Lala Mustafa Paşa; biriktirdiği mal ve mülkünü milletinin hizmetine sunmuştur. Görev yaptığı Şam’da ve fethettiği Kıbrıs’ta vakıflar kurmuştur. O coğrafyaların Anadolu ile ebediyen devam edecek olan bağlarının delili ve maddi göstergesi olan kültür varlıklarının temellerini atmıştır. Esad veya Mustafa Akıncı gibiler istemeseler de Lala Paşa, Anadolu’nun damgasını hem Şam’a hem de Kıbrıs’a vurmuştur.
O büyük insanın yazdırdığı vakfiyesi de bir hikmet abidesidir. Özellikle Mustafa Akıncı’ya ama bulunduğu yeri hazmedemeyen bütün yöneticilere Eflatunvari öğütler ile doludur. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde mahfuz olan vakfiye, Anadolu-Şam-Kıbrıs ilişkisinin tarihi delillerini ispata kadir bir belge olduğu kadar devlet adamları için de bir vasiyettir. Hatta gizli kalmış bir siyasetnamedir, denilse yeridir.
Felsefi bir metin özelliğine sahip bu vakfiye, daha doğrusu vasiyetname; dünyanın sebepler âlemi olduğunu ve bunun meydana getirdiği tarihi dönüşümü hatırlatıp ders almak isteyenlere ilginç mesajlar vermektedir:
“Gerçekten bu dünyanın sebep kapılarının açılıp kapanması, akıllı kimsenin nazarında bir hiçtir. Ona asla emel bağlamaz, bugünün penceresinden yarının bahçelerini seyreder. Hak yolu takip eder, doğruluktan ayrılmaz. Bu dünyanın hâli daima zevale maruz, yıkılmağa mahkûmdur. Çöker, harap olur. Delili seraptır. Ulusu zelildir, çoğu azdır, kolayı güçtür.”
Paşa, Kıbrıs’ta “kendini akıllı, âlemi sersem” sananlara şöyle der: “Doğan batar, akıllısı gafildir, varlığına güvenilmez..”
Işıklı ortamlarda kendisini ağırlayanların karşısında dili çözülenlere de bir çift sözü vardır, Devlet-i Aliyye’nin koca veziri Lala Mustafa Paşa’nın:
“Bakmışsın ki; yüksek köşkler ve saraylarda içi şen, dışı parlak, sıra sıra yastıklar konulmuş, kadehler dizilmiş odalarında, ipek entariler ve libaslar içinde dolaşan güzel kızların hoş sesleri ve türküleri duyuluyor. Zarif bahçelerinde derin havuzlar var. Ağaçlarının dalları parlıyor ve sallanıyor, kuşlarının ahenkli sesleri geliyor. Irmaklarının suları çağlıyor. Bu eğlenceler ve güzellikler varken, günün birinde, bakmışsın ki; zaman, eski âdeti üzre tersine dönüp eğreti olan saadetini geri alıp seni mezar çukuruna yuvarlar. Ailenden ayırır, topluluk dağılır, şen odalar ıssız kalır, şahnişinler tahtlar üzerine düşer. Saadet bedbahtlığa döner. Şarkı ve musıkî sesleri kesilir, adeta hiçbir şey görmemişe döner. İşin sonu hüsran olur.”
Sayın Akıncı,
Ağrına gitmesin bu sözler. Bunlar nezaketsizlik, hele, tehdit asla değildir; bilakis gölgesinde büyüdüğün Lala Mustafa Paşa’nın tarihi uyarılarıdır.
Tarih ve siyaset bilmiyorsan, Paşa’ya kulak ver!
“Ey menfaat peşinde koşan kimse! (Yani sen), vazgeç bundan. Zaman seni güldürdüğü gibi ağlatır da. Bu zalim, düzenbaz, öz evlâdına kıyan(lardan) sakın. Zira o, ‘sen, seni konuşturanı anla’ sözüne sadık değil, vadini asla yerine getirmez..”
O büyük insanın yazdırdığı vakfiyesi de bir hikmet abidesidir. Özellikle Mustafa Akıncı’ya ama bulunduğu yeri hazmedemeyen bütün yöneticilere Eflatunvari öğütler ile doludur. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde mahfuz olan vakfiye, Anadolu-Şam-Kıbrıs ilişkisinin tarihi delillerini ispata kadir bir belge olduğu kadar devlet adamları için de bir vasiyettir. Hatta gizli kalmış bir siyasetnamedir, denilse yeridir.
Felsefi bir metin özelliğine sahip bu vakfiye, daha doğrusu vasiyetname; dünyanın sebepler âlemi olduğunu ve bunun meydana getirdiği tarihi dönüşümü hatırlatıp ders almak isteyenlere ilginç mesajlar vermektedir:
“Gerçekten bu dünyanın sebep kapılarının açılıp kapanması, akıllı kimsenin nazarında bir hiçtir. Ona asla emel bağlamaz, bugünün penceresinden yarının bahçelerini seyreder. Hak yolu takip eder, doğruluktan ayrılmaz. Bu dünyanın hâli daima zevale maruz, yıkılmağa mahkûmdur. Çöker, harap olur. Delili seraptır. Ulusu zelildir, çoğu azdır, kolayı güçtür.”
Paşa, Kıbrıs’ta “kendini akıllı, âlemi sersem” sananlara şöyle der: “Doğan batar, akıllısı gafildir, varlığına güvenilmez..”
Işıklı ortamlarda kendisini ağırlayanların karşısında dili çözülenlere de bir çift sözü vardır, Devlet-i Aliyye’nin koca veziri Lala Mustafa Paşa’nın:
“Bakmışsın ki; yüksek köşkler ve saraylarda içi şen, dışı parlak, sıra sıra yastıklar konulmuş, kadehler dizilmiş odalarında, ipek entariler ve libaslar içinde dolaşan güzel kızların hoş sesleri ve türküleri duyuluyor. Zarif bahçelerinde derin havuzlar var. Ağaçlarının dalları parlıyor ve sallanıyor, kuşlarının ahenkli sesleri geliyor. Irmaklarının suları çağlıyor. Bu eğlenceler ve güzellikler varken, günün birinde, bakmışsın ki; zaman, eski âdeti üzre tersine dönüp eğreti olan saadetini geri alıp seni mezar çukuruna yuvarlar. Ailenden ayırır, topluluk dağılır, şen odalar ıssız kalır, şahnişinler tahtlar üzerine düşer. Saadet bedbahtlığa döner. Şarkı ve musıkî sesleri kesilir, adeta hiçbir şey görmemişe döner. İşin sonu hüsran olur.”
Sayın Akıncı,
Ağrına gitmesin bu sözler. Bunlar nezaketsizlik, hele, tehdit asla değildir; bilakis gölgesinde büyüdüğün Lala Mustafa Paşa’nın tarihi uyarılarıdır.
Tarih ve siyaset bilmiyorsan, Paşa’ya kulak ver!
“Ey menfaat peşinde koşan kimse! (Yani sen), vazgeç bundan. Zaman seni güldürdüğü gibi ağlatır da. Bu zalim, düzenbaz, öz evlâdına kıyan(lardan) sakın. Zira o, ‘sen, seni konuşturanı anla’ sözüne sadık değil, vadini asla yerine getirmez..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder