16 Aralık 2017 Cumartesi

Türk adının taşa kazındığı yer

 Türk adının taşa kazındığı yer

IMG_5231730’ların başlarında Köktürkler, uçsuz bucaksız steplerin ortasında, kendi tarihlerini, kültürlerini, dillerini toprağa sapladılar. Bu taş köklerden, sonraki büyük devletler, medeniyetler doğdu. Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tonyukuk yazıtları: Efsaneden gerçeğe Türklerin başlangıç koordinatları…
  1. yüzyılın ilk yarısında taşa yazılıp dikilen ve bugünkü Moğolistan’da Orhun Vadisi’nde bulunan Orhun Yazıtları ile Bayn Çokto’daki Tonyukuk Yazıtları, Türk tarih ve kültürünün bilinen en eski anıtlarını oluşturuyor. Türkiye’de hemen herkesin sadece isim olarak bildiği, ders kitaplarında özet olarak geçilen, bir-iki cümleden hareketle üzerinde efsaneler inşa edilen yazıtlar, uzak tarihimizin övünçle bahsettiğimiz ama tanımadığımız bölümlerinden birini yansıtıyor.
Uzun yıllar NTV’de “Zaman Yolcusu” adıyla bir tarih ve kültür belgeseli hazırlayan Ahmet Yeşiltepe, yakın dönemde “Kadim Türkler”in izini sürmeye başladı. Artık bir seriye dönüşen belgesel yapımın son bölümleri Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı TİKA tarafından Orta Asya’da yürütülen arkeolojik kazı ve keşifler hakkındaydı.
Ahmet Yeşiltepe bu çerçevede, özellikle Bayn Çokto Vadisi’ndeki arkeolojik kazı çalışmalarını ve Tonyukuk Yazıtları araştırmalarını yerinde izledi. Kulaktan dolma, internetten toplama yetersiz bilgi kırıntıları yerine sağlam, güvenilir ve ideolojik sapmalardan uzak akademik araştırmaların sonuçlarını derledi. Bunları belgeselinde aktarırken, izlenimlerini daha detaylı biçimde ve aktüel tanıklığa dayanan ama bilimsel esaslardan uzaklaşmayan bir üslup ile dergimiz için kaleme aldı.
Ahmet Yeşiltepe’nin Moğolistan’daki Tonyukuk Yazıtları keşif gezisini, onun deyimiyle, “Şimdi köklere dönme zamanı..!”, diyerek okumaya başlıyoruz.

ovooBozkırın ortasında, sarı -yeşil bir denizin içinde “adeta” kıyıdan uzaklaşıyorum. Kıyıda iki dev taş anıt duruyor. Uzaklaştıkça noktaya dönüşüyorlar. Farkediyorum ki, önümde duran kırık balbal taşlarının izini takip etmişim. Bu taşlar Orta Asya şamanlarının yadigarları. Günümüzde yaygın olmasa da binlerce yıllık bir gelenek; ölenin ardından öte dünyada ona hizmet edecek kişileri simgeliyorlar. Aralarında savaşlarda öldürdüğü düşmanları da var. Bir buçuk kilometre uzunluğunda doğuya doğru uzanan bu balbal zincirinde 289 taş tespit edilmiş. Bu bölge, içinde kutlu kişilerin yattığı gömütlerin de bulunduğu aslında büyük bir mezarlık.
Sonra, arkama dönüp ufukta noktalaşmış o iki dikili taşa yeniden bakıyorum; burası, Göktürklerin ikinci kez devlet kurduğunda kağanlara yol göstermiş bilge bir devlet adamı, vezir Tonyukuk’un kendi adına diktirdiği yazıtların bulunduğu yer. Araştırmacılara göre, içinde temsili kabrin yeraldığı bir külliye. Burası, Göktürklerin ikinci kez devlet kurduğunda kağanlara yol göstermiş bilge bir devlet adamının, vezir Tonyukuk’un kendi adına diktirdiği yazıtların bulunduğu yer. Araştırmacılara göre, içinde temsilî kabrin yer aldığı bir külliye. Külliyenin ortasında ise iki adet dikili taş yazıt.
Türk adının geçtiği ilk metinler olan bu yazıtlar 1300 yıldır bozkırın ortasında duruyorlar. Doğanın, insanın, hayvanın tahribatına karşı hala dimdik ayaktalar. Geçmişten günümüze gönderilmiş mektuplar gibi “kendi yazdığı tarihi tekrarlayan” nesillere uyarılarda bulunuyor, yol gösteriyorlar.
Bu taşları görmek için Türkiye’den buraya 6 bin kilometreden fazla yol yapmak gerekiyor… Başkent Ulan Batur’un 65 kilometre güneydoğusunda; kömür madeninde çalışmak üzere bölgeye getirilen Kazakların yaşadığı Nalayh kasabasının yakınlarındayım. Bozkırın ücra noktalarından birinde… Anıtsal yazıtların bulunduğu noktadan epey uzaklaşmışım. Anlıyorum ki her iki metrede bir dikilmiş balbal görünümlü küçük taşlar beni bozkır denizinin ortasına taşımış. Ufka bakıyorum, ne bir yükselti, ne bir engebe… Ne hayvan, ne insan… Ne ev, ne çadır… Hiçlik ve sonsuzluk hissi bu bozkırın ruhunu en iyi anlatan sözcükler. Ve ağır bir sessizlik… Ortasında Tonyukuk’un öyküsü.
Aniden, gökyüzünden gelen bir uğultu sessizliğin huzur veren örtüsünü kaldırıyor. Uğultu kısa sürede kendisini tanıtıyor; bir helikopter. Elimi güneşe siper edip kafamı kaldırdığımda tepemde daireler çizen demir kuşun içindekilerini seçebiliyorum. Aklıma birden Alfred Hitchcock’un “North by Northwest” (Gizli Teşkilat) filminde Cary Grant’in tarlada bir uçak tarafından kovalanma sahnesi geliyor. Saklanacak hiçbir yerinizin olmaması, bozkırın ortasındaki savunmasızlık hali gerçek bir endişe kaynağı. Helikopterin neden başımın üstünde uçtuğu, beni burada nasıl bulduğu hakkında en ufak fikrim yok. Film sahnesini silip yerine, okyanusun ortasında yardım bekleyen kazazede görüntüsünü koyuyorum; bu daha rahatlatıcı!  Çok geçmeden helikopter, turunu tamamlayıp geldiği yöne doğru gidiyor. Bu bir muamma. Bozkırda yine tek başımayım. Tıpkı 1300 yıl önce buraya dikilmiş taşlar gibi…
Üzerinde yürüdüğüm toprağın ufuk çizgisine kadar genişlemesi, daha önce hiç rastlamadığım bir resim. Moğolistan bozkırları yön duygunuzu köreltiyor, kaybolmuşlukla birlikte tuhaf bir başdönmesine yol açıyor. Kısacık otlar, bodur çalı ve çakırdikenleri ile kıraç toprağın verdiği kahverengi monotonluk. Çok az engebeyle karşılaştığınız bu sessizlik okyanusu yılın önemli bir bölümü kar beyazlığına bürünüyor. Bir süre için bozkıra kahverengi monotonluk hakim olsa da, nihayet Haziran ayında buralara bahar geliyor.
Artık otların boy verdiği, bozkırların devasa otlaklara dönüştüğü bir döneme giriyoruz.
***
Bozkır imparatorlukları da işte böyle zamanlarda kuruldular. Daha fazla otlak, daha fazla hayvan, daha fazla güç için aşiretler birlik olup dünya tarihinin akışını değiştirdiler. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve elbette Cengiz Han ile ardılları, tarih sahnesine bozkırların yeşerdiği zamanlarda çıktılar. Ve Göktürkler tarihlerini bu bozkırdaki taşlara yazdılar.
Bozkırın ortasındaki yalnızlık, savunmasızlık demekti. Ötüken ormanında güçlenen Göktürkler artık aşiret kavgalarına son verip birlik oldular, Kutluk Kağan önderliğinde 682 yılında ikinci kez ili yani devletlerini kurdular. Kutluk Kağan, ilini yeniden derlediği, halkını biraraya getirdiği için İlteriş olarak da anıldı. Bozkırda birlik olmak, güçlü olmak demekti. Tonyukuk,  İlteriş’e ve o öldükten sonra yerine geçen kardeşi Kapgan Kağan’a danışman vezir olarak hizmet etti. Basiretli, deneyimli ve devlet yönetiminde çok etkili bir figürdü.
Kapgan Kağan’ın bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine oğlu İnel, kendini kağan ilan etti. Bu dönemde Tonyukuk etkinliğini yitirdi. Ancak İnel tek başına “bodun”u, boyları birarada tutamadı  ve kısa sürede huzursuzluklara yol açtı. Nihayet, 716 yılında Bilge Kağan, kardeşi Kül Tigin’in askerî desteğiyle İnel’i devirdi ve Göktürklerin kağanı oldu. İki kardeşin, Bilge ve Kül Tigin’in taht kavgasına tutuşmadan devleti birlikte yönetmesi, aslında tarihte ender görülen bir durumdu.
Bilge Kağan’ın ilk icraatlarından biri, kayınpederi Tonyukuk’u yeniden devlet yönetimine getirmesi oldu.
***
eski foto2Türk kültür ve tarihinin en eski anıtları, “Türk” sözcüğünün geçtiği ilk Türkçe metinler olan Tonyukuk yazıtları ve külliyesi bilimsel bir yaklaşımla yeniden ele alınıyor. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın desteğiyle başlatılan arkeolojik kazıları Prof. Ahmet Taşağıl başkanlığında Türk ve Moğol arkeolog, tarihçi ve sanat tarihçilerinden oluşan bir heyet yürütüyor.
Ahmet Taşağıl Türk tarihinin en az bilinen dönemlerini Çin yıllıklarından okuyup araştıran bir bilimadamı. Bir arkeolog olmamasına rağmen Profesör Taşağıl, Bayn Çokto Vadisi’ndeki kazılara farklı bir perspektif kazandıracağına inanıyor. Ona göre yeni keşifler için artık tarihçi gözüne ihtiyaç var. Prof. Taşağıl’ın bu bölgedeki ilk tespitlerinden biri, Tonyukuk için inşa edilmiş yapı kompleksinin mimarisine ilişkin. Burası Türklerin türbe geleneğini başlatan örneklerden biri, hatta ilk model olabilir. Ve buradan hareketle, Tonyukuk külliyesini doğru biçimde değerlendirmek Moğolistan coğrafyasında önemli keşiflere yolaçabilir.
Ahmet Taşağıl’ın sözünü ettiği yeni açılımlar için ne yazık ki 200 senedir bekliyoruz. Çünkü Orta Asya’daki Türk Yazıtları’nın keşfinden bu yana yapılan araştırmalar kısıtlı sayıda kaldı. Ama taşlar üzerindeki yazıların okunması elbette en önemli aşamaydı.
İlk defa 1721 yılında, Türkoloji literatüründe Yenisey Yazıtları olarak adlandırılacak yazıtlar keşfedildi. 1889’da ise Rusya Bilimler Akademisi Orhun Vadisi’ndeki yazıt taşları buldu. Bilinmeyen zamanlardan günümüze gönderilmiş gibi bozkırın ortasında duran, hangi kültüre ait olduğu anlaşılamayan taşlar tarihçiler, arkeologlar ve dilbilimciler arasında büyük merak uyandırdı. Üzerindeki yazılar İskandinav halklarının kadim yazı sistemi runik yazıya form olarak benzediği için Fin Arkeoloji Derneği ile İsveç ve Danimarkalı araştırmacılar da anıtsal taşlar için Moğolistan’a keşif gezisi düzenledi.
Ruslar, Çinliler, İskandivav ülkelerinden Orta Asya’ya koşup gelen sayısız biliminsanı… Ama bu anıtsal görünümlü yazılı taşların sahiplerinin Türkler olduğu çok geçmeden anlaşıldı.
Alman asıllı Rus dilbilimci Wilhelm Radloff ile Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen yazıtlarda kullanılan alfabeyi hemen hemen aynı dönemde çözmeyi başardılar. 15 Aralık 1893’te bu yazıtların Türklere ait olduğu duyuruldu. Şifreyi açan, ilk okunan sözcük ise; “Tengri” idi, yani TANRI.
1897’de Ulan Batur’un güneyinde araştırmalar yapan Rus botanikçi Yelizaveta Klements tesadüf eseri Tonyukuk yazıtlarını keşfetti. Buradaki mesajların okunmasıyla, yaklaşık 500 kilometre uzakta olmasına rağmen bu anıtsal taşlar Orhun Vadisi’nde bulunan Bilge Kağan ve Kül Tigin’e ait taş yazıtlarla birlikte anılmaya başladı. Vilhelm Thomsen daha sonra Göktürk harflerinin deşifresi ile taşlardaki içeriği aktaran “Orhun Yazıtları” isimli kitabını, doğubilimciler kongresinde ünlü yazar Ahmet Midhat Efendi’ye armağan etti. Keşif ve yazıtların içeriği hakkında ilk detaylı haber, bu kitaptan alıntılar yapılarak 20 Ağustos 1897’de İkdam gazetesinde “En Eski Türk Yazısı Bulundu” başlığıyla yayımlandı. Türkler böylece, köklerine ilişkin olağanüstü bir bilgiye, atalarından kendilerine gönderilmiş kadim mesajlara ulaşmış oldular.
***
bozkır2Bugün Orta Asya’da Altaylardan Gobi Çölü’nün en ücra köşesine kadar karşımıza çıkan yazıtlarda çoğunlukla Göktürklerin kullandığı 38 harfli yazı sistemini görüyoruz. 4 tanesi ünlü 34’ü ünsüz işaretten oluşan sistemde, aslında daha fazla sesli harf bulunuyor. Ama bu tür harfler, önündeki ya da arkasındaki ünsüzlerle kaynaşıp iki işaretle gösteriliyor, yani; birleşik harfe dönüşüyor. Sözcükler, aralarına üst üste iki nokta konularak ayrı yazılıyor. Bunun dışında noktalama işareti kullanılmıyor. Harfler genellikle sağdan sola dizilmekle birlikte, anıtlardaki gibi yukarıdan aşağıya doğru yazıldığı da oluyor. Çoğu uzmana göre, Göktürk ya da Orhun Yazısı’nın kurallarını öğrenmek kolay, hatta basit bulmacaları sevenler için çok keyifli.
***
Bilge Tonyukuk … Devlet adamı özellikleriyle Türk tarihinde müstesna bir yere sahip. Onun öyküsü günümüz devlet adamlarına, siyasetçi ve bürokratlarına derslerle dolu. Çoğu tarihçiye göre, doğru bildiğini söylemekten kaçınmayan, saygı ve sadakatine rağmen kağanlarına eksiklerini ve hatalarını dile getirmekten çekinmeyen gerçek bir bilge.
Çin kaynakları Tonyukuk için, “her şeyi enine boyuna düşünen bir stratejisttir, yaşlı olmasına rağmen ataklığı ve zekası ile etrafa kıvılcımlar saçar” diyor. Çoğu tarihçiye göre, Tonyukuk’un, yerleşik yaşam fikrine karşı çıkışı ve göçbelik stratejisini savunması Göktürklerin Çin hakimiyetine girmesini geciktiriyor. Bilge Kağan’ın Budizme olan ilgisini de eleştiren Tonyukuk, bu konuda dikkat çekici uyarılarda bulunuyor. Tonyukuk’un, dönemin Türkçesine hakimiyeti, diğer yazıtlarda görmediğimiz atasözleri ve deyimleri kullanması, eğitim ve kültür düzeyinin yüksekliği hakkında bize fikir veriyor. İşte yazıtlardaki aktarımlardan bazıları;
“Uykularını süngüyle açtık. Kağan ve askerleri toplandı. Savaştık. Mızrakladık. Kağanı öldürdük. Halkı İlteriş’e tâbi oldu. Kögmen dağlarını aşarak döndük.”
“Orduyu topladık. Altay dağlarını aşarak, İrtiş ırmağını geçerek geldik. Tanrı, Umay ve kutsal yer-su bizim yanımızda. Çoklar diye niye korkalım, azız diye niye çekinelim. Hücum edelim!”
“Şunu bil ki, gece uyumadan gündüz oturmadan, kızıl kanımı akıtarak, kara terimi dökerek devletime, kağanıma hizmet ettim.”
Tonyukuk’un, merkezinde Orhun Vadisi’nin bulunduğu ve bir zamanlar ormanlarla çevrelenmiş Ötüken’den doğudaki Bayn Çokto’ya gelişi hakkında farklı görüşler var. Bazı tarihçiler bunun bir gözden düşme sonucu “sürgün niteliğinde baba ocağına geri dönüş”olarak nitelerken, bazıları da bunu “ömrünün son yıllarında kendisine atalar yurdunda yer edinmek” amacıyla yapılmış bir yolculuk olarak değerlendiriyor.
Elimdeki notları incelerken Fransız tarihçi ve Türkolog Jean-Paul Roux’nun ilginç bir tespiti dikkatimi çekiyor. Roux’ya göre Tonyukuk kelimesi, “giysisi yağlı” anlamına geliyor. O dönemde, lekeli bir giysi zenginlik ve cömertlik belirtisiymiş! Bir an için Tonyukuk’u yağlı giysileriyle gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Bozkır imparatorluklarında göçer aşiretler tarımsal faaliyetten çok hayvancılıkla uğraşıyorlardı, bu yüzden günlük beslenmenin temelini hayvansal gıdalar oluşturuyordu. Avcı ve toplayıcı gelenek hayatın eksenindeydi. Kurulan sofralarda yağlı etlerin mönüdeki en sevilen yemeklerin başında geldiğini, ama kolaylıkla bulunamadığını unutmamalı. Belli ki Tonyukuk’un sofrası her daim zengin ve iştah açıcıydı.
Bozkır coğrafyasında sürülere otlak bulmak, zaten zorlu bir iklim ve arazide yaşam mücadelesi veren göçerler için hayati önem taşıyan bir meseleydi. Bu yüzden Bozkır’da akraba topluluklar arasında sık sık çatışmalar yaşanıyordu. Göçülen mesafenin uzunluğu, kışlak alanların kolay bulunmaması, otlaklar için mücadele verilmesi bozkır hayatının olağan konularıydı. Ama bu hayatın zorluk derecesini arttıran bir de “dış düşmanlar” gerçeği vardı. Bu yüzden bozkırda yaşayan akraba halkların muhakkak uzlaşı içine yaşamaları gerekiyordu. Keza, ilk bozkır imparatorluklarının doğuşu da bu uzlaşma sayesinde oldu.
Bozkırın en güçlü devletlerinden biri olarak tarihe geçen Göktürklerin amansız düşmanları Çinlilerdi. Çin’i yönetenler için kuzeyde, giderek güçlenen bozkır kavimleri, yani Türkler asi topluluklardı. Tarihin kimi dönemlerinde Türkler Çin’i yöneten sınıflar içerisine girdiler ve öyle etkili oldular ki, Çinliler de zamanla bozkır adetlerini uygulayıp, hatta giysilerini kullanmaya başladılar. Tonyukuk’un başını çektiği büyük bir grup Çin ile ilişkilerde her zaman temkinli, hatta askeri yönden atak bir siyaset izlemeyi tercih etti. Ama onun öğüt ve uyarıları bir süre sonra unutuldu. Bu yüzden bazı Türk toplulukları Çin’in içerisinde asimile oldular.
***
Tonyukuk’un, adına diktirdiği 4 cepheli iki granit taştan biri 2 metre 43 santim, diğeri 2 metre 17 santim yüksekliğinde. Türk adının 20 defa geçtiği bu yazıtlarda, 13 defa Oğuz ve Çin, 7 defa da Tanrı sözcüğünü okuyoruz.
Tonyukuk, gelecek kuşaklara miras bıraktığı görüşlerini granit taşlara kazdırırken, olması gerekenleri ama olamayanları anlatmış, işlerin nasıl bozulduğunu ve daha sonra nasıl düzeltilebileceğini dingin bir üslup içerisinde öğütlemiş. Sanki hafifçe gülümsüyor bazı yerlerde. İfade tarzı ile kelimelerin arkasına geçiyor, kendi rolünü öne çıkarmıyor.
Bilge Kağan müthiş bir coşkuyla yaptıklarını halkına, belki de atalarına anlatıp hesap verirken, Tonyukuk daha ince bir duygusallık içerisinde başlarına gelenleri sanki, “bunlar da  geçer” edasıyla anlatıyor…
İlteriş döneminde Çin’le 17, Kıtaylarla ile 7, Oğuz boyuyla 5 kez savaştıklarını aktarırken, Kağanın yiğitliğini dile getiriyor, ama akıl hocasının kendisi olduğunu söylemeden de edemiyor. Her iki taşta toplam 62 satırı bulan yazıtta Kül Tigin’in adının hiç anılmaması, Bilge Kağan’dan ise yalnızca iki kez bahsedilmesi belki de bazı kırgınlıkların sonucu.
***
Tonyukuk Yazıtları’nın bulunduğu bölgeye TİKA tarafından yaptırılan karayolu kadim taşlara ulaşımı kolaylaştırmış. Ama şimdi daha önemli bir inşaat hazırlığı var. Türk tarihinin “kendi kaleminden çıkan” ilk yazılı kaynakları, sembolden öte “kök” değer taşıyan bu anıtsal nitelikli taşlar tıpkı Orhun Vadisi’nde olduğu gibi burada da bir müze inşa edilerek artık koruma altına alınacaklar.
Yine, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı TİKA’nın desteğiyle inşa edilecek müze, en açık ifadesiyle; atasına ve öz kimliğine sahip çıkan bir ulusun eseri olacak.
***
Moğolisan, Güney Sibirya ve Dağlık Altay bölgesinde yoğun olarak görülen taş yazıtların keşfi ile kadim Türk tarihi hakkında daha fazla bilgi sahibi olabileceğiz. Yazıtlar ve Tonyukuk mezar külliyesi gibi yapılarda ele geçen buluntular bize nereden geldiğimizi, atalarımızın nasıl bir geçmişe, sosyal arka plana, kültür ve sanat hayatına sahip olduğunu daha iyi anlatacak. Yani, kadim tarihimizi artık Çin, Bizans ya da Arap kaynaklarının yanında kendi kaynaklarımızdan okuma imkanı bulacağız. Bu yüzden, Altaaylar ve Moğolistan’daki bilimsel arayış, arkeolojik keşif serüveni merakla, dikkatle takip edilmesi gereken bir süreç.
Ahmet YEŞİLTEPE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder