Aşağıdaki linkte rahmetli Hilmi Ziya Ülken'in TÜRK TEFEKKÜR TARİHİ mevcut. Ctrl F tuşlarına basarak ekranın solunda beliren arama kutucuğu vasıtasıyla kitap içinde arama yapabilirsiniz.
Molla Fenarî'nin İlm ü Mizan'ı, Hayalî'nin muhtelif haşiye ve talikleri sûrî mantığı devam ve inkişaf ettirmiştir. Bu devirde mantık, tamamıyla boş bir
zarf ve lüzumsuz bir muakale oyunu haline gemişti. Kâtip Çelebi
Mîzânü'l-Hak'da mantığın bu vaziyetine temas ediyor. Bu izahlardan
anlaşılıyor ki kendi zamanındaki âlimler, felsefe ve riyaziyata
temas eden meseleleri atlayarak yalnızca sûrî mantık
ve kelam sahasında kalmışlardır. Türk tefekkürünün ilk devrinde
felsefe ve riyaziyatın inkişafına mukabil, bu ikinci devirde
onların hemen tamamıyla terkedildiği ve yerlerine doğrudan
doğruya dinî ilimlere zemin olmak üzere mantık ve kelamın
kâim olduğu görülüyor. Bunun sebebini iki nokta etrafında toplamak
mümkündür. Birincisi: Osmanlı devleti, bilhassa Kanunî'den
sonra tamamıyla tlıeocraticjue bir devlet olmaya başlamıştır.
Bunun neticesi olarak bütün ilim hareketleri dinî bir gaye
etrafında toplanmış, fikir heterodoxie'sine, muhtelif meslek ve
cereyanların doğmasına imkân kalmamıştır. İkincisi: Osmanlı
devletinin, Hindistan yolu bulunduktan sonra Akdeniz'deki diğer
tüccar memleketlerle beraber transit rolünü ve iktisadî ehemmiyetini
kaybetmesi ve dünya sıklet merkezinin Atlas Denizi'ne
geçmesidir. Bu suretle İbn-i Sînâ'da mükemmel bir usûl halini
almaya başlayan mantık Osmanlılar devrinde gayr-ı amelî, ihtiras
ve hararetini kaybetmiş, sırf kelime oyunundan ibaret bir
tefekkür haline gelmeye mecbur olmuştur.
Riyaziyat. - Muasır Avrupa riyaziyesinin kökleri Yunan ve
Hint menbalarmdan gelerek büyük bir inkişaf kazanmış olan
İslâm riyazîyesidir.299 İslâm riyazileri içerisinde en büyük kısmı
Türktür. Daha Abbasîler zamanında ilk müessis riyaziler Türklerdi.
Bunlar Bağdat'ta halifelerin himâyesi altında evvela
ameli ve fenni gayeler üzerinde çalışarak işe başlamışlar; riyazîyâtı
gittikçe daha mücerret ve desinteresse bir bilgi haline
getirmişlerdir. IX. asırda başlayan tetkikler ve Horasan, Türkistan,
daha sonra Azerbaycan ve Anadolu medreselerinde devam
etmiştir. Felsefî tefekkürün en canlı olduğu devirde riyazîyât da
299 M. Cantor, Vorlesungen iiber Geschichte der Mathematik, 4 cilt, Leipzig:
Teubner, 1880-1908.
İlimler
176
yaratıcı bir kudrete mâlikti. Cengiz istilasından dolayı bir fasıla
devresi geçirdikten sonra Timurleng'in torunları ve Osmanlı-
ların ilk devirlerinde tekrar canlanmış; yukarıda gördüğümüz
sebeplerden dolayı da yavaş yavaş yerini sûrî mantığa ve kelama
bırakarak zayıflamış; hatta hemen hemen terkedilmişti.
Hesabın kökleri Yunan ve Hint'den gelmekle beraber onu rationnel
bir ilim haline getiren Türkler oldu. Nitekim cebir de ilk
defa Eski Yunan'da Diophante'da başlamasına rağmen ancak
İslâm medeniyetinde Türklerin elinde müstakil ve tam bir ilim
oldu. İlk defa Kitâbu'l-Cebr ve Mukabele ismini kullandılar ve
bu kelime daha sonra Garba (Algebre) şeklinde geçti. Hendesenin
esasları Eski Yunan'dan gelmekte idi. Öklid'in Elefnents'leri;
Appolonniuns'un Canoııiques'leri; ve Batlamyos'un Almageste
[El-Macestî]'si tercüme edildi. 3 0 0 Fakat Türkler bazı
Arap ve Acem âlimleriyle beraber hendeseyi tekamül ettirdiler.
Ve müsellisatı vaz ve tedvin ettiler. Biz burada riyaziyenin
bütün tekâmülünü değil, ancak umumiyetle Türk tefekküründe
onun oynadığı rolü; ve riyazî tefekkür sahasında orijinal
addedilebilecek Türk mütefekkirlerini göreceğiz.
HZÜ; TÜRK TEFEKKÜR TARİHİ, SS.176-177
İslâm riyazîyesidir.
İslâm riyazileri içerisinde en büyük kısmı
Türktür. Daha Abbasîler zamanında ilk müessis riyaziler Türklerdi.
Bunlar Bağdat'ta halifelerin himâyesi altında evvela
ameli ve fenni gayeler üzerinde çalışarak işe başlamışlar; riyazîyâtı
gittikçe daha mücerret ve desinteresse bir bilgi haline
getirmişlerdir.
IX. asırda başlayan tetkikler ve Horasan, Türkistan,
daha sonra Azerbaycan ve Anadolu medreselerinde devam
etmiştir. Felsefî tefekkürün en canlı olduğu devirde riyazîyât da
yaratıcı bir kudrete mâlikti.
Cengiz istilasından dolayı bir fasıla devresi geçirdikten sonra Timurleng'in torunları ve Osmanlıların ilk devirlerinde tekrar canlanmış; yukarıda gördüğümüz sebeplerden dolayı da yavaş yavaş yerini sûrî mantığa ve kelama
bırakarak zayıflamış; hatta hemen hemen terkedilmişti.
Hesabın kökleri Yunan ve Hint'den gelmekle beraber onu rationnel
bir ilim haline getiren Türkler oldu. Nitekim cebir de ilk
defa Eski Yunan'da Diophante'da başlamasına rağmen ancak
İslâm medeniyetinde Türklerin elinde müstakil ve tam bir ilim
oldu.
İlk defa Kitâbu'l-Cebr ve Mukabele ismini kullandılar ve
bu kelime daha sonra Garba (Algebre) şeklinde geçti. Hendesenin
esasları Eski Yunan'dan gelmekte idi. Öklid'in Elefnents'leri;
Appolonniuns'un Canoııiques'leri; ve Batlamyos'un Almageste
[El-Macestî]'si tercüme edildi.
Fakat Türkler bazı Arap ve Acem âlimleriyle beraber hendeseyi tekamül ettirdiler.
Ve müsellisatı vaz ve tedvin ettiler. Biz burada riyaziyenin
bütün tekâmülünü değil, ancak umumiyetle Türk tefekküründe
onun oynadığı rolü; ve riyazî tefekkür sahasında orijinal
addedilebilecek Türk mütefekkirlerini göreceğiz.
HZÜ; TÜRK TEFEKKÜR TARİHİ, SS.176-177
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder