30 Ağustos 2017 Çarşamba

Çin Seddi 6000 km. Yeni Demir İpek Yolu 6000 km. ?!?!




                                                                   Çin Seddi, 1997

                                                      Ceddime 2000 yılda ördükleri 
                                                             6000 km.lik Duvar          

            Çin Sedd'inden Rumeli'ne
            Kurban Olayım
            Asil Ceddi'me. 

            Atlantik'ten Pasifik'e
            Bir Kıvılcım Yeter
            Aziz Milletime



Çin, geçmişte 2000 yıllık bir süreç içerisinde Türklere karşı 6000 km uzunluğundaki Çin Seddi’ni örerek topraklarını Türk akıncılarına karşı koruma yoluna gitmişti.  

Günümüzde ise Çin ile Türkiye arasında 2039'da tamamlanacak 6000 km'lik yeni demir-ipek yolu; tefekkür ile tekerrür etmeyen tarihe bir örnektir. 

29 Ağustos 2017 Salı

Siyaseti fikirler, ortak değerler ve projeler üzerinden tartışmak

Ömer Dinçer

Ömer Dinçer

odincer@htgazete.com.tr

Siyaseti fikirler, ortak değerler ve projeler üzerinden tartışmak


SİYASET en basit tanımıyla, “halka ait sorunları çözme yöntemi” dir. Başka bir ifadeyle, siyaset, “toplumsal talepleri örgütleme ve onlara uygun cevaplar verme” sürecidir. Eğer konuya devlet (veya iktidar) açısından yaklaşılırsa, “devletin faaliyetlerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünü” anlamına gelir.
Siyasetin bir de olumsuz anlamı var. “Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme.”
Ülkemizde siyasete maalesef bu olumsuz ve “her durumda işini yürütme”, “üste çıkma” anlayışının egemen olduğunu belirtmek gerekir. Bu yaklaşım tarzı siyasi tartışmaları bir yandan kişiler üzerine odaklarken, diğer yandan seviyesini düşürüyor. Siyaseti kişiler üzerinden tartışmak ise hem gerçek sorunları unutturuyor hem de ülkeye zaman kaybettiriyor.
Hâlbuki siyasete kalite getirmenin en bilinen yolu fikirleri tartışmak, ortak değerler oluşturmak ve toplumsal sorunların çözümüne uygun projeler geliştirmektir.
Güçlü bir millet olmak bir insan soyuna veya bir inanç sistemine dayanmaktan çok, ortak fikirler ve değerler geliştirmekle mümkündür.“Tek millet, tek vatan, tek devlet ve tek bayrak” gerçekleşsin isteniyorsa, kutuplaştırmak ve ötekileştirmek yerine ortak değerleri ve fikirleri olgunlaştırmak gerekir.
Çünkü fikirler insanlar gibi ölümlü değildir, somut ve birleştirici bir nitelikte inşa edildikleri zaman, kendi ölümsüzlüklerini bütüne de taşırlar. Böyle bir durumda fikirler tek başına ya da kitleler halinde çeşitli ırkları ve farklı inançları kucaklayacak güce ulaşır.
Osmanlı devletini 600 yıl boyunca evrensel bir güç haline getiren nedir, sizce? Üç Semavi dini ve pek çok ilkel inanışı bir arada tutan, değişik soyları aynı misyon etrafında toplayan, Ermenileri “millet-i sadıka”yapan güç, ortak bir fikirler ve değerler setidir. “Osmanlılık fikri”özümseyici bir güç olarak her dinden ve her soydan insanı ortak bir çaba etrafında birleştirmiştir.
Bu, Osmanlı Türklerinin Müslüman kalmadığı anlamına gelmez. Tam aksine Osmanlı Türkleri Müslüman kalarak, büyük bir millet olmanın ve imparatorluk kurmanın hamurunu yoğurmuştur. Osmanlı devleti, modern bir kavramla çoğulcu bir toplumdu ve farklı olanları kendine benzeterek değil, farklılıkları yaşatarak ortak bir vizyonla birleştirmeyi başarmıştı.
Cumhuriyetin en önemli sorunu da ortak fikirler ve değerler üretememesidir. Cumhuriyet bir millet olmayı, birlik oluşturmayı gelecek nesilleri şekillendirerek, daha doğrusu herkesi “tek tipleştirerek”gerçekleştireceği yanılgısına düştü.
Bu yanılgı ülkemizde büyük bir enerji ve zaman kaybına neden olmuştur. Devletin ideolojik yapısı ve bu doğrultuda toplumu şekillendirme çabası ise kutuplaşma ve zaman ilerledikçe kutuplar arasındaki çatışmaların şiddetlenmesi sonucunu doğurdu.
Maalesef iktidar aktörleri değişse bile sonuç değişmiyor. Üstelik yaklaşık yüz yıllık tecrübeye rağmen, toplumu kendi düşüncesi etrafında şekillendirme yaklaşımı kendi dışındaki seçeneklerin görülmesine de engel oluyor.
Geçmiş bütün tecrübeler, iktidarın kendisi gibi düşünmeyeni ötekileştirme ve sesini kısma çabasının siyasal ve sosyolojik olarak halkı kutuplaştırdığını gösteriyor. Buna karşın demokrasi, çoğunluk değil çoğulculuk, insan hak ve özgürlükleri, popülizmden uzak politikalar diyerek yola çıkan AK Parti’den bu paradigmayı değiştirmesi beklenir.
2004 yılında, çok doğru bir şekilde, “Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma” projesinin ana teması zihniyet değişimi olarak belirlenmişti. Kamu yönetiminde paradigma değişimi tek tipleştirme olgusuna karşı çıkıyor ve eski Türkiye’nin alışkanlıklarını değiştirmeye çalışıyordu.
Hiç şüphesiz ülke sorunlarını farklı şekillerde önceliklendirmek mümkün. Bazıları için farklı sorunlar daha öncelikli olabilir. Ama gerçekten tek bir millet olmak isteniyorsa önce zihniyetimizi ve siyasete yaklaşımımızı değiştirmek gerekiyor. Sonra da ekonomi için yeni gelecek projeleri hazırlamak...

Gençlik ne ister? -Gerçeği, önce gerçeği! 27 Ağustos 2017

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Erdem Ulaş: Videolar

Biyografilerde Rusya

Yaşayan Türk Düşünürleri: Mahmut Arslan

Mütefekkir Güç

Rus edebiyatı toplumsal analiz ve süreçlerin analizleri konusunda geniş bir veri tabanı sunmakta ve Rus yazarların toplumsal ve siyasal süreçlerle, kitle ve birey psikolojisi ile ilgili üretimleri istihbarat teşkilatlarına yeni teknikler ve esinlemeler sağlamaktadır ve bu anlamda gerçekten tam bir klasiktirler. 

İngiliz felsefecileri ve edebiyatçıları da uluslararası ilişkiler dünyasında ciddi şekilde izlenirler. Onların da yaklaşım, analiz ve teknikleri; istihbarat, diplomasi, askerlik ve ekonomide etkin şekilde kullanılır . İngiliz ve Rus entellektüel dünyası birlikte incelendiğinde iki ülkenin dünyada dayandıkları kültürel arka planı ihmal etmek mümkün değildir. 
Doğu’nun ve Batı’nın entellektüel ortak kümesinin bu iki ülke tarafından bu kadar etkin kullanılması onların diplomatik, antropolojik, istihbari ve askeri başarısını anlamamızı sağlamaktadır. Bu anlamda İngiliz ve Rus mütefekkirler birer hazine vasfını hala korumaktadır. 
Batı’nın entellektüel dünyası analiz edildiğinde Alman, Fransız, İngiliz ve Rus başarılarının tesadüfi olmadığı ortadadır. Batılıların yaptığı aslında basittir: Türklerin ve İslam coğrafyasının yükselişini sağlayan Türk-İslam mütefekkir ve devlet adamlarını iyi etüd ederek kendilerine uyarlamak ve elde ettikleri bilimi kullanarak devletlerini kuvvetlendirmektir. 

İngilizler bu konuda büyük gayret sarfetmişler, Ruslar ise içlerindeki ve komşu coğrafyalardaki egemen Türkler tarafından itilip kakılan, kıymeti bilinmeyen mütefekkirlere, bilim insanlarına ve sair elite, ama kesinlikle darbeci ve devlet düşmanı olmayanlara, kapılarını açarak ve rasyonel bir ortaklık kurarak müthiş birikimi değerlendirmişlerdir. Bütün bunlarla birlikte iki gücün de ciddi sorunları bulunmakta ve bunları aşmakta zorlanmaktadırlar. 


25 Ağustos 2017 Cuma

Tales from the new Silk Road

Bilim Tarihi silsilesi, İhsan Fazlıoğlu
















  Retweetledi
Kayıp Halka/ silsilesi Hikemi Meşşai İrfani Nazari İşraki Riyazi Astronomi Riyazi Hendesi Çoğunu tanımıyoruz.

750.000 civarında MA-PhD tezinin PDF metinlerine erişim imkanı:

İpek Yolu Kitaplığı/Silk Road Library





TÜRKÇE
  1. İpek Yolu Nadir Devlet Türk Tarih Kurumu Ankara 1999
  2. Önce Çinliler, sonra Araplar, en son Avrupalılar: İpekyolu Gezginleri Prof Daniel Waugh, Adela Lee Bilim ve Gelecek 2006 Tuerqin.Com
  3. Türkler-1  İpek Yolu Türkler , Türk ve Türkiye Tarihi
  4. Türkler-2  Türk Dünyası Türkler , Türk ve Türkiye Tarihi
  5. Türkler-3  Türkler Türkler , Türk ve Türkiye Tarihi
  6. Türkler-4  Türkler Ve Çinliler Kültür-1 Türkler , Türk ve Türkiye Tarihi
  7. Türkler-5  Türkler Ve Çinliler Kültür-2 Türkler , Türk ve Türkiye Tarihi
  8. Türkler-6  Uygurlar Türkler , Türk ve Türkiye Tarihi

  9. Murat ÇİZAKCA Fiyat Tarihi Ve Bursa İpek Sanayii: Osmanlı Sanayiinin Çöküşü Üzerinde Bir İnceleme, 89-114 1980-güz Toplum ve Bilim Dergisi
  10. İpek Yolu Dinleri Richard C.Foltz Medrese İstanbul 2006 107-9 Asya: İpek Yolu
  11. Dunhuang Efsaneleri-İpek Yolunda Anlatılan Efsaneler Chen Yu Okyanus İstanbul 2000 107-9 Asya: İpek Yolu
  12. İpek Yolu'nun Uygarlıkları DVD National Geographic İstanbul 2005 107-9 Asya: İpek Yolu
  13. Bey ile Büyücü-Avrasyada Tanrı, Hükümdar ve İktisat Osman Karatay Doğu Kütüphanesi İstanbul 2006 107-9 Asya: İpek Yolu
  14. İpek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi Hans Wilhelm Haussig Ötüken İstanbul 2001 107-9 Asya: İpek Yolu
  15. İpek Yolunda Yaşam Susan Whitfield İnkılap İstanbul 2005 107-9 Asya: İpek Yolu
  16. İpek Yolu: Çin ve Roma Arasında Eski Dünya Kültürü Helmut Uhlig Okyanus İstanbul 2000 107-9 Asya: İpek Yolu
  17. İpek Yolu: Doğunun ve Batının Aşkla Buluştuğu Yer Colin Falconer İnkılap İstanbul 2001 107-9 Asya: İpek Yolu


silk road ile ilgili görsel sonucu

İNGİLİZCE
  1. Life Along the Silk Road Susan Whitfield John Murray UK 1999 107-9 Asya: İpek Yolu
  2. The Last Caravan on The Silk Road Arif Aşçı Kaleseramik İstanbul 1998
  3. The Silk Road-An Ancient Road to Central China Li Boning China Three Gorges Publishing House Beijing 1993
  4. The Main Silk Road Trails Çin Haritalar Haritalar
  5. The New Silk Road- Secrets of Business Success in China Today John B.Stuttard John Wiley USA 2000 107-11 Asya: Çin
  6. The Silk Road - From Xian to Kasghar Judy Bonavia Odyssey Hong Kong 1999 107-9 Asya: İpek Yolu










23 Ağustos 2017 Çarşamba

İLİM BİLİM / ALINTILAR

İLİM BİLİM / ALINTILAR

ÜNİVERSİTELERDE İLİM VE BİLİM ARASINDAKİ FARK SORGULANMALI
Akademisyenler ve üniversiteler olarak bunu sorgulamamız gerekiyor. İlim ve bilim diyoruz, bunlar aynı şeyler değildir. Biz bunların ne olduğunu bilmiyoruz. Bilim hakikati teslim alma çabasıdır. İlim ise hakikate teslim olma çabasıdır.

BİLİM DE TEKEBBÜR İLİM DE TEFEKKÜR DOĞUYOR
Hakikati teslim alma çabası insanı tekebbüre götürür. Tekebbür büyüklenmektir. Dolayısıyla hakikatin izini silmekle sonuçlanır. Bunu savunan modernitenin kurucusu diyebileceğimiz Descartes’in bir sözü vardır: “Doğanın hâkimleri ve efendileri olacağız” der. İnsanların nasıl yoldan çıktığını buradan anlayabiliriz. Halbuki ilim tekebbürle sonuçlanmaz, tefekkürle sonuçlanır.” http://www.islamveihsan.com/yusuf-kaplan-ile-egitim-sistemindeki-sorunlari-konustuk.html


“İslam’ın hikmete dayalı ilim/bilim anlayışı ile Batı’nın “ideolojik bilim” anlayışı ilişkili oldukları medeniyetler bağlamında farklı şeyleri ifade etmektedirler.” http://isamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_IRGATM.pdf

“hatta bilimadamı, akademisyen, vs. bile olunabilir ve fakat kesinlikle ilim sahibi olunamaz.” http://www.yenisafak.com/yazarlar/ducanecundioglu/ne-ilmi--hepsi-hik%C3%A2ye-7124

“Zira hikmetin ilim ve amel bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiği, tek başına ilme veya ilimsiz amele hikmet denemeyeceği anlaşılmıştır. Dolayısıyla bu tür bir kullanım ancak mecaz olarak kabul edilebilir.” Kur`an`a göre hikmet kavramı / Wisdom in the Quran. İçinde: Yazar:SELMAN KUZU / Danışman: PROF. DR. SUAT YILDIRIM / Yer Bilgisi: Sakarya Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı / Tefsir Bilim Dalı / Konu:Din = Religion / Dizin:Hikmet = Wisdom ; İslam dini = Islam religion  Onaylandı / Yüksek Lisans / Türkçe / 2002 / 348 s.

İlimsiz bilim sakat kalır, İnsanı nereye götüreceği belli olmaz. Ama ilimin yanında bilim insanın imanını arttırır, tabiat kitabını okumak mesabesindedir ki belki de Kur'an okumak gibidir. Allah'ın ayetleri tabiatta da vardır, Kur'anda da vardır. Okumasını bilen okur, okumasını bilmeyense sadece bakar, bakar ama göremez. “  http://www.mademir.com/2013/03/ilim-ile-bilim-arasndaki-fark.html


Bu da, yazarımızın öne çıkardığı ilmin dinî, îmânî ve uhrevî niteliğini ortaya koymaktadır. Söz konusu olan, mutlak manada ilim sahibi olmak veya öğrenilen bilgilerle Dünya'ya hükmetmek değil, ilmi, Allah'ı tanımak ve Ahiret'i kurtarmak için ...” https://books.google.com.tr/books?id=SohNAQAAIAAJ&q=ilim+bilim&dq=ilim+bilim&hl=tr&sa=X&redir_esc=y

“Örneğin 1911 yılında Beyanü’l-Hakk dergisinde imzasız yayımlanan bir makalede (Yakuboğlu, 2006, s. 150) iki medeniyetin ilme bakışı şu şekilde karşılaştırılmaktadır: Batı Medeniyeti nazarında dini ilimler denince sırf inanç ve din felsefesi akla gelir. Bizde ise dini ilimler denilince bu kadar dar bir mana anlaşılmayıp toplumun dünya ve ahretini mamur edecek ilimler ve fenler akla gelir. Mesela dini ilimler bizde tefsir, hadis, usul-i fıkıh, füru-u fıkıh, kelam ilmi, İslam felsefesi gibi bir takım yüksek ilimlerdir. Bunlara giriş olmak üzere on iki kısma ayrılmış bir ulum-u âliye (alet ilmi) ve fünun-u edebiye vardır. Hal böyle olunca bütün ilimler dini ilim olarak anlaşılmış ve zaman içinde dünyevi amaç ve gelişmelere yönelik ilimler (riyazî ilimler) medreselerde itibar edilmez olmuşlar; bundan sonra riyazî ilimler değerini yitirmiş, bu da ilimde gerilemenin ve medresede ilmi yozlaşmanın sebeplerinden biri olmuştur.” http://dergipark.gov.tr/download/article-file/4336

“İlim bizim medeniyetimizde aklın ibadeti olarak görülmüştür…”
İlim bizim medeniyetimizde aklın ibadeti olarak görülmüştür. İlim ve bilim, alim ve bilgin aynı kavramlar değildir. İlim en başta eşyanın hakikatini tespit etmeye çalışmaktır. Çok okuması bir kişinin onun alim olduğu anlamına gelmez. İlim en başta kendini bilmektir. Marifet olmadan ilim, ilim olmadan irfan olmaz. Kişi kendini bilirse rabbini bilir rabbini bilen eşyanın hakikatini öğrenmeyi gaye edinir. Marifet yoksa, kendini bilme yoksa ilimde yoktur. Bilgi kişiyi hikmete taşımıyor, insanın kalbine gönlüne hitap etmiyor. Kişiyi halden hale çevirmiyorsa o ilim değildir olsa olsa malumattır. Bu eser harflerin, ciltlerin, mürekkeplerin ötesindedir. Bu eserde ilim, aşk, eşyanın hakikatini bilme gayesi öne çıkıyor. Bir medeniyet muhayyilesi öne çıkıyor. 

“Asırlar boyunca devam eden ilmi çalışmalar, yazılan her kitap bir tek kitabın daha iyi anlaşılması içindir…”
Tarihimizle her zaman gurur duyduk. Ve duyuyoruz ama asıl gurur duyacağımız bu eser ve ilmi eserlerimizdir. Asırlarca yapılan nice yollar bozuldu, imar edilen şehirler harabeye döndü ama bir medeniyetin birikimi olan bu eserler bugünlere kadar ulaştı. Asırlar boyunca da ilerleyecek her kitap bir tek kitabın daha iyi anlaşılması içindir. Bu eserler bizlere yol gösterecek, ışık tutacak. Allah emeklerinizi karşılıksız bırakmasın.” https://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/yuzyilin-islam-kultur-hizmeti-odulleri-sahiplerini-buldu%E2%80%A6/12665?getEnglish=

“İLİM VE BİLİM
Hak isteseydi kendini aşikar etmezdi ama, bilinmek istedi ki; gizli hazinesini açtı. Güneş’i ve diğer gezegenleri nasıl yarattıysa, velileri de O’nun büyük hakikatini anlatsınlar diye halk etti. Nasip işte!.. Kimisi kozmozun derinliklerine kadar girip alemleri keşfettiğini zanneder de, Hak’ın nuruyla gaydınlanmak istemeyip, tüm bu yaradılışa tesadüf der. İlim ile bilimi ayrı kefeye koyup Güneş’e ömür biçer ve  buna da bilim der. İlmiyle amil olmayan, ilmiyle arif olmayanın vay haline!.. İşe yaramayan bilgi hamallıktır, pas tutar yüreklerde. Ey insanoğlu Yunus’un söylediklerine kulak ver!..
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

“İLİMDE-DİNDE-SİYASETTE ÇÖKÜŞ
İslam dünyasının ilmen çöküş dönemi İbn Kemal Paşadan (941 H./1534 M.)başlar ve zamanımızda da (1993 M./1413 H.) devam eder. Burada bir noktaya açıklık getirmek gerekmektedir. İbn Kemal Paşa zamanından 1774 yılına kadar ilim adamı medreselerde yetişti. Burada kastedilen yalnız din adamı değil, zamanında okutulan bütün ilimler medreselerde okutulduğu için 1774 yılına kadar ilim adamı denince her bilim dalına ait ilim adamını kapsar (İlahiyatçı, hukukçu (fakih), astronom, fizikçi vs.) İbn Kemal Paşadan sonra ilim çöküşe geçti, demekle medreselerdeki öğretimin gevşediğini, bozulduğunu, bilgi seviyesinin düştüğünü kastediyoruz. Bundan önceki döneme duraklama, taklit ve mezhepçilik diyoruz. Yani duraklama dönemi ile çöküş dönemi arasındaki fark duraklama döneminde yetişen âlimler okuduklarını anlıyorlar ve bazen da ince eleştiriler ve cüzi yorumlar-kendi mezhepleri içinde ortaya koyabiliyorlardı. Çöküş döneminde ise okuduğunu anlamıyor daha öncekilerin sözlük manalarını aşamıyor, düşünce seviyesi düşüyor ve artık medreseden şikâyetler gittikçe yoğunluk kazanıyordu.“ http://ilsam.org.tr/islami-anlama-ve-anlatma-metodu-akililim-kaynagi-prof-dr-huseyin-atay/


Bazı sorular
İlim ile bilim arasında ne farklar nelerdir?
İlim bilim birlikteliği (beraberliği) ne demektir? Örneklerle…
İlim bilim kopukluğu ne demektir? Örneklerle

Hikmetli Kılan “İlim”den Kudretli Kılan “Bilim”e : Çağdaş İslâm Entellektüel Algısında Niyet Sapması / Muhammet İrğat. -- Elazığ, 2016. I. Uluslararası Sosyal Bilimler Sempozyumu 13-14-15 Ekim 2016, Asos Congress Bildiri Kitabı = I. International Symposium on Social Science 13-14-15 October 2016, Asos Congress Conference Proceedings, 1528-1537. sayfa. http://isamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_IRGATM.pdf

----------------.















22 Ağustos 2017 Salı

Halil İnancık-Eyüp Sultan Tarihi

Halil İnancık-Eyüp Sultan Tarihi SUNUŞ EYÜP SULTAN TARİHİ ÖN ARAŞTIRMA PROJESİ HALİL İNALCIK

Halil İnancık-Eyüp Sultan Tarihi 


Fotoğraf

Bu çalışmada toprak ve köyle ilgili bazı hususlara dikkati çekebilmekamacıyla köy terekelerini kullandım. Terekeler bir şahsın ölümünde kaydı tutulan tüm maddi varlığının listesidir; kaydedilen her bir nesnenin kadı tarafından kıymeti saptanmıştır. Bir insanın bütün mal varlığını bir liste olarak gördüğünüz zaman onun sosyal hayatına ait birçok şeyi de öğrenebilirsiniz. Servetini nasıl kullandığını orada görürsünüz; borç ve alacaklarının listesini orada bulursunuz. Bu sicillerde görüyoruz ki, borçlanma ve faiz Osmanlı cemiyetinde çok yaygındır. Kadı listelerinde, örneğin bir köy ağasının köylüye küçük miktarlarda yaptığı ikrazları buluyoruz. Müslümanlardan faiz alacağı gösterilmemiş; fakat gayrimüslimler üzerine faiz alacağı yazılmıştır. 

Burada köy sicillerinden tipik bazı terekeler incelenerek, örneğin üçyeniçeri, iki gayrimüslim, bir imam, bir seyit ve sıradan bir köylünün terekelerine bakarak, onların maddi varlıklarından sosyal faaliyetlerine dair bir yorum denemesi amaçlanmıştır. Genel olarak köy sicilleri azdır. Köy sicillerini kullanarak "köyde sosyal hayat" hakkında ilk çalışmayı Bursa köyleri üzerine bir araştırmamda denemiştim.1 Eyüp sicilleri de İstanbul etrafındaki köylerde geçen yaşantının sadık bir aynasıdır: Bir başka deyişle, köylülerin ekonomik ve sosyal faaliyetlerini anlamak; yetiştirdikleri hayvanları, tarımsal ürünleri, çeşit ve miktarlarını, servetlerinin hangi mallardan meydana geldiğini belirlemek için elimizdeki tek kaynaktır. Söz konusu üç yeniçeriden en zengini Ahmed Beşe (veya Ahmed Ağa) Terkos nahiyesine bağlı Ormanlı Köyü'ndendir2. Bu yeniçerinin 12 ineği ve üç çift öküzü bulunmaktadır. Çift öküz çok mühim bir göstergedir. Üç çift öküz demek, o kişinin bugünkü değeriyle tarım yapmak için üç traktörü var demektir. Genellikle köylünün bir çift öküzü olur; tek öküzü olur veya hiç öküzü olmayabilir. Yani köydeki, kırdaki iktisadi faaliyetin ölçüsü öküzdür. Çifthane sisteminde aile kadar öküz gücü önemlidir. Bizans vergi sisteminde vergi toprağa göre değil, öküz sayısına göre tayin edilirdi. Üç çift öküze sahip olması bu yeniçerinin büyük arazi işliyor olması anlamına gelir. Ahmed Beşe'nin 12 inek sahibi olması ise, onun çok süt istihsal ediyor olmasına işaret eder. İstanbul civarındaki tarım faaliyetlerinin ağırlığı süt ve kaymak, yoğurt, peynir gibi süt mamullerine dayanırdı. O devirde İstanbul'un yarım milyona yaklaşan nüfusunun süte ve süt mamullerine olan ihtiyacı aşikâr. Onun için, İstanbul etrafındaki çiftliklerin çoğu mandıralıydı. İyi para getirdiği için bu çiftlikleri ve mandıraları devlet ileri gelenleri, vezirler, paşalar, ulema ve bu sicilde gördüğümüz gibi emekli yeniçeriler elde etmeye çalışır ve işletirlerdi. Eyüp Projesi çerçevesinde toplanan birinci atölyede sunduğum tebliğde yineköy ve köylüler üzerinde durmuştum. Kadıasker Feyzullah Efendi'ye ait muazzam bir çiftliği bir yeniçerinin kiralayıp işlettiğini ve esas faaliyetinin sütçülükve süt mamulleri üretimi olduğunu göstermiştim.3 İstanbul civarındaki çiftlik ve mandıralardaki önemli ekonomikfaali-yellerden biri hayvan yetiştirmekti. (Söz konusu sicillerde adı geçenyeniçerilerden birisinin de 300 koyunu bulunuyordu.) Ahmed Beşe'nin de koyunticaretine para yatırmış olduğu anlaşılıyor. 100.000 akçe ile bir ortak tutupkoyun ticareti yapmakta olduğunu görüyoruz. Ayrıca öldüğü zaman arkasında 38,5ton kadar çeşitli tahıl, buğday, arpa vb bırakmış olduğu görülüyor. Demek ki,iktisadi faaliyetleri çeşitli: sütçülük, tahıl tarımı ve koyun ticareti yapıyor.Terekesinin dökümünde ev eşyasından sonra ekonomik faaliyetlerine temel olan malvarlığı teker teker bildiriliyor. 12 inekten başka malak, tosun, düge vekeçileri var. Hepsinin kaçar adet olduğu ve değerleri verilmiştir. Toplamserveti 1.180 altın değerinde. (Burada akçeyi altına çevirdim, çünkü akçeninbelli bir devirdeki değeri ger çek bir fikir vermez. Örneğin belgelerin aitolduğu 18. yüzyılda akçenin rayici hayli düşüktür). Eyüp sicillerinde karşımıza çıkan bir başka yeniçeri de yukarıda söz ettiğim,Terkos nahiyesine bağlı Azadlı Köyü'nde bulunan eski kadı askerlerden Feyzullah Efendi'nin çiftliğinde icarla çalışırken vefat eden Sütçü Mustafa idi.4Mustafa'nın ikişer dişi dügesi, kara sığırı, tosunu, manda tosunu ve üç malağıve tarım araçları vardı; ambarında da 15 ton tahıl bulunuyordu. Mustafa yeniçerinin tahıl üreticisi ve yoğurtçu olduğu anlaşılıyor, çünkü Mustafa öldüğüzaman Yoğurtçubaşı'nın kendisine 24.000 akçe borcu vardı. Demek ki MustafaYoğurtçubaşı'na, yani Saray'a yoğurt temin ediyordu. Ayrıca bu yeniçeri,beylerin ve yeniçeri arkadaşlarının pa-ralarını işletiyor, faize veriyordu.Öldüğü zaman birçok kimsede alacağı gözüküyor. Fakat bir önceki Ahmed Ağa'yaoranla Mustafa'nın serveti oldukça kısıtlı. Hesaplarımıza göre Mustafa yalnızca450 altın değerinde bir mal varlığına sahipti. Sicillerimizde karşımıza çıkan üçüncü yeniçerinin adı ise Ali Beşe.5 GeneTerkos nahiyesinin Karacaköy ahalisinden olan Ali Beşe'nin de üç çift öküzüvardı. Demek ki, o da tahıl yetiştirmekle uğraşıyor olmalı. Senede 7 ton tahılSayfa 5
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Halil İnancık-Eyüp Sultan Tarihiürettiği anlaşılıyor. İki ineği olduğuna göre de, demek ki, yoğurt ve sütsatıyordu. Ayrıca birçok kimseden alacağı vardı ve bunların toplamı da epeyyüklüydü: 20.000 akçe. Bu alacaklar sattığı mal karşılığı gerçekleşmiş olabilir;ya da verdiği borçların ve faizin karşılığıdır. Ancak ikinci olasılığın dahagüçlü olduğunu söyleyebiliriz. Ali Beşe'ye borçlu olanlar arasındagayrimüslimler de bulunuyordu. Tüm servetinin toplamı ise 235 altındeğerindeydi. Elimizdeki 18. yüzyıl ortasına ait defterlerde en yüksek servet sahibiolanlar bu üç yeniçeridir. Köylerindeki iktisadi faaliyetleri öteki köylülereoranla çok daha geniş ve çeşitlidir. Büyük ölçüde sütçülük yapıyorlar, hayvansatıyorlar, tahıl yetiştiriyorlar ve satıyorlardı. 18. yüzyılda İstanbulpazarında yeniçerilerin iktisadi faaliyetleri çok genişlemiş görünüyor. Nedenide bu yeniçerilerin vergiden muaf olmalarıdır. Yani diğer köylülerin onlarakarşı rekabet olasılığı bulunmuyordu. Askeri sınıfın yüksek kademeleri, uzaktan rantiye durumunda oldukları halde,bu yeniçeriler fiilen iktisadi alanda etkin girişimciler olarak ortayaçıkıyorlar. Bu kısa analizden çıkardığını başka bir sonuç şudur: Osmanlıtoplumunda sınıflar konusunda bir genelleme yapmak mümkün gözükmektedir. 15.yüzyıl Bursa terekeleri üzerinde yaptığım araştırmaların sonucu Bursa gibi birticaret ve sanayi merkezinde dahi en zengin sınıfın tüccar ve dokumacılar değil,askeri sınıf üyeleri olduğu anlaşılmaktadır. Bursa'da 40-50 dokuma tezgâhı olangerçek kapitalist dokumacılar vardı; fakat onlar dahi servet itibariyleaskeriyeyi geçemiyorlardı. 18. yüzyılda büyük şehirlere yakın köylerde enzengin, en girişimci insan askeri sınıf üyeleridir. Bu bize Osmanlı toplumyapısının çok ilginç bir yönünü belirtiyor. O da, Osmanlı Devletin'de servetkaynaklarının askeri sınıfın, yani sultanla ilişkisi olan sınıfın kontrolüaltında olduğudur. Timar, mülk ve vakıf yoluyla toprak onların kontrolü altındaolduğu gibi, zamanla ticaret ve sanatlar da aynı şekilde askeri sınıfın kontrolüaltına girmiştir. Mısır, Memlûklerden önce çok gelişmiş özel bir ekonomiyesahipti.6 E.Ashtor gösterdi ki bu ekonominin düşüşü 14.-l5. yüzyıllardaMemlûklerin son döneminde imtiyazlı askeri sınıf iktisadi hayatı kontrollerialtına alınca başlamıştır. Osmanlı patrimonyal toplumunda da aynı gelişmeyigörüyoruz. Genelde Osmanlı sosyal tarihinde tartıştığımız önemli bir konu var: Osmanlıdevletinin durağan bir ekonomiye sahip olması, değişmeye karşı direnen birtoplum haline gelmesi, bir başka deyişle, Batı'nın özel girişime dayanan, uzakpazarlara genişleyen ekonomileri yanında Osmanlı ekonomisinin bir kumandaekonomisi olması, ekonomik hayata askerlerin hâkim olmasıyla açıklanıyor.Sultanın kanunu "Toprak ve reaya sultanındır" diyor. Toprak devletin olunca herşeyi kontrol ediyor demektir. Asya patrimonyal devletlerinde iktisadi kaynaklardevletin kontrolü altında olmasına karşın, Batı'da sivil toplum gelişiyor.Osmanlı'da halk tabakalarının, sosyal sınıfların gelişmesine yol açan birserbestlik göremiyoruz. 17. yüzyıldan beri kırsal bölgede topraklar, çiftlikler gittikçe daha fazlaaskeri sınıfin, çavuşların, yeniçerilerin eline geçiyor. Köy sicillerinde buolgunun elle tutulur örneklerini görüyoruz. İstanbul civarındaki köylerde zenginsınıf, yeniçerilerdir. Askeri sınıfın en zengin olanları ise sultana en yakınolanlardır. Sicillerimizde Hibetullah Sultan'ın annesi Mihrişah Kadın'ın biralım kaydı bulunmaktadır.7 Mihrişah, İmparatorluğun buğday ambarı sayılan Teselya Feneri'nde bir çiftlik satın alıyor. Bu çiftlikte 40 çift öküzü vardır.Bir başka deyişle 40 çift öküzle işlenen muazzam bir tarım arazisi sözkonusudur. Mihrişah'ın çiftliğinde ayrıca 4 mandırası, 2 dönüm bağı ve 180koyunu bulunmaktadır. Mihrişah demek ki bürokratlara yakın adamlar aracılığıyla bu çiftliğin varlığını haber almış. Fener'deki bu zengin çiftliği İstanbul'daki bir tüccar alamıyor; ama Hibetullah Sultan'ın annesi hemen gidip bu muazzam çiftliğe el koyabiliyor. Teselya askeri sınıfin kontrolünde büyük çiftliklerin teşekkül ettiği, özel bir gelişme çizgisi olan bir bölgedir. 19. yüzyıla kadar orada büyük çiftliklerin nasıl oluştuğunu Ö. L. Barkan bir araştırmasında elealmıştır. Eğer askeri sınıf mensuplarını bir tarafa bırakıp gayrimüslimlere gelecekolursak: Burada örnek olarak aldığımız gayrimüslimlerden birincisi, Yani Veled-iİstrati, Safraköy'de yaşamış;8 ikincisi Rali Veled-i Nikola ise FarkaKöyü'nden.9 Yani'nin 2 çift öküzü var. 2 çift öküz demek epey arazi işliyordemek. Ayrıca 11 ineği var; demek sütçülük de yapabilir. Ambarında 70 ton tahılürünü bulunuyor. Gene de serveti yeniçerilerle karşılaştırıldığında oldukçamütevazı; ev eşyası dahil bütün malvarlığının toplanı değeri 145 altındır. Fakatbunun bir köylü için oldukça önemli bir meblağ olduğunu söyleyebiliriz. Rali Veled-i Nikola örneği, İstanbul civarında ekonomik faaliyetlerinçeşitliliğini göstermek bakımından oldukça ilginçtir. Rali'nin 11 dönüm bağıSayfa 6
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Halil İnancık-Eyüp Sultan Tarihi bulunuyordu; bu oldukça büyük bir bağ demektir Onun iktisadi faaliyeti sirke ve rakı yapımıdır. Terekesinde 500 medre sirke, 20 medre rakı bırakmış olduğu görülüyor. Toplam serveti ise 100 altın kadardır. Genellikle Rumlar bağcıdır. Ayrıca Rali'nin ürününü taşımak için bir beygiri, muazzam fiçıları vardır. Bunlar çok pahalı fiçılardır. Başka bir incelemede de gösterdim ki, Bursa'da, denize yakın Kurşunlu köylerinde (bunlar oldukça zengin Rum köyleridir) Rumların başlıca faaliyetleri bağcılık, zeytin yetiştirmek ve şarap ile zeytinyağı üretmektir. Bu ürünleri denizyoluyla İstanbul'a sevk ediyor olmalıydılar. İstanbul köylerinde de aynı faaliyetleri sürdürmekte olduklarını görüyoruz. İlmiye sınıfı mensuplarına bakacak olursak: Sicillerimizde adı geçen PetnahorKöyü ahalisinden İmam Osman Efendi'nin bütün serveti 36 altındır.10 Yukarıda adı geçen Rali'nin 100 altını, yeniçeri Ahmed Ağa'nın 1.180 altını olduğunu hatırlarsak imamın mal varlığının ne kadar mütevazı olduğunu anlayabiliriz. Fakat söz konusu imam okuyan bir imammış; terekesinde hayli kitabı bulunmaktadır. Evinde bulunan kitaplar arasında bir Mushaf-ı Şerif (l .000 akçe değerindedir ve çok pahalı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz); İbrahim Halebi'nin mültekası (hukuk kitabı, 300 akçe); Taberi tarihi (200 akçe); Birgivîşerhi (bu çok ilginç; Birgivî'nin tefsiri Kuran'ın dar ve mutaassıp biryorumudur); Menâsik-ül Hac (Hacı olacaklara yol-yordam öğreten bir kitap); Türki kitap (120 akçe); Ferayiz 13 (kadı mahkemelerinde miras paylaşımı için kullanılan bir elkitabı) ve bazı mecmualar bulunuyordu. İmamın malları arasında ayrıca 6 adet kara sığır ineği; 3.600 akçe değerinde 55 kovan (oldukça fazla sayıda); otluk, samanlık ve bir de 480 akçe değerinde kümesi bulunmaktaydı. Demek ki bu imam hem sütçülük, hem arıcılık, hem de tavukçuluk yapıyordu. İmam olduğu için doğal olarak ziraat yapamazdı. İneklerin varlığı kadın hukuku bakımından çok ilginçtir. Bursa köyleriüzerindeki araştırmalarımda gördüm ki, koca öldüğünde, miras taksim edilirken inek daima kadına verilmektedir. Sebebi açık. Miri toprak rejiminde toprağı kadın tevarüs edemez; çoluk çocuk ile kalmış kadının geçimi yalnız ineğe bağlıdır. Onun için inek daima kadına verilir. Söz konusu imam da ziraat yapamaz; dolayısıyla 6 inek ile sütçülük yapıyor, bal satıyor; tavukçuluk yapıyor, öyle geçiniyor. Fakat yine de bütün varlığı çok mütevazıdır; toplam değeri ancak 36 altına varmaktadır. İncelediğimiz bir başka din adamı da Makrohora (Bakırköy) Köyü'nde yaşamışolan Seyyid Mehmed'dir.11 Seyitler Peygamber neslinden sayıldığından imtiyazlıdır; vergi ödemezler. Seyyid Mehmed'in 2 çift öküzü bulunduğuna göre, demek ki tarım yapıyordu. Ambar stokundan da senede takriben 10 ton kadar tahılyetiştirdiği anlaşılıyor. 3 beygiri olduğuna göre belki taşımacılık dayapıyordu. Ve tüm serveti burada incelediğimiz diğer tereke sahiplerinden enaşağı olanlar arasındadır; Seyyid Mehmed'in ancak 10 altın serveti bulunuyordu. Son olarak söz edeceğim Alibey Köyü'nden Osman isminde biri.12 Bu adamın nearazisi, ne kovanı, ne de kümesi vardı. Geliri zimem-i nâstan; yanialacaklarındandı. Öldüğü zaman 15-20 kişinin kendisine borçlu olduğuanlaşılıyor. Açıkça görülüyor ki faizcilikle hayatını sürdürüyordu. Köydefaizcilik çok yaygındır; bunu Bursa köylerinde de saptadım. Köy tefecisi 100akçe, 300 akçe gibi küçük miktarlarda borç para verir. Bir başka deyişle köydedaima bir faizci bulunur; vergi zamanı geldiğinde köylünün elinde para yoktur;faizle para alır, vergisini öder. Dikkat ederseniz resmi belgelerde devlet daimaribaya karşı fermanlar çıkarır. Çünkü faiz oranlan kimi zaman yüzde 100'e varır. Çaresiz köylü borçlanır; borcunu ödeyemez; tefeci yüzünden kaçar; köyler dağılırve böylelikle devlet vergi kaynaklarını kaybeder. Ama Osman'nın zimem-i nastan başka bir gelir kaynağı da nardenk üretip satmaktır ki epey gelir sağlar kendisine. Nardenk, nardan yapılan bir çeşit helvadır. Demek ki Osman ağaçların altında yatıyor; faizi toplayıp yiyor ve keyfine bakıyordu. Görülüyor ki bir kişinin terekesinden onun iktisadi faaliyetlerini, gelir kaynaklarını, hayat tarzını öğrenmek mümkün olmaktadır. Sosyolog Appadurai eşyanın sosyal mahiyeti, yani sahip olunan gündelikeşyadan sosyal hayatı yorumlama konusunda öncü çalışmalar yapmıştır. Bu tür çalışmalar Osmanlı terekelerinin değerlendirilmesinde de yolgöstericiolabilir.13NOTLAR1 H.İnalcık, "A Case Study of the Village Microeconomy: Villages in the Bursa Sancak, 1520-1593", The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire.Essays on Economy and Society, s. 161-176, Bloomington, 1993.2 No. 188,s.59/l,71/3.3 H.İnalcık, 'Eyüp Projesi’, Eyüp: Dün/Bugün, s. 1-23 (no 184, S. 90/5),İstanbul, 1994.4 No. 184,s.90/5.5 No. 188,s.27/3.Sayfa 7
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Softwarehttp://www.foxitsoftware.com For evaluation only.

Halil İnancık-Eyüp Sultan Tarihi6 E. Ashtor, "The Economic Decline of the Middle East During the Late MiddleAges", Asian and African Studies XV, s. 253-286, Kudüs.7 No. 184,s.2/l,2/2.8 No. 188,s.46/l.9 No. 188,s. 15/2, 15/3.10 No. 188,s.35/2.11 No. 188,s.3/3.12 No. 188,s.29/3.13 A.Appadurai (ed.), Social Life of Things. Commodities in Cultural Perspective, Cambridge, 1986