http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
Yazının devamı...
İddianamelerden 15 Temmuz’un yıldönümüne bakmak
15 Temmuz 2017
Bu metinleri okudukça ve her gün darbe gecesinin bilmediğim yeni ayrıntılarıyla karşılaştıkça, Türkiye’nin 15 Temmuz gecesi -son anda- nasıl büyük bir kaosun eşiğinden döndüğü gerçeği beni daha çok sarsıyor. Karşımda bulduğum planlamanın boyutlarını, bunu yapan organizasyonun devasa büyüklüğünü, tuhaf yapısını ve operasyonel kabiliyetini gördükçe, itiraf edeyim ki her seferinde bir kez daha şaşırıyorum.
Bu organizasyonun bünyenin her bir tarafını sarıp, vücudun bütün kılcal damarlarına kadar nüfuz edebilmesi ve bunu tam bir gizlilik içinde sinsice gerçekleştirebilmiş olması beni ürkütüyor. Ve bu kötü niyetli tasarımın hedefine doğru adım adım ilerleyişinin atlanması, siyaset ve devlet kurumlarının tehlikeyi fark etmek konusunda bu ölçüde yetersizlik göstermiş olması karşısında diyecek söz bulamıyorum.
Ve bu tasarımda bütün yollar halen ABD’nin Pensilvanya eyaletinde ikamet etmekte olan Fetullah Gülen’in merkezinde yer aldığı bu organizasyona çıkıyor.
Hal böyleyken bugün 15 Temmuz’a ilişkin ortaya atılan teorilerin bu çıplak gerçeğin ve iddianamelerde kendisini gösteren olguların üzerine çıkabilmesi Türkiye’ye özgü bir irrasyonel durumdur.
*
Binbaşı O.K., o gün saat 14.30’da MİT’in Yenimahalle’deki merkezine gidip MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a suikast yapılacağı şeklinde bir ihbarda bulunmasaydı ve darbe, planlayıcıların öngördüğü gibi 03.00’te icra edilmeye başlansaydı, muhtemelen 16 Temmuz 2016 sabahı çok farklı bir Türkiye’de uyanacaktık. Darbecilerin ilk raundu kazanması, bu kalkışmadan başarılı çıkacaklarının garantisi olmayacaktı kuşkusuz. Muhtemelen uzun bir zamana yayılabilecek çok kanlı bir iç çatışmaya sahne olacaktı ülkemiz.
15 Temmuz kalkışmasının karşısında yer almak ülkemize, hayatımıza sahip çıkmanın, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne olan inancımızın en temel gereğidir. Bu çerçevede darbe girişiminin sorumlularının adalet önünde hesap vermeleri ve bu büyük kötülüğün bedelini ödemeleri, Türkiye’nin temel önceliklerinden biridir. Buna paralel olarak, devlet kurumlarının FETÖ olarak adlandırılan bu suç örgütünden arındırılması, bu örgüte karşı kuvvetli, kararlı bir mücadele yürütülmesi de bu hayati önceliğin ayrılmaz bir parçasıdır.
Bu öncelikler, Türkiye’de hiçbir partinin, kurumun tekelinde olmayan, ülkenin partiler üstü bir hedefi olmak durumundadır.
15 Temmuz ve Akıncı (4): Gülenciler okyanus ötesi seyahatlerini nasıl yapar?
14 Temmuz 2017
İddianameyi hazırlayan savcılık makamının sivil yönetici kadronun Gülen ile ilişkisini kanıtlamak için en çok üzerinde durduğu delil dosyalarından biri, 15 Temmuz gecesi Akıncı Üssü’nde bulunan örgütün sivil kanadının kalkışma öncesindeki ABD seyahatleridir.
FİLM FESTİVALLERİNE MERAK SALINCA...
Bu trafikte, gruptan özellikle dördünün -örtüşen- zaman aralıklarında ABD’yi ziyaret etmiş olması başlı başına bir analizi gerekli kılıyor. Bu yöneticileri, firarda olan Adil Öksüz (ilahiyatçı) ile tutuklular Kemal Batmaz (yönetici), Hakan Çiçek(işadamı) ve Nurettin Oruç (rehber öğretmen-belgeselci) şeklinde sıralayabiliriz. Grubun beşinci üyesi elektronik mühendisi Harun Biniş’in son üç yıl içindeki yurtdışı trafiği çok sınırlıdır.
Bu analizde öncelikle not etmemiz gereken önemli bir ayrıntı var. Bu dörtlü, muhtelif kombinasyonlar içinde ABD’ye gittiği zaman -Öksüz ve Batmaz’ın darbeden dört gün önceki ziyaretleri, 2015 Ekim ayındaki seyahatler gibi istisnalar hariç- genellikle aynı gün birlikte seyahat etmiyor. Yurtdışına, bir ya da ikişer gün arayla gidilmesi ve benzer aralıklarla dönülmesi genel bir kalıp olarak hemen göze çarpıyor.
Bir de Nurettin Oruç’la ilgili ilginç bir durum var. Yurtdışı giriş-çıkış kayıtlarında hep Almanya’ya gitmiş gibi görünüyor Oruç; oysa savcılık ifadesinde aslında her seferinde aktarma yaparak ABD’ye gitmiş olduğu ortaya çıkıyor. Rehber öğretmen olan ama 2014 sonrasında bir film şirketinde çalıştığını söyleyen Oruç, her gezisinde ABD’de New York, Los Angeles ve San Francisco gibi şehirlerde “film festivallerine gittiğini” anlatıyor.
MÜKEMMEL TESADÜFLER DİZİSİ
Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden önceki on ay içinde bu dörtlünün belli bir -sıklık- gösteren bir seyahat trafiğinden söz etmek mümkün. Atlantik ötesine dönük bu trafikteki ‘örtüşmeler’i iki-üç örnekle göstermeye çalışalım.
Önce 2015 yılından ilginç bir
15 Temmuz ve Akıncı Üssü (3): Darbe üssündeki atkuyruklu adamın esrarı
13 Temmuz 2017
Örneğin, bu ekipten Bylock kullanıcısı Harun Biniş, savcılık ifadesinde 15 Temmuz gecesi “televizyonu izlemediğini, eşinin darbeyle ilgili bir şeyler söylediğini”, kendisinin de “Olmaz ama öyle bir şey dediğini” iddia ediyor. Keçiören’de oturan Biniş’in bir gece önce F-16’ların ses duvarını aşarak Ankara hava sahasında yarattıkları büyük gürültüyü, patlama seslerini duymadığı anlaşılıyor.
Biniş, “Bende vertigo var, bir kulağım duymuyor. Ankara’da olan bombalama ya da bunun dışındaki saldırıları duymadım. Televizyondaki görüntülere bakmadım. Darbe olacağına inanmadığım için olan olayları ciddiye almadım, yatıp uyudum” diye konuşuyor.
Jandarmanın kendisiyle birlikte yakaladığı diğer şüpheli olan işadamı-yönetici Kemal Batmaz ise darbe girişimini 16 Temmuz sabahında Harun Biniş ile sabah 08.00’de Ankara Çayyolu’nda buluştuğu sırada öğrendiğini ileri sürüyor.
Batmaz, cumartesi sabahı gerçekleşecek “arsa bakma” amaçlı buluşma için cuma gecesi İstanbul’dan yola çıktığını anlatıyor. Batmaz, savcılık ifadesine göre, Nilüfer firmasının bir otobüsüyle Ankara’ya gitmeyi tasarlamış, Anadolu tarafındaki Kavacık’ta terminale gitmiş, ancak buradaki bir değnekçi “Abi Ankara’ya gidiyorsan tanıdığım biri özel aracıyla gidecek, benzin parasını paylaşırsan sizi de aracına alabilir” demiştir.
Batmaz, “Bunun üzerine isminin Ahmet olduğunu bildiğim, cep telefonunu ve kimliğini bilmediğim şahıs gri renkli Toyota marka araçla Ankara Çayyolu’na Günaydın Restaurant’ın yakınına Ahmet isimli şahıs beni bıraktı. Ahmet isimli şahsı görsem tanırım, ancak kimdir, necidir bilmiyorum” diyor.
Bu durumda, Batmaz’ın 15 Temmuz Cuma gecesi Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün hemen çıkışındaki Kavacık Otobüs Terminali’ne gittiğinde, köprünün darbeci askerler tarafından tutulmuş olduğunu ve orada nasıl bir kargaşanın yaşandığını hiç fark etmediği anlaşılıyor.
*
15 Temmuz ve Akıncı Üssü (2): Gülencilerin Kazan’da arsa bakma merakı
12 Temmuz 2017
Uzun yıllar Gülen organizasyonundaki şirketlerde üst düzey yöneticilik yapan, sonradan gayrimenkul işlerine girdiğini söyleyen bir şahıs, darbe gecesinin sabahında Ankara Kazan ilçesindeki bu üssün civarında bir köyde jandarma tarafından yakalandığında “Bir arkadaşının civarda gayrimenkul baktığını, ona yardımcı olmak için orada bulunduğunu” söylerse, ne kadar inandırıcı olur? (Kemal Batmaz)
Bir dönem Bilgi Teknolojileri Kurumu’nda görev yapan, sonradan girdiği bir bilgisayar yazılım firmasından ayrılmış olup -kendi ifadesiyle ‘işsiz’- durumdaki bir elektronik mühendisi aynı köyde yakalandığında “Arkadaşıyla arsa bakmak için geldiklerini” söylerse, inandırıcı bulunabilir mi? Bu şahsın yasadışı telefon dinleme davasında da sanık olarak yargılandığını hatırlatmakla yetinelim. (Harun Biniş)
Psikolojik rehberlik mezunu olup bir süre Gülen cemaatine ait dershanelerde hocalık yapan, daha sonra rehber öğretmenliğe geçen, iki yıldır bir film şirketinde çalışmakta olduğunu söyleyen bir şahıs, 16 Temmuz 2016 sabahı Akıncı Üssü’nün civarında jandarma tarafından yakalandığında, oradaki bir köye “Hayvan yetiştiriciliği konusunda belgesel yapmak için gittiğini” söylerse, bu inandırıcı bir ifade olarak kabul edilebilir mi? (Nurettin Oruç)
Ticaretle uğraşan, üç ayrı şirketi, Ankara’da okulları bulunan bir işadamı 16 Temmuz sabahı Akıncı Üssü’nün yakınlarında jandarma tarafından yakalandığında, bir albay tarafından üsse “bir sosyal etkinlik için davet edildiğini” söylerse burada bir inandırıcılık sorunu görür müsünüz? (Hakan Çiçek)
15 Temmuz darbe girişiminin ana harekât merkezi olan Dördüncü Jet Üs Komutanlığı ile ilgili iddianamenin bir numaralı sanığı Fetullah Gülen’dir. Bir numaralı sanıktan sonra “sivil yöneticiler” grubundaki diğer beş sanığın 16 Temmuz 2016 günü sabahı üssün civarında yakalandıktan sonra savcılıkta yaptıkları savunmaların ana dayanakları bu alıntılarla özetlenebilir.
*
Örneğin Adil Öksüz şöyle ifade vermiş: “Amcam Mehmet Öksüz Kazan’da kıymetli arazi olduğunu, gelecekte iyi para getireceğini söylemişti. 15 Temmuz’da cumayı Sakarya’da kıldım, akşam Ankara’da amcamın Keçiören’deki evinde kaldım. 16 Temmuz sabahı Keçiören’den taksi tuttum. Taksiyle geldim, orada tarla baktım. Taksiciyle 150 TL’ye anlaşmıştım. Muhiti biliyordum, taksiciyi gönderdim.”
Kemal Batmaz
15 Temmuz ve Akıncı Üssü (1): Bir hava üssünde olağan şüpheliler
11 Temmuz 2017
Bunun temel nedeni, Akıncı Üssü’nün, yani Dördüncü Ana Jet Üs Komutanlığı’nın 15 Temmuz darbe girişiminin operasyonel beyin merkezinin bulunduğu yer olmasıdır.
Akıncı, bu bağlamda darbe hareketinin sorumlusunun kimliğini teşhis etmek açısından da açıklayıcı bir yerdir. Burası, darbeyi icra eden askerlerle, örgüt adına yönlendirmeyi yapan, son sözü söyleyen sivil kanat arasındaki aktarım hattının işlediği yerdir 15 Temmuz gecesi. Ve bu üste o gece yürütülen darbe faaliyetinde belirleyici rolü oynayan sivil kadro bizi doğrudan Pensilvanya adresine götürmektedir.
*
Bu üs, öncelikle Türkiye çapındaki darbe faaliyetinin sevk ve idaresinde, koordinasyonunda ana komuta merkezi olarak çalışmıştır.
Ayrıca, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın ve diğer üst kademe komutanların derdest edildikten sonra enterne edildikleri yerdir. Keza, darbecilerin Orgeneral Akar’ı yanlarına çekmek için ikna çabasına giriştikleri, Akar’ın da onları vazgeçirmek için sabaha kadar kendileriyle (sadece asker kanatla) doğrudan konuştuğu ya da dolaylı mesaj gönderdiği mekândır. Darbeciler, planlarında Orgeneral Akar’ın buradan TRT yayınıyla tüm Türkiye’ye seslenmesini bile hedeflemişlerdi.
Darbenin başlama vuruşu da Akıncı’da yapılmıştır. Orgeneral Akar’ı alacak özel kuvvet mensupları buradan beyaz bir otobüsle Genelkurmay’a doğru yola çıkmıştır. Keza Güvercinlik Üssü’nden kalkan helikopterler önce Akıncı Üssü’ne gidip oradan yapılan yönlendirme ile Ankara hava sahasında terör estirmiştir. 15 Temmuz gecesi Ankara üzerinde ölüm yağdıran F-16’lar bu üsten havalanmıştır.
Başlama vuruşu gibi darbeyi sonlandırma kararı da yine Akıncı’da alınmıştır. Darbecilerin kalkışmadan vazgeçme ve “bırakma” kararı organizasyonun sivil kanadın üslendiği 143’üncü filodan çıkmış ve buradan Orgeneral Akar’a iletilmiştir.
*
15 Temmuz ve istihbarat 10: Darbeyi getiren hatalar zinciri
8 Temmuz 2017
Bunu yaparken TBMM Darbe Komisyonu tutanaklarından yola çıktım.
Giriştiğim bu egzersizin şu yararı oldu: Gülen cemaatinin devleti ele geçirme noktasına gelebilecek ölçüdeki büyümesini nasıl gerçekleştirdiği meselesini bugünkü veriler üzerinden -geriye dönük bir şekilde- gözden geçirebildim. Karşıma çıkan sonuçları, dizinin bugünkü son yazısında ana başlıklar halinde özetlemek istiyorum.
CEMAATE HAREKET SERBESTİSİ TANINDI
15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar uzanan süreçle ilgili yapabileceğimiz ilk tespit, AK Parti iktidarının, Gülen cemaatinin gerçek niyetleri ve yaratabileceği tehlikeler konusunda devletin muhtelif birimleri tarafından yapılan uyarıları yaklaşık 10 yıl boyunca neredeyse hiç önemsememiş olmasıdır. Bu çerçevede 2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nda cemaate karşı bir ‘eylem planı’ hazırlanması yolunda alınan tavsiye kararının uygulanmamış olması özellikle vurgulanmalıdır.
Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e göre, “İfade edilen çeşitli saiklere rağmen, 2004 MGK kararının, siyasi ve hukuki yönlerden zamanın iktidarınca tedbirler yönünden değerlendirilmeyişi, Gülen Hareketi’nin sadece silahlı kuvvetler bünyesinde değil, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve kurumlarını işgal etme sürecine ivme kazandırmıştır.”
Buradaki çok önemli bir kırılma noktası, 2010 yılında Gülen cemaatinin “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nde bir tehdit olmaktan tümüyle çıkartılmasıdır. Bu karardan sonra en azından 2015 sonuna kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nde hiçbir Gülenci subay ya da astsubay hakkında işlem yapılmamıştır. AK Parti iktidarının 2010’daki bu stratejik kararı Gülen cemaatine muazzam bir hareket serbestisi tanımıştır.
2010, aynı zamanda Balyoz başta olmak üzere kumpas davalarıyla TSK içinde eşi görülmemiş bir tasfiye harekâtının başlamasının da tarihidir. Bunun sonucu, 2010 ve özellikle de 2011 sonrasındaki YAŞ toplantılarında general ve amiral kadrolarına terfilerde ağırlıklı olarak cemaatçi kurmay subayların önü açılmıştır. Bu dönemde terfi eden subayların sayıca azımsanmayacak bir bölümü bugün tutukludur. Cemaatin benzer şekilde MİT içinde de nüfuz alanını büyütecek kazanımlar elde ettiği anlaşılıyor.
KALE HEP
15 Temmuz ve istihbarat 9: Kapanmayacak bir istihbarat tartışması
7 Temmuz 2017
2005-2010 yılları arasında MİT Müsteşarlığı makamında oturan Emre Taner’in 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili istihbarat açığı tartışmasına bakışı bu cümleyle başlıyor.
Taner, TBMM Darbeyi Araştırma Komisyonu’nun 9 Kasım 2016 tarihli oturumunda şöyle devam ediyor:
“Gören gözler de görmüştür, görmeyenler de görmüştür. Birbirimizi yiyerek, suçlayarak bir yere gitmemiz mümkün değil. Ama özeleştirimizi de erkekçesine, açıkçasına yapmak mecburiyetindeyiz. Yapamadık, alamadık. Fetullah Gülen’in 15 Temmuz’da bir ihtilale sebebiyet verebileceğini alamadı bu gizli servis, alamadı.”
MİT BİLDİRİR, BU ALLAH’IN EMRİ
Taner’in aynı oturumdaki şu ifadesinin de özellikle altının çizilmesi gerekiyor:
“Bizim o dönemde MİT aldığı her haberi bağlı olduğu Başbakan’a bildirir, Allah’ın emridir bu. Evvela Başbakan’a bildirir. Eğer haber muhtevası gerektiriyorsa Cumhurbaşkanı’na, ilgili komutanlıklarda, varsa ilgili kurumlara ve ilgili bakanlıklara da intikal ettirir.”
Taner, açıklamalarının bu bölümünde şöyle devam ediyor:
“
15 Temmuz ve istihbarat 8: Hilmi Özkök, Gülen için ne demişti?
6 Temmuz 2017
Bundan tam 13 yıl önce 24 Haziran 2004 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda “Fethullah Gülen” konulu gündem maddesi üzerindeki görüşmeler sırasında Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı tehdit değerlendirmesinden söz ediyoruz.
Genelkurmay Başkanlığı takdimi aynen şu ifadelerle son buluyor:
“(F. Gülen grubunun) Bu gelişmeler paralelinde mevcut sistemle barışık görünerek, Devletin tüm kademelerinde kadrolaşıp, sistemi içten içe ele geçirmek suretiyle laik, demokratik, sosyal hukuk devletini yıkarak, yerine dini esaslara dayalı bir devlet düzeni kurma amacını gerçekleştirmek yönündeki faaliyetlerini hiçbir önlem alınmadığı takdirde arttırarak devam ettireceği değerlendirilmektedir...”
20 GÜNÜ DOLDURMADAN YUMURTAYI KIRMAYIN
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün katıldığı MGK’da yapılan bu sunumda kuvvetle vurgulanan hususlardan biri, Gülen grubunun devletin bütün birimlerinde, özellikle de Milli Eğitim Bakanlığı, Emniyet teşkilatı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nde kadrolaşma hedefidir.
Gülen cemaatinin niyetlerini saklamaya, yanıltmaya dönük stratejisine özellikle şu iki paragrafta dikkat çekiliyor:
“Söz konusu grup, bu stratejisi doğrultusunda ‘Hoşgörü ve Barış’ mesajları vermekte ve hiçbir kuvvet tarafından geri adım atmaya zorlanamayacağı bir duruma ulaştığında, mevcut rejimi yıkarak, yerine dini esaslara dayalı bir rejim kurma amacını ılımlı görünümü altında gizlemektedir.
Devlete karşı savaş vererek amaçlarına ulaşmanın yıpratıcı olduğunu bilerek sistemle ters düşmek yerine, onunla barışık ama onu içten içe ele geçirici bir politikayı yeğlemektedir.”
15 Temmuz ve istihbarat (7): MİT'in Gülen-ABD ilişkisi konusundaki 2004 uyarısı
5 Temmuz 2017
Bunlar arasında özellikle iki belge özel bir önem taşıyor. Bunlar, 24 Haziran 2004 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda Gülen cemaatinin oluşturduğu tehdit ve dış bağlantıları hakkında MİT ve Genelkurmay tarafından yapılan sunumlardır.
Bu sunumlar üzerinden yapılan tartışmaların ardından 25 Ağustos 2004 tarihinde düzenlenen MGK’da Gülen cemaatinin yurtiçi ve yurtdışı faaliyetlerine dönük “eylem planı hazırlanması” yolunda tavsiye kararı alınmış; ancak bu karar daha sonra AK Parti iktidarı tarafından Bakanlar Kurulu’na getirilmediği için uygulanamamıştır.
İlginç olan bir nokta, MİT ve Genelkurmay’ın MGK’ya yaptıkları takdimlerin metinlerini TBMM komisyonuna sunan kişinin bir gazeteci olmasıdır. Posta gazetesi yazarı Nedim Şener komisyonun 25 Ekim 2016 tarihli toplantısında MİT tarafından “Fethullah Gülen Grubu’nun Yurtdışı Faaliyetleri”, Genelkurmay Başkanlığı’nın ise “Fethullah Gülen Konulu Gündem Maddesi İçin Takdim” başlıklı metinleri komisyona iletmiştir. Bu takdimlerin yapıldığı 2004 yılında MİT Müsteşarı olarak Şenkal Atasagun, Genelkurmay Başkanlığı’nda ise Orgeneral Hilmi Özkök görev yapmaktaydı.
Bu iki belge bir cemaat kumpası olduğu ortaya çıkan Odatv davasında, FETÖ’cü polisler tarafından bu kuruluştaki bir bilgisayarın harddiskine dışarıdan eklenmiş, ardından dava dosyasına girdiği için aleniyet kazanmıştır.
Bu sunumlar üzerinden yapılan tartışmaların ardından 25 Ağustos 2004 tarihinde düzenlenen MGK’da Gülen cemaatinin yurtiçi ve yurtdışı faaliyetlerine dönük “eylem planı hazırlanması” yolunda tavsiye kararı alınmış; ancak bu karar daha sonra AK Parti iktidarı tarafından Bakanlar Kurulu’na getirilmediği için uygulanamamıştır.
İlginç olan bir nokta, MİT ve Genelkurmay’ın MGK’ya yaptıkları takdimlerin metinlerini TBMM komisyonuna sunan kişinin bir gazeteci olmasıdır. Posta gazetesi yazarı Nedim Şener komisyonun 25 Ekim 2016 tarihli toplantısında MİT tarafından “Fethullah Gülen Grubu’nun Yurtdışı Faaliyetleri”, Genelkurmay Başkanlığı’nın ise “Fethullah Gülen Konulu Gündem Maddesi İçin Takdim” başlıklı metinleri komisyona iletmiştir. Bu takdimlerin yapıldığı 2004 yılında MİT Müsteşarı olarak Şenkal Atasagun, Genelkurmay Başkanlığı’nda ise Orgeneral Hilmi Özkök görev yapmaktaydı.
Bu iki belge bir cemaat kumpası olduğu ortaya çıkan Odatv davasında, FETÖ’cü polisler tarafından bu kuruluştaki bir bilgisayarın harddiskine dışarıdan eklenmiş, ardından dava dosyasına girdiği için aleniyet kazanmıştır.
15 Temmuz ve istihbarat (6): Gülenciler MİT’e ne kadar sızdı
4 Temmuz 2017
Özkürkçü, 15 Temmuz akşamı Genelkurmay Karargâhı’nda özel kuvvetler mensupları tarafından elleri ve ayakları bağlanarak derdest edilmiştir. Akıncı üssüne götürülen tuğgeneral ertesi gün akşam saatlerine kadar burada mahsur kalmıştır. Şiddet gördüğü doktor raporuyla da belgelenen Ertuğrulgazi Özkürkçü’ye 15 Temmuz’dan sonra “gazi” unvanı verilmiştir.
Buna karşılık Özkürkçü’nün adı devletin bazı resmi belgelerinde “paralelci” olarak geçebiliyor. Buna göre, 15 Temmuz’da darbeci generallerden Genelkurmay Personel Plan Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç’ün odasında bulunan belgeler arasından çıkan MİT kaynaklı bir raporda, Özkürkçü’nün adı “Paralel Yapıya Mensup Olan veya Olduğu Düşünülen Personel” başlıklı bir listede yer alıyor.
***
Bu bilginin, Tuğgeneral Nerim Bitlislioğlu’nun başkanlığında oluşturulan üç kişilik bir askeri bilirkişi heyetinin bu belgeler üzerinde yaptığı inceleme sonucunda 6 Mart 2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği toplam 43 sayfalık bir raporda yer aldığı anlaşılıyor.
Bu belgenin düşündürücü yönü, gerçekten de darbe girişiminde suçüstü yakalanan pek çok general ve amiralin yanı sıra darbecilerin 15 Temmuz gecesi hedef aldığı, derdest ettiği ya da kalkışmanın başarılı olması halinde devre dışı bırakmaya hazırlandığı birçok general ve amiralin de isimlerini içermesidir. Bu komutanların bir bölümü halen Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri’nde kritik görevlerde bulunuyor.
Peki o zaman bu askerler nasıl oluyor da “paralelci” diye raporlanabiliyor?
Sorunun yanıtına şöyle yaklaşabiliriz. Türk Silahlı Kuvvetleri kendi içinde etkili bir istihbarat sistemi işletemiyor, ayrıca kışla dışında da yasal olarak istihbaratta bulunma imkânına sahip değil. Bu durum TSK’yı kendi içine nüfuz etmiş FETÖ mensuplarını öğrenebilmek için büyük ölçüde MİT ve Emniyet’ten gelecek istihbarata bağımlı hale geliyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün özellikle istihbarat dairesinin uzun yıllar boyunca
15 Temmuz ve İstihbarat 5: Darbe istihbaratında gri alana girmek
1 Temmuz 2017
Darbe faaliyetlerinin istihbar edilmesiyle ilgili bütün tartışma bir yönerge üzerine kilitlenince, bu soruya yanıt vermek kilitlenmeyi aşmaya yardımcı olabilir.
Dünkü yazımız, meselenin yönerge boyutuyla ilgiliydi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “MY 114-1 (C)” yönergesi, 2011 yılından bu yana şüpheli personelin izlenmesinde kışla içinde yetkiyi askerde bırakıyor, kışla dışına çıkıldığında ise bu yetkiyi doğrudan MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne veriyor.
Tartışmanın asker kanadı, ‘şüpheli personeli kışla dışında izleyemediğini’belirtiyor; buna karşılık MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın TBMM’ye gönderdiği yanıtta gördüğümüz gibi MİT kanadı da “TSK bünyesinde istihbarat toplanamadığına” dikkat çekiyor.
Ve sonuçta ortada büyük bir gri alan, belirsizlik alanı doğuyor.
Bu noktada en iyisi MİT’in eski üst düzey yöneticilerinden birinin görüşlerine başvurmak.
*
MİT’in eski kıdemli müsteşar yardımcılarından Cevat Öneş, bu yönergenin “TSK kapsamında Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği esaslarını düzenlediğine” dikkat çekerek, “Sadece TSK’yı bağlıyor” diye konuşuyor. Bu yönergenin MİT’i bağlayan bir yönü yok.
Öneş
15 Temmuz ve istihbarat (4): Darbe istihbaratı ve MY 114-1 (C)'nin şifreleri
30 Haziran 2017
Ardından “MY 114-1 (C)” ile ilgili başka köşe yazarlarının da dahil olduğu bir tartışmaya tanık olduk.
Derken bir de “MY 114-1 (B)” ve hatta ondan önce bir de “MY 114-1 (A)” olduğunu öğrendik.
Bu, hassas bir tartışma; çünkü ilk bakışta, demokratik rejimin bekasını yakından ilgilendiren bir yönü var. Bir görüşe göre, ordu içindeki darbe faaliyetlerinin istihbar edilebilmesinin kurumsal sınırlarına ilişkin şifreler “MY 114-1 (C)”nin içinde yatıyor.
Herkes ona bir anlam atfediyor, hatta bazı kurumlar pozisyonlarını bu belge üzerinden alıyor. MİT’in “MY 114-1 (C)” nedeniyle ordu içinde istihbarat yapamadığını, çünkü yapamayacağını kuvvetle belirtenler var. Örneğin 2005-2010 yılları arasında MİT Müsteşarı olarak görev yapan Emre Taner, TBMM Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nda “MİT Silahlı Kuvvetler bünyesinde istihbarat yapamaz. MY 114-1 (C) isimli bir talimat bunu durdurmuştur. Ben garnizona giremiyorum” diye konuşuyor.
Derken bir de “MY 114-1 (B)” ve hatta ondan önce bir de “MY 114-1 (A)” olduğunu öğrendik.
Bu, hassas bir tartışma; çünkü ilk bakışta, demokratik rejimin bekasını yakından ilgilendiren bir yönü var. Bir görüşe göre, ordu içindeki darbe faaliyetlerinin istihbar edilebilmesinin kurumsal sınırlarına ilişkin şifreler “MY 114-1 (C)”nin içinde yatıyor.
Herkes ona bir anlam atfediyor, hatta bazı kurumlar pozisyonlarını bu belge üzerinden alıyor. MİT’in “MY 114-1 (C)” nedeniyle ordu içinde istihbarat yapamadığını, çünkü yapamayacağını kuvvetle belirtenler var. Örneğin 2005-2010 yılları arasında MİT Müsteşarı olarak görev yapan Emre Taner, TBMM Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nda “MİT Silahlı Kuvvetler bünyesinde istihbarat yapamaz. MY 114-1 (C) isimli bir talimat bunu durdurmuştur. Ben garnizona giremiyorum” diye konuşuyor.
15 Temmuz ve İstihbarat 3: İş darbe istihbaratına gelince herkes topu birbirine atıyor
29 Haziran 2017
15 Temmuz’da kendi vatandaşlarını gözünü kırpmadan bombalayabilen, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne hava saldırısı düzenleyen bu organize suç örgütünün TSK’nın içinde bu şekilde kendi egemenlik alanını yaratabilmiş olması nasıl fark edilemedi? Binlerce, binlerce insanı içine alan ve TSK’daki her uzvun içine girip orayı kaplayan bu yapılanma nasıl atlandı? Devletin istihbarat radarlarına nasıl takılmadı? İstihbarat mekanizması körleşti mi? Yoksa var olduğu varsayılan bir istihbarat mekanizması gerçeklikte yok muydu?
Bu sorular daha uzun bir süre Türk kamuoyunun gündemini meşgul edecek. TBMM’de 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak amacıyla kurulan komisyonun tutanakları incelendiğinde de bu soruların milletvekillerinin en çok kafa yordukları konuların başında geldiğini söylemek mümkün.
Ancak bu sorulara muhatap olan kurumların temsilcilerinin açıklamalarına bakıldığında, herkesin topu bir parça başka bir kuruma attığını, sonuçta deyim yerindeyse topun biraz ortada kaldığını görüyoruz.
NECDET ÖZEL: PERSONELİ DIŞARIDA İZLEYEMİYORUZ
Önce tartışmanın asker kanadına bakalım. Bu kanatta özellikle “kışla dışında istihbarat kabiliyetinden yoksun olma” gerekçesine bütün eski Genelkurmay Başkanları tarafından ortak bir tema olarak başvurulduğunu görüyoruz.
Örneğin 2011-2015 döneminde Genelkurmay Başkanlığı yapan Orgeneral Necdet Özel, “FETÖ’nün TSK’ya sızmasının fark edilmeyişinin sebebi kanaatinizce nedir” sorusuna yazılı yanıtında bir dizi neden sıralarken, bunlar arasında “Askeri personelin mesai haricinde kıta, karargâh, kurum dışında izlenmesinin mümkün olmamasını” da sayıyor.
IŞIK KOŞANER: MİT’E İTİBAR ETMEK DURUMUNDAYDIK
Özel
15 Temmuz ve İstihbarat 2: MGK’nın 2004 Gülen kararı neden uygulanmadı?
28 Haziran 2017
Bu konuyu değerlendirebilmek için 2011-2015 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunmuş olan Orgeneral Necdet Özel’in komisyona gönderdiği yazılı yanıtlardan yola çıkabiliriz. Orgeneral Özel, FETÖ/PDY’nin devletin tehdit değerlendirmeleri zeminindeki “tarihi geçmişini” üç dönem içinde değerlendiriyor.
BİRİNCİ DÖNEM: 2010 ÖNCESİ GÜLEN TEHDİT
Orgeneral Özel’e göre, birinci dönem 2010 yılına kadar olan yıllardır. Bu dönemde devletin resmi belgelerinde mevcut cemaat ve tarikatların tamamı “Dini Değerleri İstismar Eden Gruplar” içinde görülerek “milli güvenliğe tehdit” olarak değerlendiriliyor. Gülen cemaati de bu çerçevede “tehdit” olarak değerlendirilmektedir.
Özel, bu döneme ilişkin arşiv kayıtlarına dayanarak TSK’dan 1166 personelin TSK ile ilişkisinin kesildiğini, bu toplam içinde 400 kişinin Fetullah Gülen grubu ile iltisaklı olduğunu belirtiyor.
2010-2013: GÜLEN TEHDİT DEĞİL
Necdet Özel’e göre, 2010’da başlayan ikinci dönemde devletin resmi belgelerinde tehdit değerlendirmesi değişmiş, cemaat ve tarikatların faaliyetlerinin “güvenliğe tehdit oluşturmadığı” görüşüne gelinmiştir. Özel“Hatırladığım kadarıyla bu dönemde hakkında işlem yapılan personel olmamıştır”diye konuşuyor.
Bu noktada bir süre için Özel’den ayrılıp selefi Orgeneral Işık Koşaner’in komisyon tutanaklarına geçen açıklamalarına bakalım. Koşaner’in milletvekillerinin sorularını yanıtlarken gündeme gelen konulardan biri, Gülencemaatinin “Kırmızı Kitap” olarak da adlandırılan ve devletin tehdit önceliklerini sıralayan “Milli Güvenlik Kurulu Siyaset Belgesi”nden çıkartılmış olmasıdır.
Orgeneral
15 Temmuz ve İstihbarat 1: Bir istihbarat otoritesinin gözünden 15 Temmuz, Amerika ve Fetullah Gülen
27 Haziran 2017
MİT’in darbeyi neden daha önceden istihbar edemediği, teşkilatın bu istihbaratı yapabilmesi için gerekli yasal zemine sahip olup olmadığı, ayrıca AK Parti iktidarının geçmişte Gülen organizasyonu ile ittifak içinde olmasının hangi boyutlarda bir istihbarat açığı yarattığı gibi sorular bu tartışmada en çok öne çıkan başlıkları oluşturuyor.
Bugünden başlayarak bir dizi yazıda bu soruları tek tek büyüteç altına yatırıp, 15 Temmuz bağlamında istihbarat meselesine somut verilere dayanarak muhtelif açılardan ışık tutmak istiyoruz. Bunu yaparken özellikle TBMM’de 15 Temmuz darbe girişimini incelemek amacıyla kurulan komisyonda yapılan açıklamaları özellikle ön planda tutmak istiyoruz.
Ancak bu soruları tartışmaya girmeden eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in komisyonun 9 Kasım 2016 tarihli oturumunda yaptığı ve Türk kamuoyunda yeteri kadar değerlendirilmediğini düşündüğüm bir vurgusunu öncelikle ele almak istiyorum. Bu vurgu, Taner’in darbenin dış boyutuna, daha doğrusu 15 Temmuz’un arkasında dış destek, yani Amerika’nın olup olmadığı sorusuna bakışıyla ilgilidir.
Emre Taner, 2005-2010 yılları arasında MİT’in başında bulundu. Mülkiye mezunu, MİT’in içinden yetişmiş bir istihbaratçı. Teşkilatta tam 43 yıl çalışmış, Müsteşarlık makamına oturmadan önce İstanbul bölge başkanlığı, operasyondan sorumlu müsteşar yardımcılığı gibi kritik görevlerde bulunmuş profesyonel bir istihbaratçının değerlendirmelerinin önem taşıdığını düşünüyorum. Taner’den söz ederken müsteşarlığı sırasında “çözüm süreci” gibi kritik bir inisiyatifin başını çektiğini de hatırlamalıyız.
ÖNCE YABANCI ETKİSİNDE BİR MİSYONER FAALİYETİ
Eski müsteşar, öncelikle Fetullah Gülen’in özellikle 1970’li yıllardan itibaren MİT’in izleme alanı içinde olduğunu ve 1975’li yıllarda İzmir Aliağa vaizliği ve ardından İzmir merkez vaizliğine gelişinin ardından yeni bir yapının ortaya çıktığına dikkat çekiyor. Taner’e göre, Gülen’e dönük dış ilgi ilk kez bu dönemde başlamıştır:
“Yabancı ülkelerin birçok servis mensubu ‘diplomat’ kisvesiyle, çeşitli maskelerle konuyla ve grupla ilgilenmeye başlıyorlar. 1975’li yıllar bu ilgilerin en çok arttığıve başladığı yıllardır. Amerikalıları görüyoruz, başkalarını görüyoruz, değişik kitle iletişim örgütlerini görüyoruz.”
“
15 Temmuz tartışması (9) - Akar’a Çankaya’ya gelmesini Yıldırım söylemiş
24 Haziran 2017
Akıncı üssünün önemi, Adil Öksüz, Harun Biniş, Kemal Batmaz gibi cemaatin sivil kadrolarının da yer aldığı darbenin operasyon merkezinin buradaki 143. filoda üslenmiş olmasıdır.
Bütün anlatımlardan, sabaha kadar uzanan süreçte Akar’ın alıkonduğu üssün komutanlık binası ile 143. Filo binası arasında yoğun bir trafiğin yaşandığı ortaya çıkıyor. Bu trafikte Akar’a Genelkurmay Karargâhı’nda darbeyi tebliğ edip daha sonra onunla birlikte helikopterle Akıncı’ya geçen Tümgeneral Mehmet Dişli ve Yüksek Askeri Şûra üyesi Orgeneral Akın Öztürk de yer alıyor.
***
Akar’ın savcılık ifadesine göre, darbecilerin direncinin kırılmasındaki en önemli noktalardan biri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk Havaalanı’ndan canlı yayında toplanan kalabalığa yaptığı hitaptır. “Sayın Cumhurbaşkanımızın hitabı darbeci hainlerin bütün ümitlerini sanırım yok etti” diye konuşuyor Orgeneral Akar. Bu hitap sabah 06.27’de başlamıştır.
Burada önem taşıyan, darbecilerin vazgeçme noktasına geldiklerinde kalkışmanın nasıl sonlandırılacağı meselesidir. Akar, bu aşamada darbecilere kendisini Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile görüştürmeleri halinde “teşebbüsün sona erdirileceğini, adalete teslim olacaklarını ve dışarıdaki tüm unsurları kışlalara çekeceklerini bildireceğini” söylüyor.
Bu noktada cep telefonuyla devreye giren Mehmet Dişli’dir. Dişli’nin iddianamede yer alan telefon kayıtlarına baktığımızda, 16 Temmuz sabahı kendi cep telefonu ile saat 08.17 ile 08.47 arasında (505160...) diye başlayan Başbakanlığa ait telefon arasında toplam altı ve 08.22’de yine Başbakanlığa ait (533167...) telefon hattıyla da bir konuşma gerçekleştirildiğini görüyoruz.
Orgeneral Akar, Başbakan Binali Yıldırım ile görüşmesini “Durumu anlattım, telefonda konuşurken orada bulunan tüm bu hainlerin gözlerinin içine baka baka ‘Sayın Başbakanımıza hiçbir pazarlık söz konusu olmayacak, askeri savcı, cumhuriyet savcısı, polis ve inzibata teslim olacaklar’ dedim” diye anlatıyor.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder