telakki edilen sayılardır. Bu cümledeki ikinci dikkat çeken durum da Tonyukuk’un on yedi ve yetmiş sayılarını anmadan yedi yüz sayısıyla başlamasıdır. Bu durum, belki de Tonyukuk’un harekete sonradan katılmasıyla ilgilidir. Çünkü tarihi kayıtlara göre de Bilge Tonyukuk, isyan hareketinin başlangıcında yoktur ve Çin’den ayrılıp harekete katılması, Çin’in sürekli baskısı ve gözetim altında tutmasıyla biraz zor olmuştur. Ormanda ve dışarıda kalmış olanların toplanması ibaresinden ise yönetici kitle dışında kalanların bozkırda dağınık ve birbirinden habersiz olarak yaşadıkları anlaşılır. Ayrıca bunlar o kadar perişan bir durumdadırlar ki binecek birer atları bile yoktur ve yedi yüz kişinin ancak üçte ikisi atlıdır. Bozkırda bir kişinin at sahibi olamaması herhalde büyük bir yoksulluğun da göstergesi olmalı.

Tonyukuk bu cümlelerin devamında yedi yüz kişinin teşkilatlanması ve devlet yapısının oluşturulması üzerinde durur ve kendi rolünü de özellikle belirtme gereği duyar: “Yedi yüz kişiyi idare edenlerin büyüğü şad idi, danışman ol dedi, danışmanı ben oldum, Bilge Tonyukuk.” Burada şad olarak sözü edilen kişi, isyanın başında bulunan ve devletin kuruluşundan sonra ilteriş ünvanını alacak olan Kutluk’tur.

Kut kavramı, kültür tarihimizin en önemli kavramlarından biridir. Ağırlıklı olarak manevi âlemle ilişkilendirilen bu kavramın yeterince araştırıldığını söylemek henüz mümkün değildir. İlteriş ise, ülkeyi derleyip toplayan anlamıyla kullanılan bir unvandır. Bu cümlelerde Tonyukuk gayet açık olarak Kutluk’un han seçildiğini, kendisinin de ona danışman olduğunu kaydetmiştir.

“Kağan mı yapayım diye düşündüm. Arık boğa ile semiz boğa arkada oldukça; semiz boğa mı, arık boğa mı bilinmezmiş diye düşündüm. Bunun üzerine, Tanrı akıl verdiği için onu ben kağan yaptım.” Bu cümlelerde de Bilge Tonyukuk’un yukarıda değinilen özgüveni ile gücünü görmekteyiz. Günümüz demokrasilerinin bile zor hazmedeceği bu cümleler, Köktürk çağında söylenebilmiş, üstelik taşlara kazınmış ve geleceğe bırakılmıştır. Bu sözleri söyleten güç, bütün dinler ve kültürlerce övülen, ancak siyasetin çok da tahammül edemediği ve genellikle mesafeli durmayı tercih ettiği şahsiyet sahibi bilgelik ile bu bilgelikten kaynaklanan cesaret, bir başka deyişle dünyayı elinin tersiyle itebilme erdemidir. Günümüz Türkiye’sinde bile bir kişi çıkıp cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı veya herhangi bir yöneticiyle ilgili olarak onu ben bulunduğu makama getirdim deme cesareti gösterse, o makam sahibi, bu sözü söyleyeni hazmetmekte epeyce zorlanır. Ancak Bilge Tonyukuk, adeta meydan okurcasına Kutluk Şad’ı kağanlık makamına çıkardığını ilan etmekte ve bunun bir sorun çıkardığına dair bir bilgimiz de bulunmamaktadır.

“Arık boğa ile semiz boğa arkada oldukça; semiz boğa mı, arık boğa mı bilinmezmiş…” ibaresi Bilge Tonyukuk’un kullandığı mecazlı cümlelerden biridir. Cümlenin kullanılma yerine bakılınca Tonyukuk sanki “Ben de kağan olabilirdim, ancak Şad’ı uygun gördüm ve böylesi daha akıllıca idi.” demektedir. Şad’ı kağan yapmasına sebep olarak da Tanrı’nın kendisine akıl vermesini göstermektedir. Yani Tonyukuk konuyu enine boyuna düşünmüş, istiklal mücadelesi başlamışken bir ikilik çıkarmanın tehlikeli olacağını görmüş ve tabi olmuş, devlet için canla başla çalışmış, ancak hiçbir zaman da kişiliğinden taviz vermemiştir.

Kutluk Şad, kağan olup İlteriş ünvanını almış, Bilge Tonyukuk ise Boyla Baga Tarkan olmuştur. Şu cümle durumu özetler niteliktedir: ”İlteriş kağan olunca, Bilge Tonyukuk Boyla Baga Tarkan ile İlteriş, güneyde Çinliyi doğuda Kıtay’ı, kuzeyde Oğuz’u çok öldürdüler. Danışmanı, yardımcısı ben idim.” Görüldüğü üzere Bilge Tonyukuk, her fırsatta kendinden söz etmektedir. Bu durum belki de abidenin yazıldığı zamanın yöneticilerine bir sitem olarak da düşünülebilir. Değerinin yeterince bilinmediğini ya da yeterince saygı görmediğini hisseden ve kağanın kayın pederi de olan Tonyukuk, rahatsızlığını belirtme gereği duymuş olabilir.

“Çogay’ın kuzeyi ile Kara Kum’da oturuyorduk. Geyik yiyerek, tavşan yiyerek oturuyorduk. Milletin karnı tok idi. Düşmanımız çevremizde ocak gibi idi, biz ateş idik.”

Bu cümleler bizi öncelikle bir mekandan, bir coğrafyadan haberdar etmektedir. İsyan yavaş yavaş başarıya ulaşmaktadır ve isyancıların belirli bir mekânları vardır, yani kurulacak olan devletin doğum yeri artık belli olmuştur. Ancak henüz bütün çevre düşmandır. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da beslenmenin henüz tam düzene girmediği ve ağırlıklı olarak avlanmaya dayalı olduğudur. Her ne kadar milletin karnı tok deniyorsa da bu tokluk geyik ve tavşanla yani av hayvanlarıyla sağlanmaktadır. Kalabalık bir kitlenin sürekli bu şekilde beslenmesi elbette mümkün olmayacak, daha etkili ve sürekli el altında bulunacak tarım ve hayvan kökenli beslenme kaynaklarına gerek duyulacaktır. İbarenin sonundaki “Düşmanımız çevremizde ocak gibi idi, biz ateş idik.” cümlesi, son derece keskin ve etkili bir mecazlı ifadedir. Bu; devir Türkçesinin anlatım gücünü ve gelişmişliğini göstermek bakımından da ilgi çekici bir örnektir. Bilindiği üzere açık alandaki ocak, arka ve iki yanı kapatılıp ön tarafı açık bırakılarak kurulur ve içerisinde ateş yakılır. Bu ocağın içerisinde yakılan ateşin alevleri önce üç tarafı çeviren taşlara dokunur ve üzerindeki kazanın da altını yalayarak açık olan ön taraftan dışarı çıkar. Bilge Tonyukuk, o andaki durumlarıyla ilgili olarak müthiş bir benzetme yapmış ve durumu herkesçe çok iyi anlaşılabilecek biçimde ortaya koymuştur.

“Böyle otururken Oğuz’dan casus geldi.” cümlesi, devletin henüz kuruluş aşamasında bir haber alma örgütünün oluşturulduğunu ve bu örgütün çalışmaya başladığını göstermektedir. Nitekim casusun getirdiği haber, hayati öneme sahiptir ve Köktürkleri kuruluş aşamasındayken yok edecek bir ittifak söz konusudur. Tonyukuk oluşumdan haberdar olmuş ve gerekli tedbirleri alarak öncelikle Oğuzları etkisiz hale getirmiş ve Oğuz ordusu boyun eğip Köktürk ordusuna katılmış ve bu durum yazıtta “iki bin idik, iki ordumuz oldu.” cümlesiyle kaydedilmiştir.

Kendilerine karşı Oğuz, Kıtay ve Çin’in ittifak yapacağı bilgisini alan Tonyukuk endişeli durumunu, “O haberi işitince gece uyuyasım gelmedi, gündüz oturasım gelmedi.” cümlesiyle ifade eder ve bu üç düşmanla ayrı ayrı savaşmanın çaresini arayıp bularak istediği sonucu elde eder. Durumu yine mecazlı ifadelerle anlatır: “Yufka iken delmek kolay imiş, ince iken koparmak kolay. Yufka kalın olsa delmek zor, ince yoğun olsa koparmak zor.”

Bilge Tonyukuk savaş planını hazırlayıp İlteriş Kağan’a sunar o da durumu anlayıp Tonyukuk’a gönlünce yani planladığı şekilde yapmasını söyler. Bunun üzerine Tonyukuk orduyu Ötüken ormanına doğru yürütür ve bu esnada Oğuzlarla karşılaşırlar ve Köktürklerin 2000 kişilik ordusu Oğuzların 3000 kişilik ordusunu yener.

Köktürklerin bu zaferi, onların Ötüken’e yerleşmeleri ve bundan haberdar olan pek çok Türk boyunun onlara tabi olması sonucunu doğurmuştur. Tonyukuk bu durumu şöyle anlatır: “Ondan sonra Oğuz tamamıyla geldi. Türk milletini Ötüken yerine, beni, Bilge Tonyukuk’u Ötüken yerine yerleşmiş diye işiten güneydeki millet, batıdaki, kuzeydeki, doğudaki millet geldi.” Bu cümlelerde de Tonyukuk’un bütün Türk boyları tarafından tanınan ve saygı duyulan bir kişi olduğunu, onun İlteriş Kağan’la birlikte olmasının Türk boylarının Köktürklere bağlanmasında büyük etkisi olduğunu anlıyoruz. Bilge Tonyukuk, tabiri caizse “Beni duyan herkes geldi.” diyebilecek kadar önemli bir kişidir. Buradaki bir diğer konu da Ötüken’in özellikle vurgulanmış olmasıdır. Ötüken, adeta bir semboldür ve oraya hükmeden, doğal olarak Türklerin de hakimi konumunu elde etmektedir.

Tonyukuk, Ötüken’e hâkim olduktan sonra yapılan seferlerden ve o güne kadar hiç gidilmeyen yerlere gidildiğinden söz eder: “Türk milleti yaratılalı, Türk kağanı tahta oturalı Şantung şehrine, denizine ulaşmış olan yok imiş. Kağanıma arz edip ordu gönderdim. Şantung şehrine, denize ulaştırdım.” Türk milleti yaratılalı ibaresi, Tonyukuk’un tarih bilgisiyle ilgili ipucu veren bir ibare olmasının yanında bugüne kadar yapılmayanlar benim sayemde oldu anlamına gelen siyasi bir söylemdir. “Usın bunda ıtu, yurtda yatu kalur erti.” (Uykusunu burada bırakıp çadırda yatıp kalkarlardı.) cümlesinde de yine bir sanatlı ifadeyle durum anlatılmış ve askerin fedakârlığı kayıtlara geçirilmiştir.

Daha sonra On Oklar, Kırgızlar ve Çinliler’in Köktürkler’e karşı bir ittifakı söz konusu olmuş ve yine Tonyukuk’un akılcı siyasetiyle bu tehlike de atlatılmıştır: “Üçümüz birleşip üzerine yürüyelim, hepsini yok edelim.” diyen düşman kuvvetleri, daha önceki ittifakta olduğu gibi çabuk davranılmak suretiyle tek tek bertaraf edilmiş ve güçlerin bir araya gelmesi engellenmiştir.

İttifaktan haberdar olan Türgiş kağanı: “Benim milletim dardadır demiş, Türk boyu yine karışıklık içindedir. Oğuz yine dardadır demiş.” Bu cümleler Türgişlerin Köktürkler tarafında yer aldığını ve sıkışık durumda onlara yardım ettiklerini, ayrıca bilinçli bir milli tavrı göstermektedir.

Sonraki cümlelerde ittifakı dağıtmak üzere zor şartlara rağmen Kırgızlar üzerine yapılan sefer, biraz da ayrıntılı olarak anlatılmıştır. “Gece gündüz dörtnala olarak gittik. Kırgızları uykuda bastık, uykularını süngüyle açtık.” Burada yine “uykuyu süngüyle açmak” gibi etkili anlatım sağlayan bir deyim görüyoruz ki Tonyukuk sık sık buna başvurmaktadır.

Bozkırda dostun ve düşmanın sık değiştiğini gösteren şu ifadeler de dikkat çekmektedir: “…Türgiş kağanından casus geldi. Haberi şöyle idi: Doğudan kağana sefer edelim. Biz yürümezsek onlar bizi, kağanı yiğit, danışmanı bilgili olduğu için eninde sonunda mutlaka öldürecek, demiş.” Birkaç satır önce Köktürkler için endişelendiği belirtilen Türgiş kağanı, Köktürklerin Kırgızları yenmesinden sonra Köktürklere karşı ittifak arayışına giriyor ve onlar da gerekli tedbirleri alıyorlar. Yine bu ibarelerden anlaşıldığı kadarıyla yiğit kağan ile bilgili danışman düşmanda korku ve endişe uyandıran iki temel unsurdur.

Bütün bunlar olup biterken kağanın eşinin ölüm haberi gelir ve Kağan, orduyu İni il Kağan ile Bilge Tonyukuk’a bırakıp eşinin cenaze törenine katılmak ve yuğ törenini yaptırmak üzere gider.

Tonyukuk’un birinci bengü taşının sonunda Kağan ile aralarında bir güven meselesi olduğuna dair ifadeler yer almakadır. Bu ifadelere göre yuğ töreni için ordunun başından ayrılan kağan Tonyukuk’a farklı, Apa Tarkan’a farklı haber göndermiş, hatta Tonyukuk hakkında “kötü, kindar, yanılır” ifadelerini kullanmıştır. Bu durum, siyasetteki ayak oyunlarına işaret olduğu gibi, Tonyukuk’un gücünü bir başka göstergesi olarak da değerlendirilebilir.

Tonyukuk’un ikinci taşında da bir takım seferlerden söz edilmekte gidilememiş olan yerlere gidildiğinden ve pek çok ganimet alındığından bahsedilmektedir.

Bu abidede İlteriş Kağan’la ilgili son cümleler şunlardır: “İlteriş Kağan, bilgisinden dolayı, yiğitliğinden dolayı Çin ile on yedi defa savaştı. Kıtaylarla yedi defa savaşı. Oğuzlarla beş defa savaştı. Bu savaşlarda da danışmanı hep ben idim. İlteriş Kağan’a, Türk’ün bilgili kağanına.”

Bilge Tonyukuk, Kapgan Kağan’la birlikte de çalıştığını “Kızıl kanımı dökerek, kara terimi akıtarak işimi gücümü hep ona verdim” biçiminde belirtiyor.

“Tanrı korusun, bu Türk milleti içinde silahlı düşman dolaştırmadım, damgalı at koşturtmadım.” Bu cümleler de Tonyukuk’un gücünü gösteren ifadelerdir. Ayrıca mecazlı anlatımlar yine anlamı güçlendirmek üzere kullanılmıştır. Silahlı düşman ibaresi anlaşılabilir ancak damgalı at ibaresi bugünün okuyucusuna çok bir şey söylemez. Buradaki “damga” bir kültür kelimesidir ve Türk boy sistemiyle yakından ilgilidir. Anadolu’da halen seyrek olarak rastlanan damga ya da en, artık gün geçtikçe hayatımızdan çıkmaktadır.   Damga, esas olarak her aile ya da sülalenin kendi hayvanına ateşle veya kesici bir aletle uyguladığı bir işarettir. Kızgın demirle dağlamak suretiyle hayvanın sırtına vurulan işaret, bazen de bıçakla kulağa yapılır. Çevredeki herkes bir damganın kime ait olduğunu bilir ve yabancı bir hayvan hemen tanınır. Buradaki damgalı attan kasıt, yabancı bir aile veya boyun damgasını taşıyan attır.

Tonyukuk’un son cümleleri ise şöyledir: “İlteriş Kağan kazanmasaydı, onun ardından ben kazanmasaydım il yine, millet yine yok olacaktı. O kazandığı için, ardından ben kazandığım için il yine il oldu, millet yine millet oldu. Ben artık yaşlandım, kocadım. Her hangi bir yerdeki kağan sahibi bir millette benim gibisi olsa ne sıkıntıları olabilir?”. 

Türk, Vahit: Orkun'dan gelen ses. 2014



Akif Emre'nin objektifinden İslam coğrafyası