"Kültürümüzün sınırlarına atılmış veya içeri alınmamış
bir iki konuyu söylemeyi düşünüyordum. Bunlardan biri, kültür, süreklilik ve
değişme içeren unsurları yanında ve en soyut vasfı tarihi süreklilik yüzlerce,
binlerce yılda oluşur ama değişir, mutlaka değişir. Değişim ve süreklilik onun
iki önemli vasfıdır biraz çelişkili gibi görülebilir. İskeleye benzetebiliriz,
bir iskele tek başına düşer, öbürü de düşer, bir araya gelince. Süreklilik
sayesinde değişme imkanı da vardır. Neyin değişeceğini anlarız. Hani Fransızların meşhur tabiri vardır
“Değiştikçe aynı kalır” kültürün böyle bir özelliği var ama değişmenin ve aynı
kalmanın da sınırları vardır. Tam tekerrür ediyorsa o ölüdür. Kafka’nın bir
kitabı vardı, gençliğimde okudum Metamorfoz onu Türkçe’ye Değişim diye
çevirdiler, Değişim bu değil. Onları okuduğum zaman ben. Belki Hasan Celal
Güzel Bey de bu konuda konuşmuş
olabilir.
Öztürkçeçiydim ben fena halde... O kitabı değil de o
zaman çok bilinen Egzistansiyel filozof vardı Gabriel Marcel. Gabriel Marcel’in
çok önemli bir kitabını okudum Problematic
Man diye onu tercüme ettim bir sayfa ve öztürkçeçiliği terk ettim çünkü hiçbir
nüansı ifade etmeme imkan vermiyordu.Ben kültürümüzün bu radikal değişmesi yani
böceğe dönüşen adamı Kafka’nın Metamorfoz’u başkalaşma o bambaşka. Türkçemiz bu
nüansları kaldırdı. Ve çok radikal bir dönüşüm yaptı.
Bence bu şuranın en
önemli konusu bu olmalı. Çok vahim yangın ilanı yapacak bir konumdayız. Elli
sene evvel yazılmış kitapları tekrar Türkçeleştiren bir kuşakla yaşıyoruz.
Dünya tarihinde böyle bir kültür yok. Yani bir Fransızın, İngilizin 17.
yüzyılda yazılmış, bir şeyi okuyamaması diye bir şey olamaz. Bu kopukluğun
giderilmesi lazım bir bu şeyde.
Kütüphanecilik, dil, edebiyat şeylerinde buna mutlaka bir çare
bulmalıyız. Herkes Osmanlıca okusun. Yani Osmanlıca dediğim Osmanlı Türkçesi.
Osmanlı Türkçesini hep aydınlar, entelektüeller mutlaka öğrenmeli. Avrupa aydınları
hâlâ Latince ve Yunanca bile biliyorlar, kendi dillerinin arkaik hallerini de
biliyorlar. Entelektüel olmak kolay bir iş değil. Osmanlı Türkçesi çok zengin
bir Türkçe idi. Ve üç büyük dili kullanıyordu. Onu terketmek, çok pahalıya mal
oldu bize.
Ziya Gökalp mesela kültür kavramını. Kültür Batı’da da
o sıralarda çıktı. Antropoloji ve sosyal ilim konsepti olarak kültür
1850’lerden sonra. Gökalp milliyetçi Gökalp onu Arapça harsla ifade etti. Fakat
bizim milliyetçiliğimiz Gökalp’i de aştığı için onu kabul etmedik. Onu
lugatlarımızda da bulamadım hars hiçbir şekilde yok. Onu ekin diyorlar,o da
tutmuyor.
Türkçemizdeki en önemli problem bu radikal değişme,
kavramların Türkçeleşmesinde bir problem yok, ama tasfiyecilik Türk zihnini
mahvetmiştir. Tasfiyecilik Türkçeleşmiş olan yani halkın anlaması diye birtakım
hikâyeler söyleniyor. Halkın da bildiği yüzlerce yıldan beri kullandığı
kelimeleri Türkçe değil diye atmış olmak bize çok pahalıya mal oldu.
Kavramlar
tercüme edilerek kullanılamaz düşünülemez düşünülmez, kavramsız düşünce olmaz.
Bir gecede kavram icat edilmez. Ben
gençliğimde Fransızca okuyordum, Almancadan Schopenhauer’ı da öyle okudum.
Fransızca çevirilerinden, o çevirilerde aşağı yukarı bütün kavramların Almancalarını
da veriyorlardı. İngilizcede de aynı şekilde çünkü Almancanın kendine özgü
kavramları var. Onu tam olarak veriyor ve parantez dışında da kendi dilini
anlatıyordu.
Şimdi yaşım dolayısıyla hatıra anlatıyorum. O sıralarda
gençliğimde Unamuno’nun 60 yaşında Danua Danimarka dilini öğrenmeye kalktığını
öğrendim çok hayret ettim. Niye bunu yaptı diye. Ama Unamuno’nun 60 yaşına
gelince ben hak verdim.
Bir yazarı derin bir yazarı anlamak istiyorsak onun dilini
öğrenmek gerekir. Kendi kültürümüzü anlamak için entelektüellerimiz mutlaka
Osmanlı Türkçesi öğrenmek gerekir. Osmanlıların harflerini kullanmak
gerekmeyebilir, onun değişimi Türkçeye çok da uygun değil Arap harfleri, onu da
itiraf edelim. Latin harfleri analitik, daha uygun. Ama o dili bilmek lazım.”
Mehmet Genç, 3.Kültür Şurası. Mart 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder