ALMAN RUHU, HEGEL VE WEIMAR RÖNESANSI
Türkiye, zor bir dönemeçten geçiyor. Zorlu, uzun ve yorucu bir yolculuk bizi bekliyor...
Ama şunu aslâ unutmamak gerekiyor:
Bütün zor zamanlarda, zorlu zamanlarda, toplumlar, o zorlukları aşacak bir ruh arayışına soyunurlar.
Almanlar böyle yaptılar. Ruslar, böyle yaptılar...
Hegel, yüzlerce prensliğin cirit attığı bu darmadağın Almanya'yı birleştirecek uhun izini sürdü. O yüzden devleti kutsadı, putlaştırdı.
Aynı şeyi, Leibnitz de, Kant da yapmıştı: Avrupa'yı toparlayacak ortak bir “dil” ve ruh arayışının izini sürmüştü bu iki düşünür de.
Kant'ın izinden giden Hegel, Almanların “volkgeist” dedikleri, “halkın ruhu”nu, bu ruhun kültürel ve tarihî köklerini araştırdı.
Sonuçta Alman ruhunun, köklü bir Alman dili, kültürü, düşüncesi ve sanatıyla inşa edilebileceğine karar verdiler Alman düşünürler ve sanatçılar.
İşte Weimar Rönesansı buradan doğdu: Almanlar, kendilerini ayağa kaldıracak ruhun yapıtaşlarını geçmişten geleceğe doğru hem Avrupa düşünce tarihinde hem de dünya kültür tarihinde yolculuk yaparak döşemeyi başardılar.
Alman ruhunun, dil ve kültür kodları bakımından birleşmiş bir Almanya ve bu birliği sağlayacak, teminat altına alacak ve Almanya'nın en azından Avrupa tarihini yapacak güçlü bir lider etrafında hayat bulacağını gördüler: Bismarck'ı çıkardılar, Fransızların Napolyon'undan yaklaşık bir asır sonra.
Weimar Rönesansı'nın hikâyesi çok heyecanlı ve zihin açıcı.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/osmanli-ruhu-olmadan-asl-2035506
Beni dogmatik uykumdan uyandırdı” demişti, büyük düşünür Kant, mutlak şüpheci David Hume için.
David Hume, şüpheciliği Gazâlî'den “aşırmış”, kendine özgü -elbette ki özgün-, hem Kartezyen putları hem de Kilise'nin zihni dondurucu tabularını yıkan, bütün “değerleri” ve “temelleri” sarsan bir noktaya taşımıştı.
KANT'I DOGMATİK UYKU'SUNDAN UYANDIRAN HAYALLERİ, NASIL HAYALETE DÖNÜŞTÜ?
Kant, Hume'dan ilhamla, “dogmatik uyku”sundan uyandı, düşüncede bir “Kopernik devrimi” yaptı: Modern Batı uygarlığının felsefî, ahlâkî ve estetik temellerini attı.
Kant, Nietzsche'ye gelinceye kadarki en büyük modern düşünür. “Ebedî Barış” ütopyası, gerçekleştirdiği düşünsel atılımla birlikte, büyük bir heyecan dalgası ve herkesi derinden etkileyen “epistemolojik bir iyimserlik” havası oluşturdu.
Ama yüzyıl geçmeden Aydınlanma'nın bu büyük düşünürünün oluşturduğu “epistemolojik iyimserlik” havası ve hayali, yerini 19. yüzyılda -sosyalist devrim heyecanıyla gerçekleşen- büyük siyâsî çalkantılara ve hayaletlere dönüşen “ontolojik kötümserlik” dalgasına terketmekte gecikmedi.
Kant'ın izinden giden Hegel, aklı ve devlet'i putlaştırdı: Tarihin sonunu, yani modernliğin (insanlığın ulaşabileceği son nokta olduğunu ve) zaferini ilan etti:
Modernliğin zaferi, kendi yok oluşunun tohumlarını da ekmişti: Modernlik, insanı tanrılaştırmış, aklını putlaştırmış, zihnini dondurmuştu.
“Katı olan'ın buharlaşması” mukadderdi: Marx, haklıydı. O yüzden “Avrupa'nın üzerinde karabulutlar dolaşıyor” diyecekti, Komünist Manifesto'nun dibacesinde hem de!
Nietzsche, modernlerin, (güç üreten bilim, teknoloji gibi) araçları amaç hâline getirmekle, insanın amacını yitirmesine yol açtıkları, dünyayı büyük bir ontolojik yokoluş felaketinin eşiğine sürükleyecekleri uyarısını yapmıştı.
Engels Londra'nın, Rimbaud Paris'in “cehennemde bir mevsim”i andırdığını haykıryordu.
Aklı kutsayan Modern Avrupa'nın hayalleri, hayaletlere dönüşüyor; modern insan, insanı ruhsuzlaştıran ama Avrupa'yı gücünün doruğuna ulaştırarak azmanlaştıran sanayi devrimlerinin kurbanı oluyordu.
Geriye ruhsuzlaşan homo economicus'un cenazesini kaldırmak kalmıştı: Nietzsche, bu işi büyük bir heyecanla ama acı çekerek yapmış; “Avrupa'yı ölüler evine dönüştüren, çölü büyüten, felsefeyi, ahlâkı dekadans'ın yokedici biçimlerine hapseden” modernliğe nihâî darbeyi vurmuştu.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/100-y%C4%B1ll%C4%B1k-laik-dogmatik-uyku-h%C3%A2li-pagan-uygarl%C4%B1k-duzeyi-2022714
NIETZSCHE, BATI UYGARLIĞININ BİTİŞİNİ BİR ASIR ÖNCE İLAN ETMİŞTİ!
Şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor artık: Batı uygarlığı her bakımdan bitti.
Bu gerçeği Batı uygarlığının en büyük düşünürlerinden biri, Nietzsche, çok sarih ve sarsıcı bir dille ifade etmişti.
“Ahlâkımız, felsefemiz, dekandansın formlarına dönüştü” demişti üstad.
Dekadans, çok muazzam, derinlikli bir kavram. Tefessüh demek.
Ama Nietzsche burada tefessühün çok daha ötesinde, çok daha esaslı bir ontolojik felâkete dikkat çeker: Dekadans'la, Batı uygarlığının hakikate ve hayata değemediğini, o yüzden “hayata evet” diyemediğini söyler.
Hatta bir adım daha ileri giderek, yalnızca İslâm'ın “hayata evet” dediğini hatırlatır bir kaç kez.
“ÇÖL BÜYÜYOR... ÇÖL BÜYÜYOR... FELÂKET KAPIDA...”
Nietzsche'yle başladık madem, Nietzsche'yle devam edelim...
“Avrupa uygarlığı, ölüler evini andırıyor. Virüs bütün bünyeyi kaplamak üzere... Çöl büyüyor... Çöl büyüyor...” diye haykırmıştı Nietzsche.
Ve “eğer böyle giderse, iki asır içinde, insanlığı çok büyük bir nihilizm felâketi bekliyor...” diye de uyarmıştı.
Ama Nietzsche'nin bu uyarısına kulak tıkadı Avrupa. Ve yarım asır içinde iki büyük paylaşım savaşından sonra yerle bir oldu.
Nietzsche'nin çağrısına Heidegger'in dışında Fransız düşünürler kulak kesildiler. Nietzsche'nin haylaz çocukları olarak nitelediğim Derrida'lar, Deleuze'ler, Foucault'lar...
Fakat Fransız düşünürlerin sığ nefesi, Nietzsche'nin sesini bütün derinliğiyle kavramalarına yetmedi.
Onlar, her şeye rağmen bir yapısöküm yaparak Batı uygarlığının biraz da Aydınlanma düşüncesinin eleştirel imkânlarını yeniden keşfederek ve harekete geçirerek Batı uygarlığına taze bir kan pompalama kaygısı güttüler.
Ama olmadı. Olması mümkün değildi.
Nietzsche, hükmünü vermişti: “Batı uygarlığının insanlığa söyleyebileceği tek yeni şey, yeni bir şey söyleyemeyeceği gerçeğidir.”
Nietzsche'nin haylaz çocukları, üstadlarının bu sözünü idrak edebilecek ontolojik bir konumda değillerdi.
Başka örnek vermeye gerek görmüyorum. Söylenebilecek en iyi sözü Nietzsche söyledi zaten.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/batinin-mukadderati-nietzschenin-cigligi-ve-bizimkilerin-sigligi-2035859
Türkiye, zor bir dönemeçten geçiyor. Zorlu, uzun ve yorucu bir yolculuk bizi bekliyor...
Ama şunu aslâ unutmamak gerekiyor:
Bütün zor zamanlarda, zorlu zamanlarda, toplumlar, o zorlukları aşacak bir ruh arayışına soyunurlar.
Almanlar böyle yaptılar. Ruslar, böyle yaptılar...
Hegel, yüzlerce prensliğin cirit attığı bu darmadağın Almanya'yı birleştirecek uhun izini sürdü. O yüzden devleti kutsadı, putlaştırdı.
Aynı şeyi, Leibnitz de, Kant da yapmıştı: Avrupa'yı toparlayacak ortak bir “dil” ve ruh arayışının izini sürmüştü bu iki düşünür de.
Kant'ın izinden giden Hegel, Almanların “volkgeist” dedikleri, “halkın ruhu”nu, bu ruhun kültürel ve tarihî köklerini araştırdı.
Sonuçta Alman ruhunun, köklü bir Alman dili, kültürü, düşüncesi ve sanatıyla inşa edilebileceğine karar verdiler Alman düşünürler ve sanatçılar.
İşte Weimar Rönesansı buradan doğdu: Almanlar, kendilerini ayağa kaldıracak ruhun yapıtaşlarını geçmişten geleceğe doğru hem Avrupa düşünce tarihinde hem de dünya kültür tarihinde yolculuk yaparak döşemeyi başardılar.
Alman ruhunun, dil ve kültür kodları bakımından birleşmiş bir Almanya ve bu birliği sağlayacak, teminat altına alacak ve Almanya'nın en azından Avrupa tarihini yapacak güçlü bir lider etrafında hayat bulacağını gördüler: Bismarck'ı çıkardılar, Fransızların Napolyon'undan yaklaşık bir asır sonra.
Weimar Rönesansı'nın hikâyesi çok heyecanlı ve zihin açıcı.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/osmanli-ruhu-olmadan-asl-2035506
Beni dogmatik uykumdan uyandırdı” demişti, büyük düşünür Kant, mutlak şüpheci David Hume için.
David Hume, şüpheciliği Gazâlî'den “aşırmış”, kendine özgü -elbette ki özgün-, hem Kartezyen putları hem de Kilise'nin zihni dondurucu tabularını yıkan, bütün “değerleri” ve “temelleri” sarsan bir noktaya taşımıştı.
KANT'I DOGMATİK UYKU'SUNDAN UYANDIRAN HAYALLERİ, NASIL HAYALETE DÖNÜŞTÜ?
Kant, Hume'dan ilhamla, “dogmatik uyku”sundan uyandı, düşüncede bir “Kopernik devrimi” yaptı: Modern Batı uygarlığının felsefî, ahlâkî ve estetik temellerini attı.
Kant, Nietzsche'ye gelinceye kadarki en büyük modern düşünür. “Ebedî Barış” ütopyası, gerçekleştirdiği düşünsel atılımla birlikte, büyük bir heyecan dalgası ve herkesi derinden etkileyen “epistemolojik bir iyimserlik” havası oluşturdu.
Ama yüzyıl geçmeden Aydınlanma'nın bu büyük düşünürünün oluşturduğu “epistemolojik iyimserlik” havası ve hayali, yerini 19. yüzyılda -sosyalist devrim heyecanıyla gerçekleşen- büyük siyâsî çalkantılara ve hayaletlere dönüşen “ontolojik kötümserlik” dalgasına terketmekte gecikmedi.
Kant'ın izinden giden Hegel, aklı ve devlet'i putlaştırdı: Tarihin sonunu, yani modernliğin (insanlığın ulaşabileceği son nokta olduğunu ve) zaferini ilan etti:
Modernliğin zaferi, kendi yok oluşunun tohumlarını da ekmişti: Modernlik, insanı tanrılaştırmış, aklını putlaştırmış, zihnini dondurmuştu.
“Katı olan'ın buharlaşması” mukadderdi: Marx, haklıydı. O yüzden “Avrupa'nın üzerinde karabulutlar dolaşıyor” diyecekti, Komünist Manifesto'nun dibacesinde hem de!
Nietzsche, modernlerin, (güç üreten bilim, teknoloji gibi) araçları amaç hâline getirmekle, insanın amacını yitirmesine yol açtıkları, dünyayı büyük bir ontolojik yokoluş felaketinin eşiğine sürükleyecekleri uyarısını yapmıştı.
Engels Londra'nın, Rimbaud Paris'in “cehennemde bir mevsim”i andırdığını haykıryordu.
Aklı kutsayan Modern Avrupa'nın hayalleri, hayaletlere dönüşüyor; modern insan, insanı ruhsuzlaştıran ama Avrupa'yı gücünün doruğuna ulaştırarak azmanlaştıran sanayi devrimlerinin kurbanı oluyordu.
Geriye ruhsuzlaşan homo economicus'un cenazesini kaldırmak kalmıştı: Nietzsche, bu işi büyük bir heyecanla ama acı çekerek yapmış; “Avrupa'yı ölüler evine dönüştüren, çölü büyüten, felsefeyi, ahlâkı dekadans'ın yokedici biçimlerine hapseden” modernliğe nihâî darbeyi vurmuştu.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/100-y%C4%B1ll%C4%B1k-laik-dogmatik-uyku-h%C3%A2li-pagan-uygarl%C4%B1k-duzeyi-2022714
NIETZSCHE, BATI UYGARLIĞININ BİTİŞİNİ BİR ASIR ÖNCE İLAN ETMİŞTİ!
Şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor artık: Batı uygarlığı her bakımdan bitti.
Bu gerçeği Batı uygarlığının en büyük düşünürlerinden biri, Nietzsche, çok sarih ve sarsıcı bir dille ifade etmişti.
“Ahlâkımız, felsefemiz, dekandansın formlarına dönüştü” demişti üstad.
Dekadans, çok muazzam, derinlikli bir kavram. Tefessüh demek.
Ama Nietzsche burada tefessühün çok daha ötesinde, çok daha esaslı bir ontolojik felâkete dikkat çeker: Dekadans'la, Batı uygarlığının hakikate ve hayata değemediğini, o yüzden “hayata evet” diyemediğini söyler.
Hatta bir adım daha ileri giderek, yalnızca İslâm'ın “hayata evet” dediğini hatırlatır bir kaç kez.
“ÇÖL BÜYÜYOR... ÇÖL BÜYÜYOR... FELÂKET KAPIDA...”
Nietzsche'yle başladık madem, Nietzsche'yle devam edelim...
“Avrupa uygarlığı, ölüler evini andırıyor. Virüs bütün bünyeyi kaplamak üzere... Çöl büyüyor... Çöl büyüyor...” diye haykırmıştı Nietzsche.
Ve “eğer böyle giderse, iki asır içinde, insanlığı çok büyük bir nihilizm felâketi bekliyor...” diye de uyarmıştı.
Ama Nietzsche'nin bu uyarısına kulak tıkadı Avrupa. Ve yarım asır içinde iki büyük paylaşım savaşından sonra yerle bir oldu.
Nietzsche'nin çağrısına Heidegger'in dışında Fransız düşünürler kulak kesildiler. Nietzsche'nin haylaz çocukları olarak nitelediğim Derrida'lar, Deleuze'ler, Foucault'lar...
Fakat Fransız düşünürlerin sığ nefesi, Nietzsche'nin sesini bütün derinliğiyle kavramalarına yetmedi.
Onlar, her şeye rağmen bir yapısöküm yaparak Batı uygarlığının biraz da Aydınlanma düşüncesinin eleştirel imkânlarını yeniden keşfederek ve harekete geçirerek Batı uygarlığına taze bir kan pompalama kaygısı güttüler.
Ama olmadı. Olması mümkün değildi.
Nietzsche, hükmünü vermişti: “Batı uygarlığının insanlığa söyleyebileceği tek yeni şey, yeni bir şey söyleyemeyeceği gerçeğidir.”
Nietzsche'nin haylaz çocukları, üstadlarının bu sözünü idrak edebilecek ontolojik bir konumda değillerdi.
Başka örnek vermeye gerek görmüyorum. Söylenebilecek en iyi sözü Nietzsche söyledi zaten.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/batinin-mukadderati-nietzschenin-cigligi-ve-bizimkilerin-sigligi-2035859
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder