Kim ne derse desin, Hindistan’da bile hâlâ Halide Edip Adıvar’dan bahsediliyor ve bu bizde bir gurur uyandırıyorsa sloganlar ve hazır tasvirlerle Halide Edip’i tanımaktan vazgeçelim.
Halide Hanım 14 yılın bir kısmını İngiltere’de, bir kısmını Paris’te, Sorbonne’da geçirdi. Pek değinilmez ama bir müddet de Hindistan’da kaldı. Aligar İslam Koleji’ndeki hocalığı sırasında bugünün ünlü Camia-yı Milliye Üniversitesi’ni kurmak için hayli uğraş verenler arasındaydı. 1935’ten itibaren Hindistan’da Britanya aleyhtarlığı arttı ve bağımsızlık hedefi güçlendi ama yol belli değildi. Nehru ve Gandhi, Mevlana Azad gibi Hint hareketinin liderlerini tanıyan Halide Hanım’ın Müslüman Hindistan fikrini ortaya koyup destekleyenlerden olduğu açıktır. “Inside India” adlı eseri Hindistan’ın o dönemdeki sosyal yapısını, muhtelif dinlerin, dillerin iletişimini ve bu geniş kıtanın problemlerini ustaca tahlil eden tanınmış bir eserdir, elan okunur, Türkçeye çevrildiğini ise sanmıyoruz.
Bundan 100 sene evvel romanlarında ve yazdıklarında hakiki müminlerle din istismarı yapanların arasındaki farkı ve çatışmayı düşünenlerdendi. “Sinekli Bakkal”daki Rabia Tevfik’in Müslümanlığı ve İslamiyeti kabul eden Kont Pellegrini’nin tasvirleri İslam-Hıristiyanlık çelişkisini ortaya koymaya çalışan bütün Şark’taki ilk edebi romanlardan biridir. Kim ne derse desin, uzak Hindistan kıtasında Halide Edip Adıvar’dan bahsediliyor ve bu bizde bir gurur uyandırıyor ise sloganlar ve hazır tasvirlerle Halide Edip’i tanımaktan vazgeçelim derim. http://www.milliyet.com.tr/halide-edip-adivar/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/26.01.2014/1827244/default.htm
-------------------------------------------------------------------------
19.Asırdan Zamanımıza Hindistan Üzerine Türk Seyahatnameleri http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/457/5210.pdf
-----------------------------------------------------------------------
Osmanlı Devleti hiç şüphe yok, eski şark devletlerinin imparatorluk yapısına sahipti. En başta, eski Roma İmparatorluğu ki hukuk ve teşkilat olarak yeryüzündeki imparatorlukların tartışılmaz üstünlüğe sahip olanıdır ve eski İran devlet teşkilatının mirasını alanlar arasındadır. Ahamenişler devrinde yani M.Ö. 4’üncü asra kadar İran, Ege kıyılarından Hindistan alt kıtasına, Kafkas sınırlarından Mezopotamya ve Mısır’a kadar geniş bir dünyaya hükmeden; eski Mısır ve Babil’in kurumlarını kendi özgün İranî kurumlarıyla bağdaştıran bir devletti.
--------------------------
İşin doğrusu Kristof Kolomb’un da kaşif olarak yaptıkları hep tartışılır. Kuşkusuz Kolomb Cenovalı ve İspanya’nın hizmetine girmiş. Hangi gemilerle yola çıktığı, donanımı belli. Seyir defteri elde, kullandığı harita ise münakaşalı. Hatta bizim Piri Reis haritasını neşreden Alman (Paul Kahle) Piri Reis haritasını dünyaya “kaybolmuş bir Kolomb haritası” diye tanıtmıştı. Bir Allah’ın kulu da; “Bu şayet dediğin gibi kopya ise haritanın aslı nerede ve nasıl tersim edilmiş?” diye sormadı. Bu sorgulama henüz başladı.
Seferi niye önemli?
Kolomb ulaştığı noktayı seyahatin başındaki tezine dayanarak Doğu Hindistan diye betimledi. Bugünün Antiller’ini ve Orta Amerika’yı Doğu Hint Adaları diye nitelendirdi. Seferinin önemi dünyanın yuvarlaklığını ortaya koymasıdır. Çıktığı yerlerin ayrı bir kıta olduğunu ise ondan sonra buraya giden büyük denizci Amerigo Vespucci kanıtladı. Onun için kıta onun adıyla Amerika diye anılıyor.
---------------------------------
----------------------------------------
Girit bizim tarihçiliğimizde Sadrazam Mehmed Emin Ali Paşa’nın ilk defa Fransız Medeni Kanunu’ndan söz ettiği yer olarak bilinir. Ondan sonra da Hıristiyan ve Müslüman nüfus arasında şiddetli çatışmalar cereyan etmiştir. Maalesef büyük devletler Berlin Kongresi’nden sonra Hindistan ve Mısır güzergahını emniyet almak için Girit’te Yunanistan’ı tercih edip politikalarını buna göre ayarladılar. Girit 20’nci yüzyıl başında Türk ulusalcılığının en çok uyandığı müstahkem mevkilerden biriydi. Bu sonu hızlandırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nun en çok kan dökülen ve en sancılı politikalar izlenen bir vilayeti olarak elden çıktı.
--------------------------------------------
--------------------------------------------
Bugünün Azerbaycan’ında bir zamanların ünlü Zerdüşt medeniyet merkezi sayılan Orta Asya’dan ve bizzat İran’ın İsfahan, Yazd ve Bam gibi şehirlerinden aşağı kalmayan Zerdüşt tapınakları ve dergahları var. Petrol ve gaz yataklarından fışkıran alevler, İran ve Hindistan yolunun üzerinde bulunması o zamanın Azerbaycan’ını Hint-İran kutsallığına erkenden bağlamıştı ve bu kalıntılar İslami devirde bile görülür.
-------------------------------------------------------
İngiliz hükümdarı ülkenin kuğularının da sahibi. İngiltere hükümdarları İskoçya tacını da taşırlar. Devletin adı Birleşik Krallık’tır. Britanya İmparatorluğu sözü de geçer. Ama artık hükümdarların Hindistan imparatorluk tacını taşımadıkları açıktır.
---------------------------------------
-----------------------------------------
Taksim Meydanı’nda, Erdem Gündüz adlı bir sanatçı kıpırdamadan durmaya başladı. Pasif direniş, Batı için çok yeni ama Şark’ın ananesinde var. Bizimkiler, ahimsa düşüncesini, eski şark âdetlerini ve Buhara dervişlerini ne kadar inceleyip bu tarzı yarattılar bilemiyorum. Ama devletlûlara söylenecek bir şey var; artık lütfen demeç vermeyiniz ve uzlaşınız.
Direnişin sessiz, hem dışa karşı kendi vekarını koruyarak hem de kişinin iç dünyasında kendi hiddetini yenerek yaptıklarının muhasebesi bir nevi tecerrüt ile ve sükunet ile sağlanır. Doğu dünyasında her zaman bu tip
içe dönüşlü direniş biçimleri olmuştur. Bu biçimdeki en önemli mesaj karşısındakini kaale almamaktır. Görmemezliğe gelmek ve hitap etmemektir.
20’nci yüzyılın önemli politika adamı ve mistik filozofu Gandhi’nin ahimsa yöntemi böyle bir direniş tipidir: “Senin dediklerini yapmıyorum, sana karşı silahla ya da sözle de direnmiyorum ama senin koyduğun sistemin sessizce dışına çıkıyorum.”
Gandhi’nin ahimsası siyasal yönden olduğu kadar iktisadi yönden de egemenler için tehlikeydi. El tezgahlarında dokunan kumaşlar Britanya’nın Hindistan’a gönderdiği kumaş stoklarını tıkamaya başladı. Adeta Troçki’nin Komintern’de öne sürdüğü; “Çinliler eteklerini bir karış kısaltırlarsa Manchester’daki tekstil sanayii top atar” öngörüşü Hindistan açısından gerçekleşmeye başlamıştı. Ardından tuzladaki olaylar ortaya çıktı. Bütün Hindistan ayanı ve siyasi liderler Britanya polisinden sopa yemek pahasına yasağa uymadılar.
En etkilisi Gandhi’nin şiddete başvurmayan ve şiddet uygulayanı da küçümseyen tavrıydı. Churchill’in tarifiyle “eski çarşaflara bürünerek gezinen adamın” kolay lokma olmadığını bütün dünya gibi Londra da anladı.
----------------------------------------
----------------------------------------
Hindistan gözlemekle bitecek gibi değil. Benim için bir gayya kuyusu; acısı ve hoşluğu ile beşeriyetin profili. Süratle kalkınan bu ülkede fakirlik ve eşitsizlik bitecek gibi değil
Bu sefer Haydarabad’da Feleknuma Sarayı’nda kaldım. Haydarabad Nizamı’nın yaptırdığı bu saray 19’uncu yüzyıl Avrupa etkisindeki kişiliğini koruyan ve aynı zamanda da “art nouveau” dediğimiz tarzın şaheserlerinden sayılır.
Bizim edebiyatımızda Hindistan seyahatnamelerinin ayrı bir yeri vardır. Şark tarihinde ebedileşen mutebahir bilgin Hinduların bile kabul ettiği ve Nehru’nun dahi sitayişle zikrettiği eser El-Biruni’nin Hind Seyahatnamesi’dir. Farsça ve Arapçası mükemmel olan El-Biruni Hindistan için Sanskrit dilini bile öğrenmiştir. Verdiği bilgiler bir yana; bu ülkenin kendi sınırları içinde kalan birtakım bilgilerini kullanan ve bilimini de Şark dünyasına aktaran adamdır.
Modern Osmanlı asırlarında Hind seyahatnamelerinin en ilgincini direktör Ali Bey kaleme almıştır. İstanbul’dan Bağdat ve Basra üzerinden Hint alt kıtasına yaptığı seyahat, zeki ve dünyayı tanıyan bir gözlemcinin bilinmesi gerekli ifadeleridir. Hindistan üzerine yazılan seyahatnameler içinde üslubu güzel, muhtevası itibariyle en anlamsız olanı da Falih Rıfkı Bey’inkidir. Anlattığı Hindistan’ın kendi olmaktan çok, onun olmasını istediği Hindistan’dır.
Halide Edip devrin Hint aydınlarıyla dostluk etti
1930’larda Hindistan üzerine bir Türk aydının, Halide Edip’in kaleme aldığı kitap; yani “Inside India” ise zamanında müthiş etki yaratmıştı. Müslüman Hindistan’ın gerektiğini anlatan bu kitap halen tartışılır ve bilinen bir klasiktir. Halide Hanım Hindistan’da uzun kaldı. Aligarh İslam Koleji gibi kurumlarda dersler verdi. Devrin büyük Hint aydınlarının hepsiyle dostluk etti. Yazdığı rapor kitap ülkenin geleceğine işaret eden temel eserlerden sayılıyor.
Bu seferki seyahatimde Haydarabad’da Feleknuma Sarayı’nda kaldım. Haydarabad Nizamı’nın yaptırdığı bu saray 19’uncu yüzyıl Avrupa etkisindeki kişiliğini koruyan ve aynı zamanda da “art nouveau” dediğimiz tarzın şaheserlerinden sayılır. Bugün saray “Taj” oteller zincirinin işletmesinde. Sarayın bahçesindeki bir evi restore ettiren Prenses Esra Bereket burada yaşıyor. Esra Bereket, Türkiye müzeciliğinin ünlü ismi Tophane müşiri Ahmet Fethi Paşa’nın soyundan ve son Haydarabad Nizamı sayılan Mükerrem Bereket Jah’ın da eşi olarak son Haydarabad prensesidir, bu mirası korumaya çalışıyor.
Haydarabad Nizamı’nın arşiv ve kütüphanesi Çeharmahal Sarayı’ndadır... Haydarabad’ın İslami kesimi her şeye rağmen orijinal kalan bir yer. Ne yazık ki bu orijinal mahalledeki çarşılar ve iktisadi hayat etraflarındaki dünya ile mukayese edilmeyecek kadar iktisadi gerileme içinde. Haydarabad iletişim endüstrisinin merkezi. Müslüman kesimde olmayan çirkin yapılar bu dünyaya ayak uyduran bir üretim içinde. Haydarabad’ın Müslüman nüfusu ise sayıları 180 milyona ulaşan bütün Hint Müslümanlığı gibi bir gerileme yaşıyor. Devamlılık gösteren mesleklerin sadece yüzde 6’sı Müslümanların ellerinde. Orduda ve poliste yoklar. Adliyede çok az hakim var. Bütün devlet sektöründeki sayıları da düşük. Bu durum acaba Britanya çekilirken Hindistan alt kıtasının parçalanması yüzünden mi böyle, yoksa böyle olacağı görüldüğü için mi Hindistan alt kıtası Müslümanlar ve Hindular arasında parçalandı? Münakaşa derin ve sürüyor. Haydarabad’da bambaşka bir Hindistan görüyorsunuz. Kumaşçısından kitapçısına kadar farklı bir çarşı ama fakir.
Kendisini Cengiz Han’ın damadı diye gösterdi
Haydarabad’ın etrafında Bidar şehrinin harabelerini gezdik. Babür’ün torunlarından evvel Hint kıtasına giren Müslüman Türk emirlerin eserlerine baktık. Bhongir’de gözetleme kuleleri, bereketli Hint ovasını daha nice imparatorlukları besleyebileceği hakkında bir fikir veriyor. Yolda Linguyat adlı ana tanrıça Şiva’ya inanan ve fakat Brahminleri ve bütün kast sistemini reddeden Hinduların mezarlarını görüyorsunuz. Bu bölgede onlarla Bahmani hanedanı döneminin Şeyh Kirmani ve Seyyid Darga’ya bağlı Müslüman dervişleri bir arada ayin bile yaparlarmış. Nitekim Babür Hanedanı’nın büyük hükümdarı Ekber bu iki dini birleştirmeye kalkmıştı. Birleşme olmadı ama yeni tarikatlar, Şikhler gibi dinler ortaya çıktı. Hindistan gözlemekle bitecek gibi değil. Benim için Hindistan bir gayya kuyusu; acısı ve hoşluğu ile beşeriyetin profili. Süratle kalkınan bu ülkede fakirlik ve eşitsizlik bitecek gibi değil.
Timur’un torunu Babür’ün Hindistan’da kurduğu hakimiyete Mogol devri (Mugal) demekte ısrar edilir, niçin olduğu anlaşılır gibi değil. Timur kendisini Cengiz Han’ın damadı diye göstermiştir. Bu hükümdarlık ve hakimiyetin meşruluğu için bir formüldür. Tabii Babür torun olarak zaten o soydan geldiğini iddia etti. Mogolluğu için bundan başka bir sebep yoktur. En ünlü uzmanlara dahi sorduğunuz zaman “Öyle söylenegelmiş” deniyor. Hindistan kıtasının bu en parlak devrinde, edebiyatta ve devlette Farsça, medresede Arapça ve orduda da Türkçe kullanılıyor. Medresede Arapça ve orduda da Türkçe kullanıldı. Mimarlar İran’dan ve hatta Osmanlı Türkiyesi’nden geliyordu. Minyatürcüler, taş süslemeciler (hakkât ve müzehhib) ise bütün Orta Asya’dan, Çin’den ve Hind’in kendinden çıkardı. Hindistan’ın kuzeyi Babüroğlulları’nındı. Orta kısmına 15’inci yüzyılda Bahmaniler hükmediyordu. Bir ara onların başkenti olan Haydarabad civarındaki Bidar’a gittiğiniz zaman kalesi, Topkapı’nın planını andıran Saray’ı, Harem pavyonları, mükemmel surları, civardaki padişah türbeleri, Mahmut Gavan’ın medresesi gibi eserlerle bir zenginliği görüyorsunuz. 300 yıl boyuta İngilizler gelene kadar kumaşları Osmanlı kumaşçılığına ciddi bir rakipti. İngiliz hakimiyeti Hindistan alt kıtasının kuzeyle ilgisini kesti. Zaten kuzeyin dağları ve kıtanın etrafındaki okyanuslar, şayet Afganistan’ı elinizde tutmuyorsanız, karayolunu ve dağ geçitlerini, denizciliğiniz mükemmel değilse okyanusları aşmayı imkansız kılar. Hindistan yeni dönemine bir sorunlar yumağı halinde girdi ve 19’uncu asırda Batı dünyasını ülkeye açan bir aydın sınıfı doğdu. Bu sınıf bütün Şark’ta çok istisnai ve çok niteliklidir. Modern Hindistan için en büyük talih bu. Bugün Hindistan Türkiye ile yakın ilişkilere giriyor. Diplomatik misyonlarımızın bunda büyük payı var. İlk gittiğimde Türk Hava Yolları’nın seferleri yeni başlamıştı. Bugün ise günde birkaç seferi var. Delhi’deki bilgisi ve sohbeti derin, dinamik büyükelçimiz Burak Akçapar ve Nehru Üniversitesi’nde ders veren eşi Prof. Şebnem Akçapar’la bu konuları konuşuyoruz. Hind’in gerçekten ilginç bir etnik ve sınıf yapısı var. Bunları tahlil için Hindistan’a çok ciddiyetle eğilmemiz lazım. Oysa bozkırdaki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Hindoloji bölümünü kurduran ve Hitler’den kaçan ünlü Profesör Walther Ruben’i getirten Atatürk’ün daha gerisindeyiz. Hint üniversitelerinin istediği uzmanları göndermek zorundayız ve Hindistan’ı, bu büyüyen renkli gücü, tarihimizin önemli parçasını aynı yoğunlukla ele alıp incelemeliyiz.
* Hindistan’da, 19’uncu yüzyılda Batı dünyasını ülkeye açan istisnai bir aydın sınıfı doğdu
------------------------------------------------------
Dünyada, eski dünyadaki gerçek bir federasyon daha vardır; o da Hindistan’dır. Federalizm konusunda en renkli yapılanma Hindistan’da görülür. Değişik dinlerin ve dillerin bir arada yaşadığı alt kıtada, hatta Batı Bengal gibi eyaletlerde komünist koalisyonlar bile iş başında idi.
--------------------------------------------------
1955’te Bandung konferansına katılarak Amerika ve Avrupa blokuna karşı Yugoslavya devlet başkanı Josip Tito ve Hindistan Başbakan Javaharlal Nehru ile birlikte Bağlantısızlar Hareketi’ni başlattı. Bu üçlünün içinde Tito Sovyet Rusya’ya karşı tutumuyla güvence veriyor, Nehru da Hintli aristokrat Brahmanlığı ile en büyük demokrasi ülkesinin bilge lideri havasını yaratıyordu. Nasır ise Arap dünyasının liderliği için Bağlantısızlar’ı kullandı.
--------------------------------------------------------
Hindistan-Türk mimarisi üzerine bir eser
Genellikle Hind-Türk mimarisi dendiği zaman Babür’ün 16’ncı asırda Kuzey Hindistan’ı fethi ve Delhi Sultanlığı denilen devleti kurması anlaşılır. Oysa Türkler Hindistan’a daha evvel Gazneliler devrinde girmişlerdir ve Delhi’deki “Kutub Minar” denen yüksek minare ve bazı eserler o devirden kalmadır. Genellikle Kuzey Hindistan’a camii, etrafında bedesteni, hamamı, medresesi ile Selçuklu ve Osmanlı Türkiye’sinde görülmeyecek ölçüde, tıpkı Orta Asya’daki gibi hatta daha da muhteşem türbeler ve hepsini çeviren kalelerle doğan şehirler, hepsi bu dönemin eseridir.
Eserlerin üretimi hiç şüphesiz ki büyük ölçüde malzemeyi tanıyan yerli usta ve işçilerin işidir; ama mimarların ve nakkaşların değişik kaynaklardan geldiği görülmektedir. Hindistan’ın bu asırdan sonraki tarihi muhteşem bir Türk-Hind ve İran sentezidir. Timurlenk’in kendisini, Cengiz Han sülalesinin damadı gibi takdim etmesi (Emir Gürgan) unvanını taşıması ve muhtemelen etrafta halk arasında bunun yayılması Hindistan’daki idareye Mugal denmesine sebep olmuştur ve Britanya İmparatorluğu yönetimi sırasında da bu tabir bilhassa kullanılmış olmalıdır.
Mutlaka Türkçeye çevrilmeli
Büyükelçi Halil Akıncı’nın düzeltilmesi üzerinde hassasiyetle durduğu bu yanılgıya şüphesiz ki sadece Türk tarihçiler değil, kitabın yazarı Mansura Haidar gibi Hintli Müslüman tarihçiler de katılmaktadır. İşte Hindistan’daki Türk mimarisinin tarihi üzerine Mansura Haidar’ın topladığı, hem de Orta Asya, Anadolu ve İran’dan tek tek çıkardığı örnekler, Hindistan’daki sayısız yapıyla tek tek mukayese ve analiz ediliyor.
Hiç şüphe yok; 11. asırdan itibaren bir Türk-İslam mimarisi var; Çin sınırındaki Orta Asya’dan, Kuzey Hindistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan bir dünya var ve yerel özellikler ve ayrılıklara hatta aykırılıklara rağmen müşterek çizgiler daha baskın. Her şeyden önce mimar, çini ustası, duvarcı takımı imparatorlukların yarattığı imkânlarla oradan oraya gitmiş. Bunun yarattığı değişimi Hintte görmek özellikle mümkün.
Halil Akıncı bu kitabın hakikaten editörlüğünü yapmış, tetkik sırasında araştırmacıya imkanları bahşetmiştir. Ortaya çıkan Mansura Haidar’ın eserini de Nezih Başgelen’in Arkeoloji ve Sanat Yayınları İngilizce olarak neşretti: “Indo-Turkish Architecture”. Resimler fevkalade, baskı güzel. Türkçeye de çevrilmesi tavsiye olunur.
-----------------------------------------------------------------
Topkapı Sarayı’nda bütün dünyanın en büyük çini koleksiyonu, en ünlü yazma eserler koleksiyonu, Hint’in, İran’ın ve Venedik’in parçalarını barındıran bir kumaş koleksiyonu, Hindistan alt kıtasından akıp gelen mücevherat ve kuyumculuk eserlerinin yüz kamaştıran varlığı başka türlü izah edilemez.
-----------------------------------------------------------
Dışişleri efsaneleri
Kim ne derse desin, rejim ne olursa olsun İran’ın Dışişleri Bakanlığı her zaman için nitelikli elemanlar barındırır, iyi dosya tutar, unutmaz ve sorunları hadisesizce üretip muhataplarını yola getirmeye çalışır.
Almanya gibi bazı büyük devletlerin ise diplomasi sanatı ve dışişleri örgütü için müspet tarihi rapor vermek zordur. Nereden öğrendiklerini tetkik etmek lazım; yeni kurulan İsrail gibi bir memleketin ve aynı yıllarda bağımsız olan Hindistan ve Pakistan’ın diplomasi kadroları yabana atılmayacak derecede niteliklidir.
-----------------------------------------------------------
18’inci ve 19’uncu asrın İngilizi Oxford’ludur ve Cambridge’lidir; tarih bilir, coğrafya bilir, diller bilir. Nitekim dünyanın en iyi Malay dili uzmanlarından olan ve yazdığı Cava tarihi halen kullanılan Stamford Raffles, Malaya’nın ucundaki bu köyün yakın bir gelecekte işlek bir liman olacağını anlamıştır. Kurduğu şehir Hindiçin’deki Britanya kolonilerinin en gelişkin ve tipik örneğidir. Asıl ahalisi Malaylardır ama ekseriyet güney Çin’den gelen çalışkan ve girişimci Çinliler ve güney Hindistan’dan akıp gelen Hintlerdir.
Daha ilginci babaları uzaktan gelen gemiciler, anaları ise yerli Çinliler ile Malaylar olan melez grup Peranakan’dır. Çin asıllı, cağul cuğul bir Çinli kültürü benimseyen ama Malayca konuşan bu grubun nüfusu milyona ulaşır, yaşayışlarından kültürlerine garp ile şarkı bir arada tutar. Belki yüzeysel garplı ve yüzeysel Çinlidirler. Ama banka ve ticarethaneleri iyi iş çıkarır. 70’lerde patlayan Singapur şehir devletinin, açıktır ki bu patlamayı yapacak geçmişi ve yapısı vardır.
1819’da Singapur Britanya İmparatorluğu’nun kolonisi olarak doğrudan Londra’ya bağlandı. Ve tarihi boyunca ısrarla Hindistan Niyabeti yani India Office ile hiçbir idari ilişkiyi kabul etmedi.
Karanlık işlerle değil, sanayiyle uğraşıyorlar
-------------------------------------------------
Elli Türk Lirası üzerinde Fatma Aliye Hanım var. Ahmet Cevdet Paşamızın kızıdır. Bu banknota büyük tarihçi ve büyük hukukçu Ahmet Cevdet Paşa’nın resmini koysalar anlaşılabilirdi. Kızı merhume, babası tarafından tam bir Batılı-Doğulu hanımefendi olarak yetiştirilmişti. Şüphesiz Türk kadınının tarihinde öbür öncülerin arasında yeri vardır ama en önde değildir.
Beynelmilel bir entelektüel kişiliğe sahip, Hindistan kurtuluş mücadelesinde bile adı geçen Halide Edip hanımı niye ihmal ediyoruz?
----------------------------------------------
Arapça Sami dillerdendir. Sami ismi Hz. Nuh’un oğullarından Sam’a dayandırılır. İki asır önce dünyadaki diller böyle tasvir ediliyordu. Mesela, geniş sahada konuşulan Hindo-Avrupa diller Nuh’un oğlu Yafes’e dayandırılır, bunlara Yafetik diller denirdi. Mısır ve Habeş dili diğer oğul Ham’a izafeten Hami (Hemitik) diller diye adlandırılmıştır. Arapça medeni insanların kültür hafızasından çıkmaz
Fakat Araplar dil ve şiirlerini hâlâ iyi öğrenirler ve İslamiyet dolayısıyla da Arapça; Hindistan’dan Moritanya’ya, Türk dünyasından Balkanlara kadar dini dil olarak kullanılmaya devam eder. Bu ülkelerin ulusal dillerinde Arapça belirgin ölçüde lugat ve grameri etkilemiştir. Gene Afrika’da kullanılan Svahili gibi dillerde ve Urdu dilinde Arap alfabesi yaygın olarak kullanılırdı.
---------------------------------------------------------------
Tabii Memluklardan, Ortaçağ İran’ından, Baburiler Hindistan’ından götürülenlerin küçük bir bölümü ile mesela İstanbul Sakıp Sabancı Müzesi’nde muhteşem “İslam Sanatının Üç Başkenti: İstanbul, İsfahan Delhi” sergisi bile açılmıştı; kaynağı Louvre’dur. Müzenin Rönesans ve Avrupa sanatına ait zenginlikleri ile bu kıtada ancak Rusya’nın St. Petersburg şehrindeki Hermitage müzesi yarışabilir.
---------------------------------------
Hiç şüphesiz Gelibolu’da çarpışan kuvvetler en başta anavatan topraklarını savunan Türk ordusu ve taarruz edenler Büyük Britanya, Avustralya, Yeni Zelanda, hatta Hindistan’dan toplanmış askerler, bir varlık gösteremeyen Fransız donanması ve az sayıdaki askeri birlikleridir.
---------------------------------------
Gayriresmi dedikodulara göreyse Britanya kabinesi Nazi Almanya’sına hayran olan bir hükümdara tahammül edemezdi, bu nedenle Simpson uygun ve romantik bir bahaneydi. Doğrusu bu beklenmedik tahttan çekilme 1926 doğumlu prensesin babasının VI. George unvanıyla Britanya Kralı ve Hindistan İmparatoru olarak tahta geçmesini sağladı.
Kaderin taht oyunu
Bugünün kraliçesi usul erkan bilir. Yeterince eğitimli bir prenses olarak yetiştirilmişti. Bir erkek kardeşi olması da ihtimal dahilindeydi. Ama kader onu 1952 yılında İngiliz tahtına oturttu. Kendinden evvelkilerin aksine artık ada devleti olan Britanya’nın kraliçesiydi ve Hindistan İmparatoru tacını taşıyan babasından sonra bu unvanı kullanamadı çünkü koskoca Hint kıtası 1948’de kanlı olaylarla iki devlet halinde bağımsız olmuştu.
Britanya halkı uzun ve ağır savaştan çıkmıştı. Adalılar ilk defa bombardıman görmüş, sıkıntılı yıllar geçirmişti. Bu yıllarda müttefik Amerikan ordusunun İngiltere’de konuşlanan subay ve erlerine dağıtılan bir broşürde; İngiliz halkının fakirlik ve imkansızlıklarını yüzlerine vurmamaları, imparatorluğun halkının onuruna saygı duymaları emrediliyordu.
Durum iyi değildi; Lord Beveridge bir zamandır sosyal devlet sistemine geçiş için proje hazırlıyordu. Savaştan hemen sonra Winston Churchill devrilince İşçi Partisi hükümetinin başbakanı Clement Attlee her işi çabuklaştırdı. Hindistan’ın ani tasfiyesi 1 milyonluk bir yerel katliama dönüştü, sosyal devlet uygulamasına paldır küldür geçildi.
---------------------------------------------------
Cengiz Han 13’üncü asrın ilk çeyreğinde büyük bir Asya imparatorluğu kurmuştu; oğulları ve torunları daha da ileriye gittiler. İstilaları çok şiddetli, süratli, karşı konulmazdı. Gaddarca tahrip ediyorlardı. Ama sonrasında bir barış doğdu; Avrupa ortasından Çin’e kadar emniyetli seyahat ve ticaret, Çin’in sanatlarının İran’a taşınması, Hindistan’ın zenginliklerinin neredeyse İsveç’e ulaşması gibi yeni bir dönem açıldı.
--------------------------------------------
Türkiye ise 16’ncı yüzyılda artık Akdeniz’de, Basra’da ve Hint Okyanusu’nda kendini hissettiren bir denizciydi. Lakin imparatorluğumuzun karakteri kara kuvvetlerine, kara ticaretine dayanmasıdır. Büyük denizcilerimizin ortaya çıktığı Kanuni devri 17’nci yüzyılda Atlantik’te gelişen denizcilik tekniklerine ve gemi inşaatına ayak uyduramadı. Bununla birlikte bugün Türk Deniz Kuvvetleri ve sivil ticaret filosu dünyada sayılı birimlerdendir.
Deniz inşa tekniklerinde ve mühendislikte önemli ilerlemeler kaydettik. Denizcilik bilincimiz için önemli bir alan da deniz tarihi araştırmalarıdır. Bu sahada devam etmemiz gerekir. Maalesef tarihçiliğimizin yeterince ilgi duymadığı bir alandı, süratle değişeceğine dair umutluyum.
----------------------------------------------------
Çelebi böyle olur bizde “kabalistik” dediğin!
Kabala, Yahudi mistiğinin önemli bir bölümünü oluşturur. Hiç şüphesiz pozitif ilim düşüncesini beslediği söylenemez. Ama metafizik bağlamlar içinde kutsal kitabın (Tevrat) ibarelerini “ebced” dediğimiz harf-rakam ilişkileriyle bilinemeyen geçmişe veya bilinemez geleceğe atfederek açıklamalarda bulunmak, kabalist Yahudi bilginlerin meşgalesiydi.
Bir anlamda bu sanat diğer dinlere ve İslam’a da geçti. Hurufilerin bu sanatla yakından ilgileri olduğu ve batıni açıklamalar ileri sürdükleri, gelecekten haberler verdikleri malumdur. Onu bırakınız, kitabe ilminin (epigrafi) tekniğinde bir takım beyitlerde harfleri rakamlandırarak tarih vermek, yani ebced hesabına başvurmak en çok başvurulan yoldur.
Geçmiş dönemin şairleri, tarihçileri ve mistik filozoflarının başvurduğu ebced hesabı kaynağı bilinmeyen bir sanattır ama galiba Ortadoğu-Hint kültüründe zamanları ve mekanları kapsayan bir edebi ve mistik faaliyettir.
-----------------------------------------------------
Önceki kuşaklar “Türkiya” derdi; hatta bizi okutan ortaokul, lise öğretmenlerinin bazılarından bu telaffuzu aldık. Gerçekten “Türkiye” diyenler, bir ara dilimizin ses uyumu kuralına uygun bu söyleyişi korumak için kanun yoluna müracaat ettiler; 1950’de TBMM’ye seçilen Nazlı Tlabar, bu konuda bir kanun teklif etti ve kabul edildi. Ama “Türkiye” şeklindeki telaffuz ve yazım zaten çoktan haritalarda ve kitaplarda kabul görmüştü.
Aslında ülkemizin böyle adlandırılması, tuhaftır ki bizim dedelerimizin değil, bu ülkeyi başlangıçtan beri çok iyi tanıyan İtalyanların işidir. Bizim dedelerimiz buraya “iklim-i Rum” derdi. Onların siyasi hedef ve misyonları Roma İmparatorluğu’nu ele geçirmekti. Anadolu toprağındaki Roma’yı yani Garplıların sonradan Bizans dedikleri imparatorluğu ele geçirmeye başlamakla elhak bu yolda da ilerlediler.
Onların Rum-Roma dedikleri yere İtalyanlar “Turchia” veya “Turcmenia” derlerdi. Bütün orta zaman Alman seyyahları “Turkei, Tirkenland” veya Fransızlar “Turquie” derlerdi. 16’ncı asırda İngilizce seyahatname kaleme alan Nicola de Nicolay “Turkie” diyor. Bizim bugünkü söyleyişimize yakın.
“Medvedov” yani “ayızade”
Sonradan İngilizce konuşup yazanlar, bu “Turkie” yazılışını nasıl “Turkey”e çevirdiler elan bir muamma. Muhtemelen bu telaffuzda Hint adalarının ünlü kuşunun yanlış bir bağlantısını kurdular.
Aslında Hindî diye söz ettiğimiz ülkenin de yerli adı “Baharat”tır. Egzotik, uzak ülkelerin isimleri otlarla, hayvanlarla gayet kolay karıştırılıyor. Schottenstiftung İskoç Vakfı aslında İrlandalı Katolik rahiplerin kurduğu bir okul ve imaretti. Ama halkın öyle diyeceği tuttu. 18’inci asrın Batı Avrupa’sında halk Yunanlılarla Türkleri birbirine karıştırırdı; aydınlar istediği kadar neo-Helenizmi temsil etsinler.
------------------------------------------------
Kaynak: Milliyet Gazetesi, Pazar Yazıları, İlber Ortaylı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder