Dünya klasikleri zihnimize müdahale için yayınlandı
Dil ve alfabemiz konusunda öncü çalışmalara imza atan D. Mehmet Doğan, yeni eseri “Neden Klasiklerimiz Yok?”ta bu kez klasik eserlere farklı açılardan bakmamızı sağlıyor. Doğan, “Dünya klasiklerinin 1940’larda zihnimize alfabe ve dil devriminden sonra üçüncü müdahale mahiyetinde yayınlandı” diyor.
Yıllardır, dil, kültür, medeniyet üzerine yazılar, kitaplar yazmış, kurucusu olduğunuz Türkiye Yazarlar Birliği çevresinde, bu toprakların, medeniyetimizin, uygarlığımızın savunusunu yapmış bir yazar, düşünce adamısınız. Hazırladığınız sözlük ise edebiyatımıza, medeniyetimize büyük hizmet. Şimdilerde önemli bir kitaba daha imza attınız: Neden Klasiklerimiz Yok? Gerçekten can alıcı bir soru. Bu soru bağlamında kitabın oluşma serüveni ile başlayalım söyleşimize.
Teşekkür ederim... Konu önemli, fakat üzerinde yeterince durulmuyor. Bu konu zihnimi neredeyse lise yıllarından beri meşgul ediyor. İdeoloji seviyesinde söyleneni değil; gerçek ve tabiî kimliği kavramak, böylece kendimiz olmak, yerlilikten milliliğe ve evrenselliğe doğru yürümek. Belki bazen bunun tersini yapmak; yani evrenselliğin, yerli ve millî olunmadan imkânsızlığını derk etmek. Bir geçiş döneminde zihinimizin sabitelerini keşfederek istikamet belirlemek... Dilin dehasına nüfuz etmeden, edebiyat birikiminin eserler yığını olmaktan öte anlamını kavramadan, bu dünyada doğru yer tayini mümkün değil. İslâm medeniyetinin son hamlesi Osmanlı mirası 20. yüzyıla şöyle veya böyle devredildi. Peki 20. yüzyılda ne oldu? Siyaseten Osmanlı devleti yıkıldı, fakat siyaseti aşar şekilde Osmanlı mirası yok sayılmakla kalınmadı, barbarca tahrib edildi. Zihin dünyamıza yapılan şiddetli saldırı, ağır hasarlar meydana getirdi.
Binlerce yıllık mirasın taşıyıcısı alfabemize, büyük şaheserleriyle ifade gücünü ortaya koymuş dilimize mühadahale edildi; bu inancımızın tahrifini, düşüncemizin duraklatılmasını ve idrakimizin karartılmasını hedefleyen bir yıkımdı. Şiddetli saldırılara maruz bırakılan zihnimizde meydana gelen ağır hasarları onarmak, gelecek nesillerin doğru zeminde, milletimizin birikiminin farkında olarak dünyayı kavrayabilmesi yönünde çalışmak... Bugüne kadar sarfettiğim bütün emeklerimi, gayretlerimi bu cümle ile özetleyebilirim. En hasarlı alanlarda doğru bildiğimi söylemek, tarih idrakini mihverine oturmak, dili bir medeniyet bilinci ile kavramak, edebiyat ve sanat alanını bütün olarak görerek köklerimizden kopmadan yeni olmak...
Kitap her ne kadar “Neden klasiklerimiz yok?” sorusuyla, edebiyat klasiklerimizi öncelikle çağrıştırıyorsa da, bütün bir medeniyet mirasımızla ilgili bir icmal yapılmaya çalışılıyor. Mûsıki, klasik sanatlarımız; tezyinî-plastik sanatlarımız vb. Sadece konuşma, yazma dilimiz değil, bütün “dil”lerimiz sözkonusu ediliyor. Bütün bunlar yaşadığımız çağın tanığı olarak ele alınıyor. “Nerede duruyoruz?” sorusuna cevap aranıyor...
HER ŞEYİMİZİ DEĞİŞTİRMEK İSTİYORUZ
Hamamizade İsmail Dede Efendi, 2. Mahmud ve Abdulmecid döneminde sarayın Batı mûsıkîsine gösterdiği temayül karşısında 'oyunun tadı kalmadı' diyerek İstanbulu terk ediyor, hacca gidiyor orada da vefat ediyor. Dede Efendi'nin mûsıkîde gördüğü bu tatsızlık daha sonra hangi alanlarda, hangi biçimlerde tezahür ediyor, hangi başka oyunları da bozuyor, tadını kaçırıyor?
Dede Efendi, Osmanlı medeniyetinin nümune-i imtisali (temsil edici örneği) sayılabilecek önemli şahsiyetlerden biri. Hamam işleten bir esnafın çocuğu. Mevlevî tarikatına intisab etmiş, “dede”liği oradan. Sesiyle küçük yaşlarda dikkat çekmiş, saraya alınmış, padişahın baş müezzini olmuş. Neyzen, bazı bestelerinin güftesini kendi yazmış, bir anlamda “halk şairi”. Osmanlı sarayı klasik mûsıkimizin en büyük hamisi, bizzat padişahlar mûsıki ile iştigal ediyor. 3. Selim gibi büyük bestekârlar var. 2. Mahmud da ney üflüyor, tanbur çalıyor ve hatta güzel besteler yapıyor. Onun oğlu Abdülmecid, piyano çalıyor; asıl dönüm noktası o.
Batı karşısında mağlubiyetin derinlemesine hissedildiği bir dönem. Avrupa'yı taklitten başka çare düşünülemiyor. Devlet, köklü fakat yozlaşmış askeri teşkilatı yeniçeri ocağını ilga etmiş; elbette mehterhane de kapatılmış. Yeni, Avrupaî nizamla talim yapan askerler için yeni bir askeri mûsıki topluluğu olarak Mızıka-yı Hümayun kuruluyor. Avrupa'dan müzikçiler davet ediliyor. Sarayda bunlar rağbet görmeye başlıyor. Bir zevk değişikliği, hatta bir hayat tarzı değişikliği sözkonusu. İsmail Dede en olgun döneminde. Değişen dünyadan kaçarak değişmeyene iltica etmek istiyor. Hac yoluna düşüyor. Mûsıkimizin maruz kaldığı muamele, esasen bütün sanatlarımızı içine alacak şekilde genişliyor. 19. yüzyılda kıyafetimizden başlayarak her şeyimizi değiştirmek istiyoruz. “Eğerçi gönüllü, eğerçi gönülsüz.”
Neredeyse bir yüz yıl sonra inkılap veya devrim olarak adlandırılan daha sert bir değiştirme furyası. 1920'lerde kültürümüzü yapan kurumların, tekkeler ve medreseler başta olmak üzere kapatılması. Latin alfabesine geçiş, dil devrimi. 1930'larda şimdi pek bilinmeyen “müzik devrimi” de var! Tek kitle iletişim aracı olan radyoda Türk mûsıkisi yasağı. Mûsıkimizin öğretilebilirliği, kurumlar ortadan kaldırılarak imkânsız kılınıyor. İcrası resmî alanda yasaklanıyor. Hatta düğünlerde dahi icra edilmemesi yönünde görüşler ortaya konuluyor...
Bize bir klasik tanımlaması yapabilir misiniz? Bir eser hangi özellikleri taşıyor da klasik oluyor?
Klasik olarak nitelenen eserler, hem edebî verim olarak yüksek seviyededir, hem de o dil veya kültürü ifade etme, temsil etme niteliği taşır. Her dilin, edebiyatın, kültürün, medeniyetin vazgeçilmez metinleri “klasik” olarak nitelenebilir. Bu metinler, o dili konuşanlar, yazanlar tarafından bilinir, okunur. Aynı kültür çevresinde, medeniyet dairesinde olanlar, kendi kültürlerinin ve medeniyetlerinin klasiklerinden haberdardırlar. Tanzimat döneminde klasiklerimizin inkârı üzerinden yeni bir edebiyat oluşturma iddiası ortaya atılır. Yeni, güzel ve hatta klasik tamamıyla batıda aranır. Bu redci ve inkârcı dönemden sonra Türk klasiği üzerine kafa yoran, yapıcı fikirler ortaya koyan Yahya Kemal'dir. Onun görüşlerini geliştirerek sürdüren A.Hamdi Tanpınar'dır. Şu söz ona aittir: “Bir dil basit tesadüflerinde değil, mufassal ve gelişmiş eserlerinde öğrenilir.”
Klasikler, temel metinler her zaman önemliydi. Belki şimdi daha önemli. Neden?
Bu konu, her zaman “mühim” idi, fakat şimdi daha “ehemmiyetli” hâle geldi! Sebeplerin başında, “yayın bombardımanı”, hatta “bilgi patlaması” diyebileceğimiz zihinleri karıştıran çeşitlilik ve bolluk var. Türkiye'de son yıllarda her sene 50 bine yakın veya üzerinde kitap yayınlanıyor, yani millî kütüphanemize her yıl orta büyüklükte bir kütüphane katılıyor. Gazeteler, dergiler, sesli ve görüntülü yayınlar/kayıtlar ve elbette internet... Bütün bu yayın-bilgi akışı karşısında okuyucunun tercih sıkıntısı çekmesi, daha ötesi bıkkınlık ve bezginliğe düşmesi çok sık rastlanan bir durum.
Yaş sınırı aşağılara doğru indikçe, basılı metinlerden diğerlerine doğru eğilim artıyor. Gençler gazete, dergi yerine internet
haberlerine yöneliyor; hatta gazeteleri, dergileri bu mecradan takip ediyor. Bu takibin, gerçek gazete veya dergi okuyuculuğunun çok silik bir taklidi olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekte bir gazetenin veya derginin internetten tam mânasıyla okunması mümkün değil. Bu okuma, daha çok hızlı bir seyre benziyor; seyircilik televizyondan sonra internette sürdürülüyor. Zaten bu mecrada seyre müsait, meşgul edici çok sayıda hareketli görüntü bulmak da mümkün. Biz daha öncesine bakalım: Bu kadar çok yayın karşısında işi ilim, eğitim- öğretim olanlar; hocalar, öğretmenler ve öğrenciler ne yapıyor?
Sırf kitap yayını konusu dahi üzerinde dikkatle durmayı gerektiriyor. Elli bin kitap yayınlanıyor dedik, fakat bu yayınları hakkıyla takip eden, ihtisas alanlarına göre değerlendiren, tanıtan, hatta duyuran mecralar yok. Bu yüzden birçok kitap asıl okuyucusuna, ilgilisine, işin ilmiyle uğraşanlara dahi ulaşamadan kaybolup gidiyor. Çoğunluğun haberdar olduğu çok satanlar listesi, yayın piyasasının ekseriya kalıcı değer taşımayan reklamla şişirdiği kitaplardan oluşuyor.
Yayınların takibi, tasnifi, değerlendirilmesi ve ilgililere ulaştırılması başlıbaşına bir faaliyet alanı. Bırakın sıradan okuyucuyu, ilim adamlarının kendi sahaları ile ilgili kitaplardan, yayınlardan haberdar olması dahi pek mümkün olmuyor. Kendi çalışma alanlarında son yıllarda yayınlanmış kitapların bir çoğundan habersiz çok öğretim üyesi gördük. Mesele zamanında halledilemeyince daha sonra çözülmesi de zorlaşıyor. Bu yarına devreden mesele, esasen bizim için gerçekte dünün meselesi; yani hiç bir zaman üzerinde tam mânasıyla düşünüp çözüm bulduğumuz bir mevzu değil.
Klasiklerin yayınından kim sorumlu? Mili Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı bu sorumluluğun neresinde?
Klasik metinlerimiz gerçek bir tasnife tabi tutulamadığı gibi, bugüne kadar ilgili bir merci de bulamadı. Zaman zaman Kültür Bakanlığı'nın, Milli Eğitim Bakanlığı'nın, Dil Kurumu'nun, Tarih Kurumu'nun yayınladığı klasik metinler oldu. Bütünüyle ilgili bir yayın faaliyeti ne yazık ki bugüne kadar sözkonusu olmadı. Tabii, dünya klasiklerinin 1940'larda zihnimize alfabe ve dil devriminden sonra üçüncü müdahale mahiyetinde yayınlanması Milli Eğitim'in işiydi. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu kadar zaman geçtikten sonra kendi klasiklerimiz konusunu ciddiyetle ele alması gerekiyor.
PİYASANIN 100 ESERİ
Milli Eğitim Bakanlığının 100 Temel Eser seçimini nasıl buluyorsunuz?
2004'te zamanın Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, orta öğretimde gençlerimizin okuyacağı eserlerle ilgili bir çalışma başlattı. Bu gecikmiş, fakat önemli bir işti. Sağdan soldan ilgili kişiler, yazarlar, akademisyenler davet edildi, mesele enine boyuna müzakere edildi. Farklı kesimlerden gelen davetliler temel eserler üzerinde büyük ölçüde anlaştı, uzlaştı. Sonra bakanlık ilgilileri ideolojik bazı ilavelerle 100 kitaplık bir liste ilan etti. Bunların 73'ü Türkçenin klasikleri, geri kalanı da batı dünyasına ait eserler. İşin tuhafı, eserleri Türkiye'de ve Türkiye Türkçesiyle yayınlanan Cengiz Dağcı da bu bölümde yer alıyor. Tabii, Cengiz Aytmatov'un da listenin bu tarafında yer alması çok anlaşılır değil. Bu durumda, bu iki yazara ait 3 kitap da ilk gruba alınırsa, 76'ya karşı, 24 kitaplık bir liste ortaya çıkıyor.
Bu 100 temel eser listesi ile ilgili eleştirilerimiz var, bunu zamanında sıcağı sıcağına yazdık. Neden Klasiklerimiz Yok? kitabına da bu yazılardan bazılarını aldık. “Yüz temel rezalet”, “Yüz çürük temel” gibi... Asıl önemlisi, liste değil, uygulama. 100 temel eser üzerinden âdeta bir kültürel felaket meydana getirildi. Yarar beklentisi, zarara dönüştü. Türkçe ve edebiyat derslerinde şunu yapabilsek, yetecek: Çocuklarımıza dil ve edebiyat zevki aşılamak… Bunu yaptığımızda onlar gerçek kitap okuru olacaklar. Bu başarılamadığı için, Türkiye'de kitap okurluğu binde bire bile ulaşamıyor.
Dil ve edebiyat zevki, güzel eserlerle, sağlam metinlerle verilir. Seçim yaptığımız zaman, o eserin diline, muhtevasına müdahale etmememiz gerekir. 100 temel eser seçimi, Bakanlık ancak bu eserlerin orijinal metinlerini veya güzel tercümelerini yayınlarsa, ya da orijinal metni yayınlamayı şart koşarsa olumlu bir seyir takib edebilirdi. Böyle yapılmadı, mesele piyasaya havale edildi. Piyasa, ticareti esas alarak kendi 100 temelini imal etti. Hele de metne nüfuz edemeyen cahil hazırlayıcıların müdahalesi, eserleri bazan aslından öyle uzaklaştırtırdı ki, çocuklarımızın bu eserlerden tad alması mümkün değil.
Metne ve dile müdahaleden de öteye geçildi, özet kitapları yayınlarak çocukların işi “kolaylaştırıldı”! Böylece 100 temel eser uygulaması amacından uzaklaştı. Bakanlık bu genelgeyi iptal etmiyor, uygulamanın tavsamasına da seyirci kalıyor. Konu yeniden bütün ciddiyeti ile ele alınmalı ve temel eserlerimiz tam metin olarak yayınlanarak çocuklarımızın edebiyat dünyamıza gerçek anlamda nüfuzu sağlanmalı.
GELECEĞE YATIRIM GEREKLİ
“Yüz temel eser projesi amacından uzaklaştı, başarısız oldu” diyorsunuz. Temel eserlerimizle ilgili ne yapılmalı?
Kültürel alanı ciddiye alan, toplumun zihninin geniş bir zeminde oluşmasını esas alan ülkelerde klasikler meselesi önemsenir. Bununla ilgili öğretim dışı okuma uygulamaları sistemli olarak sürdürülür. Kendi kültürel birikimini tasnife tabi tutmayan, seçmeler yapmayan, öncelikle gençlik kitlesine bu çerçevede tavsiyede bulunmayan ülkeler, yeni kuşakların bilgi ve kavrayış yanında kimlik meselesi ile karşı karşıya kalmasından şikayet etmememelidir.
Kitabımızda, sizin de katkıda bulunduğunuz bir bölüm var. Mustafa Aydoğan, Murat Erol gibi alanının değerli isimlerinin tasnif ve seçmeleri yer alıyor. 99 hikâye kitabı, 99 roman, 99 şiir kitabı ve ilk defa düşünce alanında bir deneme olan 99 fikir kitabı listeleri bu konunun konuşulmasına, tartışılmasına zemin hazırlar diye düşünüyoruz. Ayrıca fikir eserleri konusunda başlangıçtan bugüne yüzlerce kitabın zikredildiği Süleyman Hayri Bolay'ın listesi de var. Edebi eserlerle ilgili tasnif konusu Türkiye Yazarlar Birliği'nin otuz küsur yıldır yayınladığı Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığının ilk cildinde, yani 1984 yıllığında ele alınmıştı. O zaman Necmeddin Turinay, Nihat Azamat, Ahmet Çiğdem, Alemdar Yalçın, Sadık Yalsızuçanlar ve Abdullah Uçman'ın hazırladığı listeleri de kitaba aldık. Otuz küsur yıl sonra listeler arasında kıyaslama yaparak nereden nereye geldiğimiz üzerinde düşünülebilir.
Sizce medeniyet dilimize kasteden kim? Neden yaşanan kültürel kırılmaların merkezinde dil var?
Dil devriminin millî bir proje olduğu çok yaygın bir ideolojik tez. Fakat kendi milli kültürüne, diline bu kadar şiddetli darbe vurmanın neresi milli olabilir? Türkçe zayıflatıldı, medeniyet dili olma vasfı zedelendi. Bunun sonraki aşamaları, Türkçeyle ilim yapmanın, edebiyat yapmanın değersizleştirilmesi. Türkçeyi geri plana atarak emperyalist alemden bir dünya dilini öne çıkarmak yönünde yürütülen çalışmaları iyi tahlil etmemiz gerekiyor.
Kitabınızın başında “bu kitapta TDK imlâ kuralları dikkate alınmamıştır” ibaresi var. Neden böyle bir ibare koymayı gerekli gördünüz?
Şunu tartışabiliriz: TDK olmasa idi, dilimiz, imlâmız bu kadar problemli olurmuydu? Dil Kurumu her beş on yılda bir imla (yazım) kılavuzunu yeniliyor, her yenilemede imlâ kuralları değiştiriliyor. Bunun takibi mümkün değil. Biz dürüstçe yazdık, bu kuralları dikkate almıyoruz diye. Şu zamanda TDK imla kurallarına tamamıyla uyan bir tek yayın kuruluş yok!
Medya, gazeteler, televizyonlar, sanata, dile, kültüre nasıl bakıyor?
Kültürel, edebi alana ilgi tedricen azalıyor. Eskiden gazetelerin kültür sanat sayfaları olurdu, şimdi neredeyse kalmadı. Kültürel olayların kamuoyuna yansıtılması gazetecilik faaliyetinin dışına çıkırıldı demek hata olmaz. Kitle yayın araçlarında popüler kültür muhtevası hızla yayılıyor. Günlük düşünülüyor, popülizm ağır basıyor. Sanat, dil, kültür alanı ile ilgili zihin açıcı programlar yapılmasının nasıl bir geleceğe yatırım olduğunun farkına varılamıyor.
Sizce devlet, sanata, dile, kültüre nasıl bakıyor?
Devlet bu alanı fürüat olarak görüyor. Bugün Türkiye'yi yöneten siyasi hareket kültürel edebi zeminlerimizden beslendi. İktidar olunduktan sonra, kültüre zeminler ihmal edildi. Hükümet siyasetinde maddi gelişme, refahın yükseltilmesi ve güvenliğin sağlanması, esas alınıyor. Bu yanlış değil, fakat eksik. Kültür alanı 80 milyon vatandaşı ilgilendireniyor. Bu alanın doğru tanziminde geç kalınırsa, diğer bütün çabalar bir işe yaramayabilir. Manevi alanı, sadece din hizmetleri ile sınırlı görmek hatasına düşülmemeli.
Âdettendir, bundan sonra D. Mehmet Doğan'dan ne okuyacağız? Hazırlığınızı yaptığınız, dosyalar, kitaplar…
Bitmez tükenmez sözlük çalışmamız, devam ediyor! Müracaat kitabı, el sözlüğü anlamında sözlüğümüz ilk 1981'de yayınlandı, onu 7 defa elden geçirdik, genişlettik, geliştirdik, zenginleştirdik. 110 bin civarında söz varlığı ile ihtiyacı karşılayacak nitelikte Büyük Türkçe Sözlük. En az üç ciltlik, daha geniş, binlerce yazarımızdan, şairimizden seçilmiş örnek bakımından zengin bir sözlük üzerinde çalışmaya devam ediyoruz. Her gün bir iki saatimizi bu işe ayırıyoruz.
“Ortadoğunun Türkçesi” isimli uzun bir makalemiz var. Bugünün dünyasına nizamat veren emperyalist merkezlerin Türkiyeyi/Türkleri dışarıda tutarak bölgemizi tanzim etme yönündeki emellerini deşifre eden bir yazı. Bu yazı merkezli bir kitabı sene başında yayınlamak düşüncesindeyiz. Türkiye Haritası başlıklı kitabımız, ülkemizin şehirleri ile ilgili yazılardan oluşacak, o da derleme safhasında. Kelimelerin Seyir Defteri'nin ikinci kitabı mahiyetinde bir eser için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder