14 Ağustos 2017 Pazartesi

Distopya; Süleyman Seyfi Öğün

14 Ağustos 2017

Doğu Batı Dergisi yine güzel bir özel sayı daha hazırlamış. Henüz okumadım. Tâkipçi tarafı kuvvetli bir arkadaşım; Dr.Sabahattin Şen haberdâr etti. Özel sayının adı Distopya.

Sâdece kavrama bakıp , acı acı gülümsememek mümkün değil. Aslında acı acı gülmek biraz da ağlamaktır ya.. Her neyse… Alev Alatlı’nın Beyaz Türkler Küstü kitabında ; “Epizodik belleksizlik” olarak tanımlanan, sârî ve cehâlet olarak dönen bir zihin sakatlanmasından bahsedilir. Buna göre insanlar, olaylar arasında bağ kurmayı;  süreklilikleri tâkip edip manâlı genellemeler türetme ve nihâyet tahayyül geliştirme ka’biliyetlerini kaybederler. Bu rahatsızlık Türkiye’de en ileri boyutlarını yaşıyor. Buna şaşırmayalım. Çok ciddî bir “târih bilinci” sorunumuz var. Bu sorunu ya görmezden geliyoruz veyâ târih bilincinin içini ideolojik abur cuburlarla dolduruyoruz. Üçüncü bir yol daha peydahlandı: Târihi turizmin ansiklopedik-epistemolojik destek kıt’ası hâline getirmek. “Ayy hayâtım çok bilgili rehberlerle bir Sibirya turu yaptık..Biliyor musun Sibiryalı Şamanlar….” diye devâm eden bir söylem. Genellikle orta yaş krizlerine iyi gelen bir târih sevdâsı…İşte geldik,gidiyoruz; hiç olmazsa ucundan bir şeyler öğrenelim diyen bir gezginlik lümpenlik…

Târih bilincini dert etmeyenler; Carpe Diem gibi basitlemeleri baştacı edenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok. En büyük felâketler karşısında bile; bir kaç günlük mâtemden sonra; “Hayât devam ediyor. Haydi bütün eller havaya” deyip çıkıveriyoruz işin içinden.

Ansiklopedik abur cuburlarla şişirilmiş bir târih bilme hevesine; ideolojik abur cuburlarla doldurulmuş birtakım kafaların târihle kurduğu ilişkiler eşlik ediyor. “Hoyda Bre” veya “Batsınlar, beter olsunlar” gibi nidâlarla götürülen bu işler tabiî  ki derde devâ olmuyor.

Ama doğrusu; ben epizodik belleksizliğin çok daha yaygın bir rahatsızlık olduğunu ve en çarpıcı insanlık durumlarından birisini oluşturduğunu düşünüyorum. Zamandan ve zeminden kopmuş IBM nesillerinin varlığı durumu sâdece derinleştirdi ve  yerleşik hâle getirdi. Değilse bu tablonun her zaman bir seyri oldu. “Târihten ders çıkarmayı bilememek” olarak anlatılan da bu belleksizliğin bir nev’i târifi olsa gerekir.

1870-1914 arası; Avrupa merkezli târihlerde, Prusya-Fransa Savaşlarının sona erdiği, Büyük Sanayi İnkılâbı'nın yaşandığı;  La Belle Epocque, yâni bol cümbüşlü “Güzel  Zaman” olarak bilinir. Bunu ressamları, mimarları ,mühendisleriyle Art Nouveau Paris’i temsil eder.  Bu zamanlar bizim için pek de aynı tadı vermez. Belki Kırım Savaşı sonrası, yâni 1856-1877 bizim için görece cümbüşlü  La Belle Epocque idi. Ama ardından Abdülaziz’in hâlli ve  1877 Rus Savaşı geldi. Devr-i Hamid’in ise pek de cümbüşlü bir devir olmadığını herkes- hem Kızıl Sultancılar hem de Ulu Sultancılar başka sâikler üzerinden  de olsa-  kabûl eder. 1908-1914 arası, başlarda entelektüel bir rahatlama devri gibi görülse de; bunun böyle olmadığı , Bab-ı Âli Baskını gibi fesâd siyasetleri, Ahmed Samim’in katlinde olduğu gibi çok sayıda siyâsî cinâyetle anılır. Balkan Bozgunu ve savaşa dâhil olmamız bu devrin bizim için pek de Güzel Zaman olmadığını gösterir. Hoş adalar hâlinde İstanbul’un bohem dünyâsı Fikret Âdil ve Necib Fâzıl’ın Bab-ı Âli’sinde çok güzel anlatıldığı üzere kendi La Belle Epocque’lerini idrâk etmişlerdir.

I.Genel Savaş La Belle Epocque’ün  sonunu getirdi. Ama 1920-1929 arası “Güzel Zaman” yeniden yaşandı. Ardından II.Genel Savaş felâketi geldi. Hâsılı her “Güzel Zaman” kanlı, felâketli bir “Fin de Siecle ; Yüzyıl Sonu” ile sonlandı. 1945 sonrası ise “Güzel Zaman”ın yerini,  “Dehşet Dengeleri” içinde “Rutinleştirilmiş  Zamanlar”ın soğuk dinginliği aldı. La Belle Epocque’ün modern târihler îtibârıyla üçüncü yükselişi kanâtimce 1990’lardır. Diğer iki benzeri ve orijinâlinden farkı , ütopyayı dışlamasıdır. Buna döneceğim.

La Belle Epocque; aslında iki boyutlu bir zihin evreni olarak gözükür bana. bir tarafında ütopyaları inşâ eden entelektüel-sanatsal bir işçilik vardır. Diğer tarafında ise sefahat. Bunlar bâzen ayrışık olgular olarak anılır. Hâlbuki; okuma salonları, kütüphaneler, kitapçılar, kafeler;  kabarelerle, tavernalarla, batakhâne, kumarhâne ve  bitirimhânelerle yanyanadır. Flânörlere yosmalar eşlik eder. Bu iç içe geçmişliği Leutrec kadar sâde ve güzel gösteren yoktur zannımca. Şimdi dönelim; 1990-2000’ler arası yaşandığını düşündüğüm Üçüncü Modern La Belle Epocque’nin farkı, ütopyayı dışlamasıydı. Bu devrin literatisi, entelektüelleri geleceğe mâtuf bir hikâye anlatmadılar. Anlattıkları en füturistik hikâye “çoğulculuk” dedikleri kadim Sofist hikâyeydi. Daha önce anlatılmış cümle hikâyeleri ise deyim yerindeyse yerin dibine soktular. İnsanları sâdece kışkırttılar. Kendilerini ise cümbüşe, gayish işlere  verdiler. 11 Eylül, 2008 Mortgage Krizi, Ortadoğu Savaşları, Pasifik’de kaynayan kazan bizi yeni bir Fin de Siecle’e götürüyor. Şimdi sormaz mıyız; elimizde ise geleceğimize dâir ne var diye…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder