07 Aralık 2017 Perşembe
Maturidi dersleri /teneffüs
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
1- Saat 01:25
1 Aralık Cuma…
Uçak havalanmak üzere piste girmiş durumda.
Uzun zamandan sonra ilk defa bir seyahat öncesinde heyecanlıyım. Çünkü, Maturidi’nin memleketine gidiyorum. İster tesadüf deyin, ister tevafuk, daha önce bir türlü kısmet olmadığı halde, tam da Maturidi derslerine başladığım bir zamanda nasip oldu Semerkand’a Buhara’ya gitmek.
Haydi bismillah.
2- Seyahatiniz her ne kadar karlı ve ısının eksilerde seyrettiği günlere denk gelse de, yol arkadaşlarınız candan dost ve içinizi ısıtan kişilerden oluşuyorsa ve hedefinizde sizi heyecanlandırıyorsa soğuğa aldırmazsınız. Hasan Gürsoy, İsmet Yıldırım, Ahmet Altınkum, Turgut Gürsoy, Mehmet Güner ve Mehmet Bozkurt’tan oluşan grubumuz, Taşkent Havaalanı’nda bizleri karşılama fedakarlığında ve nezaketinde bulunan Ahmet Demir’in de katılmasıyla tamamlandı. Bütün gezi boyunca pozitif enerjileriyle ve samimi dostluklarıyla içimizi ısıtan arkadaşların hepsine ayrı ayrı teşekkür ederim. İç ısınmasından bahsetmişken; görülen ve karşılaşılan ilk şeyler ve davranışlar da o ülkeye dair duygularınızı belirler kuşkusuz. Bu bağlamda; Özbekistan’da bir sofra kurulduğunda, bu isterse bir işret sofrası olsun, sofradaki en yaşlı kişi elini kaldırıyor diğerleri de ona uyunca kısa bir dua okunuyor. “Rabbimiz, bize tinçlik ve hatırcanlık versin, amin, Allahuekber.” Bu duadaki ‘tinçlik’ huzur, ‘hatırcanlık’ ise güven anlamında kullanılıyor.
Yani her şeyin başı huzur ve güven. Huzur ve güven varsa gerisi zaten vardır, olacaktır.
Aynı ritüel yemekten sonra da tekrarlanıyor.
Herhalde böyle bir ülkeye hemen ısınırsınız değil mi?
3- Semerkand ve Buhara;
İki güzelim kutlu şehir.
Bir zamanlar buralarda nevşü neva bulmuş ilmin, sanatın, saltanatın velhasıl bir medeniyetin izlerini halen muhafaza etmekte.
İslam’ı genel olarak iki ana akım olarak tanımladığımızda; rey (akıl) ehlinden ve hadis (nakil) ehlinden bahsedebiliriz değil mi?
Bu iki akımın iki önemli temsilcisi, hatta kurucu unsurları, ikisi de Semerkandlı.
Ebu Hanife ile başlayan rey ekolünü sistemleştirerek ana bir damara çeviren Maturidi Semerkand da doğmuş ve orada medfun.
Hadis ilminin ana kaynaklarından, hatta birinci sırasında yer alan Sahih-i Buhari yazarı İmam Buhari; Buharalı olmasına ve ilk ders vermeye Buhara’da başlamasına rağmen daha sonra Semerkand’a geçmiş ve ömrünün sonuna kadar orada yaşamış ve mezarı da orada bulunmakta. Ayrıca; Hallac-ı Mansur ile başlayıp, Yusuf Hemadani, Ahmet Yesevi vs. üzerinden akıp gelen tasavvufi hareket nihayet Şah-ı Nakşibendi ile tam bir disipline ve bütünlüğe erişmiş ve Nakşibendi ismi kendisinden sonraki, özellikle bizim coğrafyamızı ilgilendiren bütün tasavvufi hareketlere damgasını vurmuştur.
İşte o Nakşibendi’de Buharalı olup mezarı da oradadır. Geniş bir külliye içindeki türbe bugün ziyarete açık haldedir. Timur’un kabrinden, Uluğ Bey Medreselerine kadar daha birçok eser bize bu iki şehrin ne kadar önemli ve medeniyetimizde ne kadar belirleyici bir yere sahip olduğunu göstermekte.
Kuşkusuz, hem bu iki şehri, hem de etrafını yeterince tanımak için birer günlük süre yeterli değildir.
Ama her şeye rağmen bizim için bir teneffüs oldu, nefeslenmeye vesile oldu, çokta güzel oldu.
4- Bu kısa ziyaretin yazısını magazinle bitirmek istersek;
Özbekistan şehirlerinde dolaşırken en sık rastlayacağımız tabelalardan bir tanesi ‘Sevda Mecmuası’ ismini taşımaktadır.
‘Sevda’ ve ‘mecmua’ kelimelerinin buradaki karşılığıyla düşündüğünüzde aklınıza gelebilecek bütün ihtimaller sizi yanıltacaktır, emin olun.
‘Sevda Mecmuası’ alış-veriş merkezi, ‘sevdalaşmak’ ise pazarlık etmek anlamında kullanılıyor bu topraklarda. Zihnimi ne kadar zorlasam da ‘sevdalaşmak’ ile pazarlık etmek arasında bir paralellik kuramamama rağmen, ‘Sevda’nın alışveriş olarak kullanılmasını biraz daha anlamlı hale getirmeye çalıştım; bizim kullandığımız anlamda da ‘sevda’ bir gönül alışverişi sayılmaz mı diye…
Velhasıl Özbekistan geçmişiyle olduğu kadar bugün yaşayan haliyle de Türki Cumhuriyetler içinde kendinizi en fazla evinizde hissedeceğiniz ülke gibi geldi bana…
Umarım, yeni başkanın uyguladığı daha serbest bir rejim nedeniyle Türkiye ile Özbekistan arasındaki ilişkiler artarak devam eder.
30 Kasım 2017 Perşembe
Maturidi dersleri 2
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
Not: İlk derse başlarken kimse katılmasa da ders tekrarı etmiş olacağımızı söylemiştik. Bu bağlamda iki değerli dostum telefonla, bir dostum mesaj ile hak etmediğim derecede güzel şeyler söyleyerek dersimize katıldıklarını beyan ettiler. Sağ olsunlar.
1- İlim ve irfan sahiplerinin genel kabulüdür ki; başkalarının kavram ve kelimeleriyle düşünenler başkaları gibi düşünürler ve hatta başkalarına ajanlık yapmış olurlar.
Buna rağmen bazı kelimeler ve kavramlar için yine bu zevat tarafından gerekli titizlik ve dikkatin gösterilmediğine tanık oluruz sık sık...
Mesela; ilmine ve ferasetine güvendiğimiz birisi/birileri bir gün çıkıp; ‘birey ile fert arasında semantik bir fark görmüyorum’ diyebilir.
2 - Başkaca felsefi ve sosyolojik tahliller ve çıkarsamalar bir tarafa...
Maturidi üzerinden meseleye yaklaştığımızda...
Modernitenin bize dayattığı ‘birey’ ancak Maturidi’nin ‘tek ve yaratıcı bir Tanrı’yı tanımakla mükellef olan akıl’ sahibi tekil insana tekabül edebilir.
Biz biliyoruz ki, aydınlanmanın ‘birey’i ben merkezcidir. Yani kendine ait bir dünyası vardır, bu dünyanın merkezinde kendi oturur ve dışarda kalan her şey onu beslemek ve hazlandırmak için vardır.
Maturidi’nin tekil insanı da böyledir. O kadar ki; Tanrı’sı bile kendincedir, kendi tasavvurları ile belirlenmiştir.
3 - Oysa;
Maturidi’nin evren tasavvurunda tekil insan burada duramaz.
Bir önceki derste de söylediğimiz gibi buradan insanoğlunun yaşamını sürdürecek bir nizam çıkmaz.
Bu aşamada her insan teki, diğer insanların, her birinin dünyası diğer dünyaların karşıtı ve düşmanıdır.
Ne zaman ki bir peygamber gelir tanrıları birler ve tevhit nizamını kurar;
Tek tek akıl sahipleri bu nizamı tanır ve ona inanırsa;
O andan itibaren tekil insan bir topluluğun/cemaatin parçası yani fert olur.
4 -Şu kadarını da söylemeliyiz ki; ‘bireycilik’ üzerine bir ahlak inşa edilip, bir adalet düzeni kurulamaz.
Çünkü bireycilikte birey her zaman birinci sırada ve her zaman haklıdır.
Oysa; ahlaktan ve adaletten bahsedebilmemiz için kategorik birincilerden de sonunculardan da vazgeçmemiz gerekir.
Şartlara ve zamana göre şimdi önde olanın biraz sonra geride kalması mümkündür.
Aksi takdirde uhuvvet, merhamet, sevgi, saygı, yardımlaşma, fedakarlık gibi kelimeler anlamını yitirir.
Fedakarlık demişken; fedakarlığın son kertesi ‘fena bulmak’tır, bilirsiniz, yani bir şeyde yok olmak.
Allah’ta fena bulmak, vatanda fena bulmak, sevgilide fena bulmak gibi.
Siz modernitenin ‘birey’inin bir şeyde ‘fena’ bulabileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela Batı’nın bireyi aşağıda yer alan Namık Kemal’in şiirini benimseyip okuyabilir mi?
Sıdk ile terk edelim her emeli her hevesi
Kıralım hail ise azmimize ten kafesi
İnledikçe eleminden vatanın her nefesi
Gelin imdada diyor bak budur Allah sesi..
Memleket bitti yine bitmedi hâlâ sen-ben
Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen
Dest-i a’dadayız Allah içün ey ehl-i vatan
Yetişir terk edelim gayri heva vü hevesi
03 Aralık 2017 Pazar
Maturidi dersleri/3
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
1- Kimi düşünürlerin yaptığı gibi, bütün bilimlerin tepesine şemsiye gibi siyaseti yazsak ve hemen altına da iktisadı yerleştirsek…
Tekil veya çoğul insanın hayatta kalabilmesi adına yaptığı her şey iktisadın konusu;
İki insanın bir arada yaşama yoluna erişmesi ise siyasetin mevzuu ise;
Hiçte yanlış bir şey yapmadığımız ortaya çıkar.
Maturidi’yi ve Maturidi ekolünü anlamamız için de böyle bir noktadan hareket etmemiz kaçınılmaz görünüyor.
2- Bildiğiniz üzere Türkler daha birinci asırda, Emevi devrinde İslam’la muhatap olurlar.
Yine bildiğiniz gibi; her devlet vergi alır. Müslümanların kurduğu devletler ise çoğunlukla vergileri gayrimüslimlerden alır.
Emevi devrinde bir kısım Türkler de vergiye tabi tutulur.
Ancak onlar, kendilerinin de Müslüman olduğu gerekçesi ile bu vergiye karşı çıkarlar.
İdare ise; ibadet yapmadıkları için onların bu itirazını kabul etmez.
Sözlü iddialar ve itirazlar bir sonuç vermeyince mesele kılıçlara havale edilir ve bu Türkler vergi vermemek için isyan ederler.
Savaş, kah birinin ötekine, kah ötekinin berikine üstünlüğü şeklinde devam ededursun…
3- Müslüman olduklarını söyledikleri halde ibadet konusunda gerekli ihtimamı göstermedikleri gerekçesiyle bu beyanları kabul edilmeyenler;
Zamanla, vergi vermemek adına başlattıkları kıyıma düşünsel/itikadı bir boyut ve anlam yüklerler.
Ve derler ki; ‘amel imandan bir cüz değildir.’
İşte daha sonra Maturidi akidenin temelini oluşturacak inanç biçimi böyle ortaya çıkar.
Yani; Maturidi’ye göre; amel imandan bir cüz değildir. İmanda artma ya da eksilme olmaz, iman ya vardır ya yoktur. İmanda istisna da yapılmaz…
4 - Sonuç olarak;
Vergi vermemek gibi iktisadi bir nedenle başlayan ve siyasi mücadele olarak devam eden bir hareket, günümüze, biraz da kaynağı ve sebebi unutulmuş olarak itikadı bir mesele olarak gelmiş ve devam etmektedir.
17 Aralık 2017 Pazar
Maturidi dersleri/4
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
1
İmam Maturidi’ye göre, Eşariliğin aksine, bir şey iyi/güzel ise övülmüş, tavsiye edilmiştir. Kötü ise lanetlenmiş, yasaklanmış ve zem edilmiştir.
Buradan güncel bir çıkarsamada bulunursak;
Kur’an’da lanetlenip, aşağılandığına göre Yahudiler bizatihi kötüdürler, diyebiliriz.
Ancak meseleler her zaman bu kadar basit ve yalın olmazlar.
2
Bir kavmin/milletin, kendilerine sınanma imkanı ve fırsatı verilmeden kötüler hanesine yazılması Allah’ın adalet duygusunu zedeler.
İmtihan gerçekleşmeden imtihan sonucunu ilan etmeye benzer bu hal.
Eğer böyle olsaydı Allah onlarca/yüzlerce peygamber göndermez, vahiy indirmezdi.
‘İrade’ kavramının insana taalluk eden bir veçhesi kalmazdı.
3
İmam Maturidi de İslam’daki genel anlayışa/kabule uyarak ‘irade’yi ‘külli’ ve ‘cüzi’ olmak üzere ikiye ayırır.
Ve der ki; cüzi iradesiyle kul bir şeyi ister, külli iradesiyle Allah o kulun istediğini yaratır.
Hal böyle olunca; insanlık tarihi boyunca Yahudilere de çeşitli imkan ve fırsat sunulmuş, kendi iradeleri ile tercihte bulunma şartları hazırlanmıştır.
Yahudiler tercihlerini kötüden yana kullandıkları için Allah’ta onlara çağırdıklarını ve hak ettiklerini vererek onların kötücüllüklerini tescil etmiş ve diğer insanlara da bunu bildirmiştir.
Bu her şeye rağmen toptan bir damgalama ve kapatma değildir kuşkusuz.
O milletin içinde de fert fert kendilerine sunulan alternatifleri iyilik ve güzellik yolunda kullananlar olmuştur, bundan sonrada olması muhtemeldir.
4
Son Kudüs olayları muvacehesinde olup bitenlere bu bilgiler ve kabuller doğrultusunda yaklaşmakta fayda vardır, derken;
Karşımızda bulunan kitlenin ve fertlerin durumundan ziyade bizim yanlışlık ve haksızlık yapmamız için bu ilahi ve varoluşsal meselelere daha dikkatli yaklaşmamız babında bir hatırlatmadır derdimiz, söylediklerimiz…
21 Aralık 2017 Perşembe
Maturidi dersleri/5
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
1- Ne zaman fertler ve toplumlar halihazırda var olanla yetinmezler;
Mevcut durumun refah ve güvenlik üretmediğine inanırlar;
Yeniden hayatlarını ‘normalleştirmek’ için arayış içine girerler.
Bu arayış bazen mevcut duruma dayalı olarak tarihi hızlandırmak şeklinde olabilir. Bazen tamamen dışarıya yönelik bir tercihe yönelir. Bazen de eski defterleri karıştırmak şeklinde tezahür eder.
Her din ve ideoloji mensubu için bu hep böyle olmuştur.
2- Müslüman dünyada ne zaman ki yeni bir arayış söz konusu olmuş, yani yenilikçi bir ‘İslami hareket’ başlamış, işte o zaman insanlar çoğunlukla Maturidi’yi hatırlamıştır.
Bu anlaşılacak bir durumdur.
Maturidi’nin kuruculuğunu yaptığı rey ekolüne göre;
Akletme ameliyesinin gerçekleşmesi için, akledenin içinde bulunduğu belirli bir zaman ve mekan söz konusudur.
Zaman ve mekan ise bizi kuşatan her şeyi (kültür, coğrafya, teknolojik gelişmeler, yerel ve uluslararası siyaset vs.) ihata eder.
Böylece İslam belirli bir dönemin kalıplaşmış yorumunu taklit etmekten çıkar ve zamanın ruhuna uygun bir mahiyet kazanır.
Bu bir anlamda Mehmet Akif’in “Zamanın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” deyişinde anlatmaya çalıştığı şeydir.
Bu yönüyle Maturidi’yi hatırlamak ve onun üzerinden bugüne dair bir şeyler söylemeye çalışmak saygın ve anlaşılır bir şeydir.
Ancak, Maturidi okumaları ve çalışmaları yapanların tamamı bu düşünce içinde veya meseleye sadece bu şekilde yaklaşanlardan ibaret olmayabilir.
İkinci bir Maturidi okuması, muhtemeldir ki,
Hani İmam; “amel imandan bir cüz değildir” demişti ya…
İbadetsiz dindarlık için yapılıyor olabilir.
Maturidi’den ibadetsiz dindarlık çıkarmanın mümkün olup olmadığını başka bir derse bırakarak üçüncü bir nedenden bahsedebiliriz.
3- Osmanlı’nın son dönemleri ve günümüzde Maturidi çalışmalarına baktığımızda, bu kişiler içinde kendilerini ‘Türk milliyetçisi’ olarak tesmiye edenlerin çoğunlukta olduğunu görürüz.
Bu kişilerin Maturidi ilgilerini salt İmam’ın Türk oluşuna bağlamak hafiflik olur.
Ancak; onlara göre; Maturidi’nin geliştirdiği ‘rey ekolü’ sayesinde Türklerin İslam’dan önce sahip oldukları kimi örf ve adetler bazen şekil ve mahiyet değiştirerek, bazen olduğu gibi İslam’ın içinde de yaşama imkanı bulmuştur.
Bu çalışmaları biraz kazıyarak okur isek eskilerin deyimiyle; tevriyeli bir okuma yaparsak;
Onların; “iyi ki Maturidi gelmiş. Eğer o olmasaydı güzelim Türk örf ve âdetleri Arap İslam’ı karşısında yok olup gidecekti” dediklerini görmek mümkündür.
Gelecek derslerde görüşmek ümidiyle…
24 Aralık 2017 Pazar
Maturidi dersleri/6
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
1
Önceki derste kaldığımız yerden devam edersek;
Önemli soru şu: Gerçekten de Maturidi’nin söylediklerinden hareketle ‘ibadetsiz bir din’ tesis etmek mümkün müdür?
Başkaca hiçbir mülahazaya yer vermeksizin peşinen söyleyebiliriz ki; böyle bir düşünce öncelikle şahsen Maturidi’ye, devamında ise asırlar boyu kendisini Maturidi’ye nispet eden Müslümanlara haksızlıktır, bühtandır…
2
Evet Maturidi ‘ameli imanda bir cüz’ saymamıştır.
Ancak buradaki ‘iman’ üzerinde durmak gerekir.
Buradaki iman, hani tek başına ‘yaratıcı ve tek bir Tanrı’yı bulmakla’ mükellef olan tekil akıl vardı ya, onun imanına benzer bir şeydir.
Henüz peygamber devrede yoktur.
Bu aşamada ‘inandım!’ diyen birisinin beyanını biz dışarıdan, başka gerekçelerle sorgulamayız, yok sayamayız.
Ancak peygamber devreye girip, Tanrı’ya iman tekil aklın tasavvurundan çıkıp, peygamber vasıtasıyla Tanrı’nın bizzat kendisini anlatmasından sonra;
Akıl ortadan kalkmaz, ama önemli bir mahiyet değişikliğine uğrar.
Başlangıçta ‘tek ve yaratıcı tanrıyı bulmakla’ mükellef olan akıl, bu kez peygamberi ve onun anlattığı Tanrı’yı (Allah’ı) layıkı vech ile tanımakla mükellef hale gelir.
Bu aşamadan sonra hayat (din) Allah’ın bildirdikleri ve peygamberin uygulamasına göre şekil almak durumundadır.
3
“Bedeviler (onlar) ‘iman ettik’ dediler. De ki; ‘iman etmediniz’, ‘ancak boyun eğdik’ deyin (diyebilirsiniz). Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve peygamberine itaat ederseniz…” (Hucurat/14)
Müslümanlar arasında çokça zikredilen bu ayete bir de yukarıdan beri anlatılanlar bağlamında yeniden bakarsak;
Burada anahtar kelime ‘kalbe girmek (inmek)’tir.
Yani tekil insan bir ve yaratıcı Tanrı’yı bulmuş, ona tasdik etmiş olabilir. Farkındaysanız bu salt akli bir ameliyedir.
Veya konjonktürel olarak, güce boyun eğmek adına kabul (iman) ettim denmiş olabilir.
Ancak her iki durumda da henüz ‘kalp’ devreye girmemiştir. Yani mesele içselleştirilmemiştir. İç yolculuk ve/veya iç hesaplaşma henüz bitmemiştir.
Ne zaman ki, dışarıdan bir dayatma sonucu değil tamamen kendi içimizde yapacağımız bir yolculuk sonucu, aklın kılavuzluğuyla yetinmeksizin, tabiri caiz ise bütün hücrelerimizle vaaz edilene inandığımızda ve inancımızın gereği gibi hayatımızı tanzim etmeye başladığımızda imanımız kalbimize yerleşmiş olur.
Ayetteki ikinci anahtar unsur ise; ‘Allah’a ve Peygamberine itaat’tir.
Aklın sayesinde Peygambere ve Allah’a ulaştıktan sonra, bir mümin için, kul için olmazsa olmaz şart Allah’a ve Peygambere itaattir.
Artık hayatımızı (dinimizi) Allah’ın ve peygamberlerin bildirdikleriyle yaşıyor hale geldikten sonra ise karşımıza her türüyle amel, bahusus ibadet çıkar.
Bu bağlamıyla ibadetler kulun, müminin Allah’a ve peygambere itaatinin göstergesidir artık.
4
İmam Maturidi Kitab-ı Tevhid’de bilginin son aşaması olarak ‘kabi bilgi’den bahsederken;
Tevilatın’de da daha başlangıçta ‘kalbi imana’ vurgu yapar.
Bakara Suresi’nin 8. ayetini açıklarken daha sonra gelecek; Maide/41, Nisa/65 gibi ayetlere atıfla dildeki ve kalpteki iman ayrımına özel bir önem atfeder.
Kısaca ve bir daha söylemek gerekirse;
Maturidi’ye göre; peygamber devreye girdikten sonra akıl mahiyet değiştirir.
Bu yeni aklın birincil görevi Allah’ın ve Peygamber’in bildirdiklerini layıkıyla anlamak,
Sonrada bu bilgiler sayesinde,
Evrene, hayata ve kendisine dair tevillerde
bulunmaktır.
28 Aralık 2017 Perşembe
Maturidi dersleri/7 (Tevilat)
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
1- Eğer bugün Müslümanlar arasında karşıtlık ve kavga var ise;
Ki fazlasıyla vardır ve bütün acımasızlığı devam etmekte olup, her yerde Müslüman kanı akmaktadır.
Emin olun ki; ayrışmış her bir gruba önderlik yapan, onları din adına harekete geçiren kişilerin tamamı ‘tefsir’ yapmaktadırlar.
İster ayet bazında, ister pasaj veya sure, ister Kur’an’ın tamamı üzerinde bir kişi tefsir yaptığında demiş oluyor ki;
“Bu ayetin murat ettiği, salt budur! Sadece budur.” Keza pasaj ve sureler içinde aynı şey geçerli olup, giderek der ki tefsirci;
“İslam benim söylediğimdir; nokta.”
2- Oysa İmam Maturidi der ki;
Tefsir yapma hakkı ve yetkisi sadece sahabelere hastır.
Sadece onlar, kesinlik içerecek bir şekilde ‘bu ayette murat edilen şudur’ diyebilir.
Çünkü onlar ayetin gelişine şahitlik etmişlerdir, nüzul sebebini de bilmektedir.
O ayete muhatap olduğunda peygamberin hal ve hareketlerini bizzat görmüştür veya birinci kaynaktan öğrenmiştir.
Yine; ayetin gelişinden sonra peygamberin onu ümmetine aktarışına ve ayetin hayata geçirilişine vakıftırlar.
Devam eder Maturidi; sahabelerden sonra gelenlerin Kur’an’ın açıklaması babında yaptıkları/yapacakları ancak ‘tevil’ olabilir.
Tevil: Muhtemel doğrular içinde bir doğruyu tercih etmektir.
3- Tekrar bugüne dönersek;
Her türlü mezhep, meşrep, tarikat, cemaat, grup adına söz söyleyen kim var ise; ‘tefsir’ yapmaktan vazgeçip ‘tevil’e başvurduklarında Müslümanlar arası ayrışmalar ve çatışmalar itikadi/inanç temelini kaybedip, şahsi çıkar ve çatışma düzeyine inecektir.
Böyle olunca da hiçbir grup diğerini tekfir etme hak ve iddiasında bulunamayacaktır.
Bunun ne büyük bir nimet olacağını anlamak içinse derin bir ferasete ihtiyaç yok;
Makul ve normal akıl sahibi olmak yeterli…
Bu kadarına da mı sahip değiliz, dersiniz…
25 Ocak 2018 Perşembe
Maturidi dersleri /teneffüs
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
1- Saat 01:25
1 Aralık Cuma…
Uçak havalanmak üzere piste girmiş durumda.
Uzun zamandan sonra ilk defa bir seyahat öncesinde heyecanlıyım. Çünkü, Maturidi’nin memleketine gidiyorum. İster tesadüf deyin, ister tevafuk, daha önce bir türlü kısmet olmadığı halde, tam da Maturidi derslerine başladığım bir zamanda nasip oldu Semerkand’a Buhara’ya gitmek.
Haydi bismillah.
2- Seyahatiniz her ne kadar karlı ve ısının eksilerde seyrettiği günlere denk gelse de, yol arkadaşlarınız candan dost ve içinizi ısıtan kişilerden oluşuyorsa ve hedefinizde sizi heyecanlandırıyorsa soğuğa aldırmazsınız. Hasan Gürsoy, İsmet Yıldırım, Ahmet Altınkum, Turgut Gürsoy, Mehmet Güner ve Mehmet Bozkurt’tan oluşan grubumuz, Taşkent Havaalanı’nda bizleri karşılama fedakarlığında ve nezaketinde bulunan Ahmet Demir’in de katılmasıyla tamamlandı. Bütün gezi boyunca pozitif enerjileriyle ve samimi dostluklarıyla içimizi ısıtan arkadaşların hepsine ayrı ayrı teşekkür ederim. İç ısınmasından bahsetmişken; görülen ve karşılaşılan ilk şeyler ve davranışlar da o ülkeye dair duygularınızı belirler kuşkusuz. Bu bağlamda; Özbekistan’da bir sofra kurulduğunda, bu isterse bir işret sofrası olsun, sofradaki en yaşlı kişi elini kaldırıyor diğerleri de ona uyunca kısa bir dua okunuyor. “Rabbimiz, bize tinçlik ve hatırcanlık versin, amin, Allahuekber.” Bu duadaki ‘tinçlik’ huzur, ‘hatırcanlık’ ise güven anlamında kullanılıyor.
Yani her şeyin başı huzur ve güven. Huzur ve güven varsa gerisi zaten vardır, olacaktır.
Aynı ritüel yemekten sonra da tekrarlanıyor.
Herhalde böyle bir ülkeye hemen ısınırsınız değil mi?
3- Semerkand ve Buhara;
İki güzelim kutlu şehir.
Bir zamanlar buralarda nevşü neva bulmuş ilmin, sanatın, saltanatın velhasıl bir medeniyetin izlerini halen muhafaza etmekte.
İslam’ı genel olarak iki ana akım olarak tanımladığımızda; rey (akıl) ehlinden ve hadis (nakil) ehlinden bahsedebiliriz değil mi?
Bu iki akımın iki önemli temsilcisi, hatta kurucu unsurları, ikisi de Semerkandlı.
Ebu Hanife ile başlayan rey ekolünü sistemleştirerek ana bir damara çeviren Maturidi Semerkand da doğmuş ve orada medfun.
Hadis ilminin ana kaynaklarından, hatta birinci sırasında yer alan Sahih-i Buhari yazarı İmam Buhari; Buharalı olmasına ve ilk ders vermeye Buhara’da başlamasına rağmen daha sonra Semerkand’a geçmiş ve ömrünün sonuna kadar orada yaşamış ve mezarı da orada bulunmakta. Ayrıca; Hallac-ı Mansur ile başlayıp, Yusuf Hemadani, Ahmet Yesevi vs. üzerinden akıp gelen tasavvufi hareket nihayet Şah-ı Nakşibendi ile tam bir disipline ve bütünlüğe erişmiş ve Nakşibendi ismi kendisinden sonraki, özellikle bizim coğrafyamızı ilgilendiren bütün tasavvufi hareketlere damgasını vurmuştur.
İşte o Nakşibendi’de Buharalı olup mezarı da oradadır. Geniş bir külliye içindeki türbe bugün ziyarete açık haldedir. Timur’un kabrinden, Uluğ Bey Medreselerine kadar daha birçok eser bize bu iki şehrin ne kadar önemli ve medeniyetimizde ne kadar belirleyici bir yere sahip olduğunu göstermekte.
Kuşkusuz, hem bu iki şehri, hem de etrafını yeterince tanımak için birer günlük süre yeterli değildir.
Ama her şeye rağmen bizim için bir teneffüs oldu, nefeslenmeye vesile oldu, çokta güzel oldu.
4- Bu kısa ziyaretin yazısını magazinle bitirmek istersek;
Özbekistan şehirlerinde dolaşırken en sık rastlayacağımız tabelalardan bir tanesi ‘Sevda Mecmuası’ ismini taşımaktadır.
‘Sevda’ ve ‘mecmua’ kelimelerinin buradaki karşılığıyla düşündüğünüzde aklınıza gelebilecek bütün ihtimaller sizi yanıltacaktır, emin olun.
‘Sevda Mecmuası’ alış-veriş merkezi, ‘sevdalaşmak’ ise pazarlık etmek anlamında kullanılıyor bu topraklarda. Zihnimi ne kadar zorlasam da ‘sevdalaşmak’ ile pazarlık etmek arasında bir paralellik kuramamama rağmen, ‘Sevda’nın alışveriş olarak kullanılmasını biraz daha anlamlı hale getirmeye çalıştım; bizim kullandığımız anlamda da ‘sevda’ bir gönül alışverişi sayılmaz mı diye…
Velhasıl Özbekistan geçmişiyle olduğu kadar bugün yaşayan haliyle de Türki Cumhuriyetler içinde kendinizi en fazla evinizde hissedeceğiniz ülke gibi geldi bana…
Umarım, yeni başkanın uyguladığı daha serbest bir rejim nedeniyle Türkiye ile Özbekistan arasındaki ilişkiler artarak devam eder.
30 Kasım 2017 Perşembe
Maturidi dersleri 2
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
Not: İlk derse başlarken kimse katılmasa da ders tekrarı etmiş olacağımızı söylemiştik. Bu bağlamda iki değerli dostum telefonla, bir dostum mesaj ile hak etmediğim derecede güzel şeyler söyleyerek dersimize katıldıklarını beyan ettiler. Sağ olsunlar.
1- İlim ve irfan sahiplerinin genel kabulüdür ki; başkalarının kavram ve kelimeleriyle düşünenler başkaları gibi düşünürler ve hatta başkalarına ajanlık yapmış olurlar.
Buna rağmen bazı kelimeler ve kavramlar için yine bu zevat tarafından gerekli titizlik ve dikkatin gösterilmediğine tanık oluruz sık sık...
Mesela; ilmine ve ferasetine güvendiğimiz birisi/birileri bir gün çıkıp; ‘birey ile fert arasında semantik bir fark görmüyorum’ diyebilir.
2 - Başkaca felsefi ve sosyolojik tahliller ve çıkarsamalar bir tarafa...
Maturidi üzerinden meseleye yaklaştığımızda...
Modernitenin bize dayattığı ‘birey’ ancak Maturidi’nin ‘tek ve yaratıcı bir Tanrı’yı tanımakla mükellef olan akıl’ sahibi tekil insana tekabül edebilir.
Biz biliyoruz ki, aydınlanmanın ‘birey’i ben merkezcidir. Yani kendine ait bir dünyası vardır, bu dünyanın merkezinde kendi oturur ve dışarda kalan her şey onu beslemek ve hazlandırmak için vardır.
Maturidi’nin tekil insanı da böyledir. O kadar ki; Tanrı’sı bile kendincedir, kendi tasavvurları ile belirlenmiştir.
3 - Oysa;
Maturidi’nin evren tasavvurunda tekil insan burada duramaz.
Bir önceki derste de söylediğimiz gibi buradan insanoğlunun yaşamını sürdürecek bir nizam çıkmaz.
Bu aşamada her insan teki, diğer insanların, her birinin dünyası diğer dünyaların karşıtı ve düşmanıdır.
Ne zaman ki bir peygamber gelir tanrıları birler ve tevhit nizamını kurar;
Tek tek akıl sahipleri bu nizamı tanır ve ona inanırsa;
O andan itibaren tekil insan bir topluluğun/cemaatin parçası yani fert olur.
4 -Şu kadarını da söylemeliyiz ki; ‘bireycilik’ üzerine bir ahlak inşa edilip, bir adalet düzeni kurulamaz.
Çünkü bireycilikte birey her zaman birinci sırada ve her zaman haklıdır.
Oysa; ahlaktan ve adaletten bahsedebilmemiz için kategorik birincilerden de sonunculardan da vazgeçmemiz gerekir.
Şartlara ve zamana göre şimdi önde olanın biraz sonra geride kalması mümkündür.
Aksi takdirde uhuvvet, merhamet, sevgi, saygı, yardımlaşma, fedakarlık gibi kelimeler anlamını yitirir.
Fedakarlık demişken; fedakarlığın son kertesi ‘fena bulmak’tır, bilirsiniz, yani bir şeyde yok olmak.
Allah’ta fena bulmak, vatanda fena bulmak, sevgilide fena bulmak gibi.
Siz modernitenin ‘birey’inin bir şeyde ‘fena’ bulabileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela Batı’nın bireyi aşağıda yer alan Namık Kemal’in şiirini benimseyip okuyabilir mi?
Sıdk ile terk edelim her emeli her hevesi
Kıralım hail ise azmimize ten kafesi
İnledikçe eleminden vatanın her nefesi
Gelin imdada diyor bak budur Allah sesi..
Memleket bitti yine bitmedi hâlâ sen-ben
Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşmen
Dest-i a’dadayız Allah içün ey ehl-i vatan
Yetişir terk edelim gayri heva vü hevesi
03 Aralık 2017 Pazar
Maturidi dersleri/3
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
1- Kimi düşünürlerin yaptığı gibi, bütün bilimlerin tepesine şemsiye gibi siyaseti yazsak ve hemen altına da iktisadı yerleştirsek…
Tekil veya çoğul insanın hayatta kalabilmesi adına yaptığı her şey iktisadın konusu;
İki insanın bir arada yaşama yoluna erişmesi ise siyasetin mevzuu ise;
Hiçte yanlış bir şey yapmadığımız ortaya çıkar.
Maturidi’yi ve Maturidi ekolünü anlamamız için de böyle bir noktadan hareket etmemiz kaçınılmaz görünüyor.
2- Bildiğiniz üzere Türkler daha birinci asırda, Emevi devrinde İslam’la muhatap olurlar.
Yine bildiğiniz gibi; her devlet vergi alır. Müslümanların kurduğu devletler ise çoğunlukla vergileri gayrimüslimlerden alır.
Emevi devrinde bir kısım Türkler de vergiye tabi tutulur.
Ancak onlar, kendilerinin de Müslüman olduğu gerekçesi ile bu vergiye karşı çıkarlar.
İdare ise; ibadet yapmadıkları için onların bu itirazını kabul etmez.
Sözlü iddialar ve itirazlar bir sonuç vermeyince mesele kılıçlara havale edilir ve bu Türkler vergi vermemek için isyan ederler.
Savaş, kah birinin ötekine, kah ötekinin berikine üstünlüğü şeklinde devam ededursun…
3- Müslüman olduklarını söyledikleri halde ibadet konusunda gerekli ihtimamı göstermedikleri gerekçesiyle bu beyanları kabul edilmeyenler;
Zamanla, vergi vermemek adına başlattıkları kıyıma düşünsel/itikadı bir boyut ve anlam yüklerler.
Ve derler ki; ‘amel imandan bir cüz değildir.’
İşte daha sonra Maturidi akidenin temelini oluşturacak inanç biçimi böyle ortaya çıkar.
Yani; Maturidi’ye göre; amel imandan bir cüz değildir. İmanda artma ya da eksilme olmaz, iman ya vardır ya yoktur. İmanda istisna da yapılmaz…
4 - Sonuç olarak;
Vergi vermemek gibi iktisadi bir nedenle başlayan ve siyasi mücadele olarak devam eden bir hareket, günümüze, biraz da kaynağı ve sebebi unutulmuş olarak itikadı bir mesele olarak gelmiş ve devam etmektedir.
17 Aralık 2017 Pazar
Maturidi dersleri/4
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
1
İmam Maturidi’ye göre, Eşariliğin aksine, bir şey iyi/güzel ise övülmüş, tavsiye edilmiştir. Kötü ise lanetlenmiş, yasaklanmış ve zem edilmiştir.
Buradan güncel bir çıkarsamada bulunursak;
Kur’an’da lanetlenip, aşağılandığına göre Yahudiler bizatihi kötüdürler, diyebiliriz.
Ancak meseleler her zaman bu kadar basit ve yalın olmazlar.
2
Bir kavmin/milletin, kendilerine sınanma imkanı ve fırsatı verilmeden kötüler hanesine yazılması Allah’ın adalet duygusunu zedeler.
İmtihan gerçekleşmeden imtihan sonucunu ilan etmeye benzer bu hal.
Eğer böyle olsaydı Allah onlarca/yüzlerce peygamber göndermez, vahiy indirmezdi.
‘İrade’ kavramının insana taalluk eden bir veçhesi kalmazdı.
3
İmam Maturidi de İslam’daki genel anlayışa/kabule uyarak ‘irade’yi ‘külli’ ve ‘cüzi’ olmak üzere ikiye ayırır.
Ve der ki; cüzi iradesiyle kul bir şeyi ister, külli iradesiyle Allah o kulun istediğini yaratır.
Hal böyle olunca; insanlık tarihi boyunca Yahudilere de çeşitli imkan ve fırsat sunulmuş, kendi iradeleri ile tercihte bulunma şartları hazırlanmıştır.
Yahudiler tercihlerini kötüden yana kullandıkları için Allah’ta onlara çağırdıklarını ve hak ettiklerini vererek onların kötücüllüklerini tescil etmiş ve diğer insanlara da bunu bildirmiştir.
Bu her şeye rağmen toptan bir damgalama ve kapatma değildir kuşkusuz.
O milletin içinde de fert fert kendilerine sunulan alternatifleri iyilik ve güzellik yolunda kullananlar olmuştur, bundan sonrada olması muhtemeldir.
4
Son Kudüs olayları muvacehesinde olup bitenlere bu bilgiler ve kabuller doğrultusunda yaklaşmakta fayda vardır, derken;
Karşımızda bulunan kitlenin ve fertlerin durumundan ziyade bizim yanlışlık ve haksızlık yapmamız için bu ilahi ve varoluşsal meselelere daha dikkatli yaklaşmamız babında bir hatırlatmadır derdimiz, söylediklerimiz…
21 Aralık 2017 Perşembe
Maturidi dersleri/5
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
1- Ne zaman fertler ve toplumlar halihazırda var olanla yetinmezler;
Mevcut durumun refah ve güvenlik üretmediğine inanırlar;
Yeniden hayatlarını ‘normalleştirmek’ için arayış içine girerler.
Bu arayış bazen mevcut duruma dayalı olarak tarihi hızlandırmak şeklinde olabilir. Bazen tamamen dışarıya yönelik bir tercihe yönelir. Bazen de eski defterleri karıştırmak şeklinde tezahür eder.
Her din ve ideoloji mensubu için bu hep böyle olmuştur.
2- Müslüman dünyada ne zaman ki yeni bir arayış söz konusu olmuş, yani yenilikçi bir ‘İslami hareket’ başlamış, işte o zaman insanlar çoğunlukla Maturidi’yi hatırlamıştır.
Bu anlaşılacak bir durumdur.
Maturidi’nin kuruculuğunu yaptığı rey ekolüne göre;
Akletme ameliyesinin gerçekleşmesi için, akledenin içinde bulunduğu belirli bir zaman ve mekan söz konusudur.
Zaman ve mekan ise bizi kuşatan her şeyi (kültür, coğrafya, teknolojik gelişmeler, yerel ve uluslararası siyaset vs.) ihata eder.
Böylece İslam belirli bir dönemin kalıplaşmış yorumunu taklit etmekten çıkar ve zamanın ruhuna uygun bir mahiyet kazanır.
Bu bir anlamda Mehmet Akif’in “Zamanın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” deyişinde anlatmaya çalıştığı şeydir.
Bu yönüyle Maturidi’yi hatırlamak ve onun üzerinden bugüne dair bir şeyler söylemeye çalışmak saygın ve anlaşılır bir şeydir.
Ancak, Maturidi okumaları ve çalışmaları yapanların tamamı bu düşünce içinde veya meseleye sadece bu şekilde yaklaşanlardan ibaret olmayabilir.
İkinci bir Maturidi okuması, muhtemeldir ki,
Hani İmam; “amel imandan bir cüz değildir” demişti ya…
İbadetsiz dindarlık için yapılıyor olabilir.
Maturidi’den ibadetsiz dindarlık çıkarmanın mümkün olup olmadığını başka bir derse bırakarak üçüncü bir nedenden bahsedebiliriz.
3- Osmanlı’nın son dönemleri ve günümüzde Maturidi çalışmalarına baktığımızda, bu kişiler içinde kendilerini ‘Türk milliyetçisi’ olarak tesmiye edenlerin çoğunlukta olduğunu görürüz.
Bu kişilerin Maturidi ilgilerini salt İmam’ın Türk oluşuna bağlamak hafiflik olur.
Ancak; onlara göre; Maturidi’nin geliştirdiği ‘rey ekolü’ sayesinde Türklerin İslam’dan önce sahip oldukları kimi örf ve adetler bazen şekil ve mahiyet değiştirerek, bazen olduğu gibi İslam’ın içinde de yaşama imkanı bulmuştur.
Bu çalışmaları biraz kazıyarak okur isek eskilerin deyimiyle; tevriyeli bir okuma yaparsak;
Onların; “iyi ki Maturidi gelmiş. Eğer o olmasaydı güzelim Türk örf ve âdetleri Arap İslam’ı karşısında yok olup gidecekti” dediklerini görmek mümkündür.
Gelecek derslerde görüşmek ümidiyle…
24 Aralık 2017 Pazar
Maturidi dersleri/6
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
1
Önceki derste kaldığımız yerden devam edersek;
Önemli soru şu: Gerçekten de Maturidi’nin söylediklerinden hareketle ‘ibadetsiz bir din’ tesis etmek mümkün müdür?
Başkaca hiçbir mülahazaya yer vermeksizin peşinen söyleyebiliriz ki; böyle bir düşünce öncelikle şahsen Maturidi’ye, devamında ise asırlar boyu kendisini Maturidi’ye nispet eden Müslümanlara haksızlıktır, bühtandır…
2
Evet Maturidi ‘ameli imanda bir cüz’ saymamıştır.
Ancak buradaki ‘iman’ üzerinde durmak gerekir.
Buradaki iman, hani tek başına ‘yaratıcı ve tek bir Tanrı’yı bulmakla’ mükellef olan tekil akıl vardı ya, onun imanına benzer bir şeydir.
Henüz peygamber devrede yoktur.
Bu aşamada ‘inandım!’ diyen birisinin beyanını biz dışarıdan, başka gerekçelerle sorgulamayız, yok sayamayız.
Ancak peygamber devreye girip, Tanrı’ya iman tekil aklın tasavvurundan çıkıp, peygamber vasıtasıyla Tanrı’nın bizzat kendisini anlatmasından sonra;
Akıl ortadan kalkmaz, ama önemli bir mahiyet değişikliğine uğrar.
Başlangıçta ‘tek ve yaratıcı tanrıyı bulmakla’ mükellef olan akıl, bu kez peygamberi ve onun anlattığı Tanrı’yı (Allah’ı) layıkı vech ile tanımakla mükellef hale gelir.
Bu aşamadan sonra hayat (din) Allah’ın bildirdikleri ve peygamberin uygulamasına göre şekil almak durumundadır.
3
“Bedeviler (onlar) ‘iman ettik’ dediler. De ki; ‘iman etmediniz’, ‘ancak boyun eğdik’ deyin (diyebilirsiniz). Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve peygamberine itaat ederseniz…” (Hucurat/14)
Müslümanlar arasında çokça zikredilen bu ayete bir de yukarıdan beri anlatılanlar bağlamında yeniden bakarsak;
Burada anahtar kelime ‘kalbe girmek (inmek)’tir.
Yani tekil insan bir ve yaratıcı Tanrı’yı bulmuş, ona tasdik etmiş olabilir. Farkındaysanız bu salt akli bir ameliyedir.
Veya konjonktürel olarak, güce boyun eğmek adına kabul (iman) ettim denmiş olabilir.
Ancak her iki durumda da henüz ‘kalp’ devreye girmemiştir. Yani mesele içselleştirilmemiştir. İç yolculuk ve/veya iç hesaplaşma henüz bitmemiştir.
Ne zaman ki, dışarıdan bir dayatma sonucu değil tamamen kendi içimizde yapacağımız bir yolculuk sonucu, aklın kılavuzluğuyla yetinmeksizin, tabiri caiz ise bütün hücrelerimizle vaaz edilene inandığımızda ve inancımızın gereği gibi hayatımızı tanzim etmeye başladığımızda imanımız kalbimize yerleşmiş olur.
Ayetteki ikinci anahtar unsur ise; ‘Allah’a ve Peygamberine itaat’tir.
Aklın sayesinde Peygambere ve Allah’a ulaştıktan sonra, bir mümin için, kul için olmazsa olmaz şart Allah’a ve Peygambere itaattir.
Artık hayatımızı (dinimizi) Allah’ın ve peygamberlerin bildirdikleriyle yaşıyor hale geldikten sonra ise karşımıza her türüyle amel, bahusus ibadet çıkar.
Bu bağlamıyla ibadetler kulun, müminin Allah’a ve peygambere itaatinin göstergesidir artık.
4
İmam Maturidi Kitab-ı Tevhid’de bilginin son aşaması olarak ‘kabi bilgi’den bahsederken;
Tevilatın’de da daha başlangıçta ‘kalbi imana’ vurgu yapar.
Bakara Suresi’nin 8. ayetini açıklarken daha sonra gelecek; Maide/41, Nisa/65 gibi ayetlere atıfla dildeki ve kalpteki iman ayrımına özel bir önem atfeder.
Kısaca ve bir daha söylemek gerekirse;
Maturidi’ye göre; peygamber devreye girdikten sonra akıl mahiyet değiştirir.
Bu yeni aklın birincil görevi Allah’ın ve Peygamber’in bildirdiklerini layıkıyla anlamak,
Sonrada bu bilgiler sayesinde,
Evrene, hayata ve kendisine dair tevillerde
bulunmaktır.
28 Aralık 2017 Perşembe
Maturidi dersleri/7 (Tevilat)
A AA
Hüseyin Besli
atifhuseyin@gmail.com
Tüm yazılar için tıklayınız
1- Eğer bugün Müslümanlar arasında karşıtlık ve kavga var ise;
Ki fazlasıyla vardır ve bütün acımasızlığı devam etmekte olup, her yerde Müslüman kanı akmaktadır.
Emin olun ki; ayrışmış her bir gruba önderlik yapan, onları din adına harekete geçiren kişilerin tamamı ‘tefsir’ yapmaktadırlar.
İster ayet bazında, ister pasaj veya sure, ister Kur’an’ın tamamı üzerinde bir kişi tefsir yaptığında demiş oluyor ki;
“Bu ayetin murat ettiği, salt budur! Sadece budur.” Keza pasaj ve sureler içinde aynı şey geçerli olup, giderek der ki tefsirci;
“İslam benim söylediğimdir; nokta.”
2- Oysa İmam Maturidi der ki;
Tefsir yapma hakkı ve yetkisi sadece sahabelere hastır.
Sadece onlar, kesinlik içerecek bir şekilde ‘bu ayette murat edilen şudur’ diyebilir.
Çünkü onlar ayetin gelişine şahitlik etmişlerdir, nüzul sebebini de bilmektedir.
O ayete muhatap olduğunda peygamberin hal ve hareketlerini bizzat görmüştür veya birinci kaynaktan öğrenmiştir.
Yine; ayetin gelişinden sonra peygamberin onu ümmetine aktarışına ve ayetin hayata geçirilişine vakıftırlar.
Devam eder Maturidi; sahabelerden sonra gelenlerin Kur’an’ın açıklaması babında yaptıkları/yapacakları ancak ‘tevil’ olabilir.
Tevil: Muhtemel doğrular içinde bir doğruyu tercih etmektir.
3- Tekrar bugüne dönersek;
Her türlü mezhep, meşrep, tarikat, cemaat, grup adına söz söyleyen kim var ise; ‘tefsir’ yapmaktan vazgeçip ‘tevil’e başvurduklarında Müslümanlar arası ayrışmalar ve çatışmalar itikadi/inanç temelini kaybedip, şahsi çıkar ve çatışma düzeyine inecektir.
Böyle olunca da hiçbir grup diğerini tekfir etme hak ve iddiasında bulunamayacaktır.
Bunun ne büyük bir nimet olacağını anlamak içinse derin bir ferasete ihtiyaç yok;
Makul ve normal akıl sahibi olmak yeterli…
Bu kadarına da mı sahip değiliz, dersiniz…
25 Ocak 2018 Perşembe
11 Ocak 2018 Perşembe
31 Aralık 2017 Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder