27 Kasım 2018 Salı

YESEVİ ve YUSUF HAS HACİP'DE BİLGELİK DİZELERİ

YESEVİ

Sünnet imiş, kâfir de olsa, verme zarar,
Gönlü katı, gönül inciticiden Allah şikayetçi,
Allah şâhid, öyle kula “Siccîn” hâzır,
Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte.

“Enel Hakk’ın anlamını bilmez câhil,
Bilge gerek bu yollarda, mertler denizi,
Akıllı kullar Hakk yâdına “sevgili” dedi,
Cândan geçip Sevgili’yi sevdim ben işte.

Bir gece seherde garîb Mansûr çok ağladı,
Işık salıp Allah kendisi rahmet eyledi,
Ondan sonra Kırklar bakarak şarâp verdi,
Bilgelere bu sözleri dedim ben işte

Yer altına kaçıp girdim câhillerden,
Elim açıp duâ isteyib merd kişilerden,
Garîb cânım yüz tasadduk bilgelerden,
Bilge bulmayıp yer altına girdim ben işte.

Önce-sonra iyiler gitti kaldım yalnız,
Câhillerden işitmedim bir güzel söz,
Bilge gitti câhil ler kaldı çektim üzüntü,
Yolu bulamayıp şaşkın olup kaldım ben işte.

Ayrılık yarası ezdi bağrımı hani dert ortağı,
Bilge toprak, câhillerin göğüsü yüksek,
Âyet, hadîs beyân etsem beğenmez,
Göğsümü deşiniz derd ve gama doldum işte.

Gurbet değse, pişkin eyler çok hamları,
Bilge eyler, hem seçkin eyler çok sıradanları,
Giyer çul elbise, bulsa yer yemekleri,
Onun için Türkistan’a geldim ben işte

Sır şarâbını içen âşık kendini bilmez,
Bu dünyânın izzetlerini gözüne iliştirmez,
Yüz bin bilge nasîhat etse öğüt almaz,
“Vâ şevkâ”deyip kendini bilmeden yürür dostlar

Allah diyen şeker ve bal hazırladı,
Âhirette Allah ile sevdâ eyledi.
Amel işleyen gerçek âlimi bilge kıldı,
Cân ve gönülde Hayy zikrini deyin dostlar

Kahhâr Melik’im kudret ile nidâ eylese,
Cemâl için yananlarım, “gel gel” dese,
Göz yaşını akıtarak feryâd eylese,
Akıl ve Şuûrunu bilge eyleyip yürür olur

Bedeni büyük ateşte bırakan cânı başka,
Hikmet okur tâlip olur yetse söze,
Kimi görse izini alıp sürer göze,
Akıl ve Şuûrunu bilge eyleyip yürür olmalı.

Hangi tâlib hikmetimi tutsa azîz,
Nereye varsa, başı azîz, sözi lezîz,
Yahşi sözü fehm eylemez her terbiyesiz,
O sebebden bilge izleyip yürüdüm ben işte.

Hak Mevlâmın nazarı kime düşse,
Câhil olsa, bir lahzada bilge olur.
Üç yüz altmış damarları nûra dolar,
Dört yüz kırk dört kemikleri binâ olur

Hak pertevi kime düşse, bilge kılar,
Gönlü ışıyıp bâtınlarını binâ kılar.
Marifeti söyleyip özünü söyler kılar,
Söyler olup Hak yollarını demeyim mi? 

Cânı ayrı ateşte yanar teni özge,
Kimi görse, izin alıp sürer göze.
Hikmet okuyup, tâlib olup, yetse söze,
Akıl ve şuûrun bilge kılıp yürür olur.

Âşıkları cevlân kılar o meydânda,
Yılan kamçı kılıp biner o arslana,
Sır sözünü söyleyip olmaz her nâdâna,
Sır sözünü bilgelere söyleyesim gelir.

Ârif olup âşık olsa bilge gider,
Öyle âşık dîdâr için cânın verir.
Öyle kula tan mı atar, gün mü batar,
Gece-gündüz dinmeden ağlayasım gelir.

Ezel gününden takdîr eylese Hakk cemâli,
Yüz bin şeytân kast etse yok zevâli,
Günden güne fazla olunca söz ve hâli,
Bilge olup Hakk yolların açar dostlar.

İşte bu yola girdim ise, hayrân kaldım,
Başım donup, aklım azdı, sersem oldum,
Bilge idim, pirsiz yürüyüp, nâdân oldum,
Pîr-i muğân hizmetinde yürüsem mi ki?

Kul Hoca Ahmed, bende olsan, Hakk’ı ara,
Âşık olsan, bâtınında Arş’ı gözle,
Hikmet söyleyip, âyet, hadis sözünü söyle,
Bilgelere söylediğin sözün imâ olsun.

Hakikatten hikmet dedim, bilge hani?
Kötü-iyi hâzır durur, bakıp ona,
Hayvan kılmayıp, âdem kıldı Mevlâm seni,
Her cefâya kanasın dedi, kandım işte.

Gözyaşını Hüdâ özü kabul kıldı,
Yüz bin âsî, ümmetlerini dileyip aldı,
Değme bilge bu sırlardan hayrân kaldı,
Mustafa’ya ümmet olsam ağlamayım mı?



YUSUF HAS HACİP / KUTADGU BİLİG


KUTADGU BİLİG'den, Günümüz Diliyle

270

Ölüden diriye kalan miras sözdür,
miras kalan sözü tutmanın yüzlerce faydası vardır.

271

Bilgisiz, muhakkak ki kördür;
ey gözsüz kör, bilgiden hisseni al.
272.

Kişinin süsü sözdür ve bu söz de çok çeşitlidir;
haydi, ey dilim, iyi sözlü kişiyi öv.

273

Buna benzer Türkçe bir atasözü vardır
İşte onu söylüyorum, şöyle der.

274

Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür;
Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.

275

İnsan sözünü diliyle söyler;
sözü iyi olursa yüzü parlar......


"Kişi köngli tupsuz tengiz tek turur
Bilig yinçü sanı tupinde yatur."
(Kişinin gönlü dipsiz deniz gibidir
Bilgi onun dibinde yatan inciye benzer.)
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,

“Özü gitti insanın, adı kaldı bak” 
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür;
Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.

İnsan sözünü diliyle söyler;
sözü iyi olursa yüzü parlar

KUTADGU BİLİG'den, Günümüz Diliyle

270

Ölüden diriye kalan miras sözdür,
miras kalan sözü tutmanın yüzlerce faydası vardır.

271

Bilgisiz, muhakkak ki kördür;
ey gözsüz kör, bilgiden hisseni al.
272.

Kişinin süsü sözdür ve bu söz de çok çeşitlidir;
haydi, ey dilim, iyi sözlü kişiyi öv.

273

Buna benzer Türkçe bir atasözü vardır
İşte onu söylüyorum, şöyle der.

274

Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür;
Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.

275

İnsan sözünü diliyle söyler;
sözü iyi olursa yüzü parlar......

----------------------------------

KUTADGU BİLİG'den, Orijinal Metin

0270. 
ölügdin tirigke kumaru söz ol 
kumaru sözüg tutsa asğı yüz ol 
0271. 
biligsiz karağu-turur belgülüg 
ây közsüz karağu bilig al ülüg 
0272. 
kişi körki söz ol bu söz ök telim 
yorı edgü sözlüg kişig ög tilim

0273
mesel keldi türkçe muñar meñzetür 
anı sözledim men munu yañzatur 

0274. 

ukuş körki til ol bu til körki söz 
kişi körki yüz ol bu yüz körki köz 

0275. 

tili birle yalñuk sözi sözlenür 
sözi yakşı bolsa yüzi suwlanur 

Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, 1070, Kaşgar

……………………………………………………….
158 Yorı ay biligsiz igiŋni ota,
biligsiz otın sen ay bilge kuda
Ey bilgisiz, git, hastalığını tedavi ettir; ey mes'ûd âlim, bilgisizliğin ilâcını sen söyle.

191 Bu kün tügme kaşıŋ ay bilge bügü,
özüm udrin aysa yeme eymenü
Ey âlim hakîm, bugün ürkerek, kendi özrümü söylersem, bana kaşını çatma.


192 Tilekim söz erdi ay bilge bügü,
kedin keldeçike özüm sözlegü
Ey âlim hakîm, dileğim benden sonra geleceklere kalacak bir söz söylemek idi.

203 Biligsiz bile hiç sözüm yok meniŋ,
ay bilge özüm uş tapuğçı seniŋ
Benim bilgisiz ile hiç bir sözüm yoktur; ey bilgili, işte ben senin kulunum.


223 Bügü bilge begler bodunka başı,
kılıç birle itmiş biligsiz işi
Halkı idare eden, hakîm ve âlim beyler bilgisizin işini kılıç ile halletmişlerdir.

263 Kalı bilgeke tegse elde orun,
ol el boldı törde takı ked burun
Eğer bir âlime eşikte bir yer isabet ederse, o eşik baş-köşeden daha iyi ve yüksek olur.

265 İki törlüg ol kör bu aslı kişi,
biri beg biri bilge yalŋuk başı
Bak, iki türlü asîl insan vardır : biri — bey, biri — âlim; bunlar insanların başıdır.

287 Tilekim söz erdi ay bilge bügü,
ukuşuğ biligig özüm sözlegü
Ey âlim hakîm, maksadım söz söylemek idi; akıl ve bilgiden bahsetmek istedim.

333 Eşitgil negü ter bügü bilge teŋ,
bu söz işke tutğıl ayâ kızğu eŋ
Dinle, hakîm âlim buna benzeterek, ne der; bu söze göre hareket et, ey bahtiyar insan.

405 Beg erdi ajunda bügü bilge baş,
bu beglik özele uzun boldı yaş
Bu dünyada bir bey vardı, hakîm ve bilgin bir baş idi; beylik içinde uzun bir ömür sürdü.

470 Ukuş kadrini hem ukuşluğ bilir,
bilig satsa bilge biliglig alır
Aklın kıymetini yine akıllı bilir; âlimin sattığı bilgiyi de bilgili alır.

473 Negü bilge telve bilig kadrini,
bilig kayda bulsa biliglig alır
Bilginin kıymetini deli nereden bilecek; bilgiyi, nerede bulursa, bilgili alır.

475 Öziŋe kerekin itindi itig,
eligke yüz urdı bu bilge tetig
Bu âlim ve zeki insan lüzumlu hazırlıklarını tamamladı ve hükümdara doğru yöneldi.

495 Yatığ yarlıkağıl içür ber yegü,
ümeg edgü tutğıl ay bilge bügü
Yabancının kusurunu bağışla, onu yedir ve içir; ey âlim hakîm, misafire iyi muamele et.

613 Eşit emdi bilge sözi ne teyür,
sözin yaŋzatur sözke yinçge ayur
İmdi dinle, âlim ne der; onun bu mealdeki sözü bu fikri ne kadar ince ifâde eder.

755 Negü ter eşit emdi bilge tetig,
özi bardı kodtı biziŋe bitig
Şimdi dinle, kendisi gitmiş, fakat bize eserini bırakmış olan zeki ve âlim insan ne der.

777 Adınsığ körür-men bu kün kılk itig,
aŋar eymenür-men ay bilge tetig
Bugün sende başka bir hâl görüyorum, onun için çekiniyorum, ey zeki, âlım insan.

824 İlig aydı bilge meniŋ kılkımı,
körüp meŋzetü urdı bu atımı
Hükümdar cevap verdi : — Alim benim tabiatimi güneşe benzeterek, bu adı verdi.

974 Öyük çim osuğluğ bolur bilgeler,
çıkar suv kayuda adak tepseler
Alimler sulak yerlere benzerler; nereye ayak vururlarsa, oradan su çıkar.

985 Yava söz biligsiz tilindin çıkar,
biligsiz kişig bilge yılkı atar
Boş söz bilgisizin ağzından çıkar; bilgisiz adama âlim hayvan der.

1012 Bu ay toldı aydı sözüg bilgedin,
eşitgü biligsizke aysa kedin
Ay-Toldı dedi:—Sözü bilenden dinlemeliye sonra bilmeyene söylemelidir.

1015 Üküş sözleyü bilge bolmaz kişi,
üküş eştü bilge bulur tör başı
Çok söylemekle insan âlim olmaz; çok dinlemekle âlim baş-köşeyi bulur.

1048 İdi yakşı aymış biliglig sözi,
bu bilge sözi ol biligsiz közi
Bilgili çok iyi bir söz söylemiş; âlimin sözü, bilgisiz için, göz olur.

1221 Oğulluk ata bolsa bilge tetig,
kısa tutğu tutçı emi bu itig
Çocuk babası âlim ve zeki ise, oğluna dâima sıkı bir terbiye vermelidir; bunun usûlü, çâresi budur.

1457 Negü ter eşitgil ay bilge külüg,
bu sözdin kötürgil özüŋke ülüg
Ey hükümdar, meşhur âlim ne der, dinle; bu sözden sen kendine hisse çıkar.

1539 Kerek erdi bilge tirilse kutun,
kamuğ ölsün erdi biligsiz otun
Alimlerin saadet içinde ömür sürmeleri lâzımdı, bütün câhil küstahlar hep ölmeli idiler.

1678 Anadınmu bilge tuğar bu kişi,
azu ögrenürmü yetilse yaşı
insan anadanmı âlim olarak doğar, yoksa yaşı ileriledikçemi öğrenir?
1700 Ne edgü bolur kutka kodkı köŋül,
ne körklüg bolur bilge bolsa amul
Saadete alçak gönüllülük ne kadar uyar; âlim bir insana hilm ve şefkat ne kadar yakışır.

1743 Köŋül til köni tut ay bilge bügü,
saŋa eksümegey üdinde yegü
Ey âlim hakim, gönül ve dilini doğru tut; vakti gelince, yiyeceğin eksik olmaz.

1754 Negü ter eşit emdi bilge öge,
biligsiz ukup emdi boynuŋ ege
Hükümdara her hususta yol-iz gösteren âlim müşavir ne der, dinle; ey bilgisiz, bunu anla ve itiraz etme.

1820 Biligke tegir ötrü bilge bolur,
bu bilgi bile asğı ilke tolur
Böylece bilgiye erişir ve bir gün âlim olur; bu bilgi ile memlekete çok faydası dokunur.

1898 Sever sevmezin öz bileyin tese,
köŋülke baka körgü bilgey basa
Sevip-sevmediğini anlamak isterse, insan gönüle bakmalı; bu gönülden anlaşılır.

1914 Eşitmek bile boldı bilge kişi,
bu söz sözlemektin barır er başı  
insan dinlemekle âlim olur : çok söz söylemekten insanın başı gider.

2218 Sakışçı kerek bolsa bilge tetig,
bilig birle bilse bu törlüg bitig
Vezir hesap bilir, âlim ve zeki olmalıdır; bilgili olmalı ve çeşitli yazıları bilmelidir.


2225 Bitig bilmez erse apa oğlanı,
negü bilgey erdi yıl ay kün sanı
İnsan-oğlu yazı bilmese idi, yıl, ay ve günün sayısını nasıl bilirdi.
2226 Bitip kodmasa erdi bilge bitig,
sakışka negü erdi al yaŋ itig
Alimler kitap yazıp bırakmamış olsalar idi, hesap yapmağa nasıl bir çâre ve imkân bulunurdu.

2361 Katığlan usandur usa bas keçe,
keçe az üküşüg ne bilgey aça
Gayret et, düşmanı rahat bırakma, mümkün ise, gece baskını yap; gece karanlığı içinde kuvvetinin az veya çok olduğunun kim farkına varacak.
2491 Muŋar meŋzetü keldi bilge sözi,
eşitse köŋül bersü alsu özi
Bir âlimin buna benzer bir sözü vardır; duyan bu söze gönül versin ve benimsesin.

2513 Negü ter eşitgil bügü bilge beg,
bu söz işke tutsa saŋa bolğa yeg
Hakîm ve âlım bey ne der, dinle; bu söze göre hareket edersen, senin için çok iyi olur.

2518 Yana aydı bilge bügü sözledi,
özin tutnumaz er başın yer tedi
Alim ve hakimler de : — Kendisine hâkim olmayan insan kendi başını yer —demişlerdir.

2605 Kayu işke bilge yetürdi bilig,
anı yetti tuttı tegürdi elig
Alim hangi işte bilgisini kullanırsa, ona ulaşır; onu tutar ve elde eder.

2629 Bitise okısa eşitse sözüg,
anın ötrü bilge kılur er özüŋ
Yazmalı, okumalı ve başkalarının sözünden de istifâde etmelidir; insan bu suretle âlim olur.

2638 Yalavaç tetig bolsa bilge oduğ,
beg asğı bolur anda tutnur boduğ
Elçi zeki, âlim ve uyanık olursa, her yerde hoş karşılanır ve beyine faydalı olur.

2698 Bitimedi erse bitigli bitig,
negü bilgey erdiŋe bu hikmet bilig
Yazanlar kitapları yazmamış olsalar idi, bu hikmet ve bilgileri biz nasıl öğrenebilecektik.

2699 Bitip kodmasa erdi bilge bügü,
biziŋde ozakığ kim erdi tigü
Alim ve hakimler yazıp bırakmamış olsalardı, bizden evvel gelenlerden kim bahsedebilirdi.

2785 Negü ter eşitgil ay bilge bügü,
biliglig sözi bolsa aş teg yegü
Alim hakîm insan ne der, dinle; bilgili insanın sözü yemek gibi yenilmelidir.

2798 Tükel sır bediz ol köŋülsüz kişi,
köŋülsüz kişi bilge atın yodar
Gönülsüz insan yalnız bir şekil ve kalıptan ibarettir; gönülsüz insan âlim adını kaybeder.


3265 Negü ter eşitgil tejik bilgesi,
tejik bilgeleri çavıkar küsi
İranlı âlim ne der, dinle; iranlı âlimlerin şöhreti büyüktür.

3712 Tilin sözlegil hem bitigil bitig,
iligke yanayın ay bilge tetig
Hem ağızdan söyle, hem mektup yaz, ey zeki âlim; ben de hükümdarın yanına döneyim.

3713 Yanut berdi odğurmış aydı bitig,
bitiyin kör ança ay bilge tetig
Odgurmuş cevap verdi:— Bir az bekle, mektup yazayım, ey zeki âlim — dedi.

3752 İdi yakşı aymış süzülmiş köŋül,
eşitgil ay bilge ukuşluğ amul
Âlım, akıllı, durmuş-oturmuş ve temiz kalpli insan çok güzel söylemiş, dinle.

3822 Bitidiŋ bitigke yanutı bitig,
maŋa bir bereyin ay bilge tetig
Mektuba karşı cevap yazdın; şimdi izin ver, onu götüreyim, ey zeki âlim.

3908 Köŋül aytu ıdtım bitidim bitig,
negü teg erür sen ay bilge tetig
Hatır ve gönül sormak üzere, sana mektup yazdım, ey zeki âlim, nasılsın ?

3925 Bu sözni eşit ay maŋa kelmedük,
negü ter arığ bilge bağı bedük
Ey bana gelmek istemeyen, bu sözü dinle; temiz bilgili ve büyük bir hulûs sahibi insan ne der.

3934 Kişi edgü terler bu edgü kayu,
maŋa ayu berğıl ay bilge bügü
îyi insan derler, bu iyi insan nerede; ey âlim hakîm, bana haber ver.

4021 Toğa bilge toğma kişi ögrenür,
toğa sözlemez til turu sözlenür insan doğuştan âlım doğmaz, sonradan öğrenir, dil doğuştan konuşmaz, zamanla konuşmağa başlar.
4022 Kişi ögrenip ötrü bilge bolur,
bilig bilse ötrü kamuğ iş unur insan öğrenerek, âlim olur; bilgi sahibi olduktan sonra, her işi yoluna girer.

4240 Ne edgü bilig berdi bilge öge,
biliglig okısa sakınğa öge
Alim müşavir ne güzel bilgi vermiş; bilgili bunu okursa, düşünür ve daha ihtiyatlı olur.

LI Bilge Âlimler Birle Katılmaknı Ayur
Âlimler İle Münâsebeti Söyler
4341 Takı bir kotu bilge âlimler ol,
olar ilmi halkka yaruttaçı yol
Diğer bir zümre de âlimlerdir, onların ilmi halkın yolunu aydınlatır.

4383 Kerek dünyâ işi kerek ukbi tut,
sakış birle adra tutar bilge büt
Gerek dünya işi, gerek ahiret işi olsun, inan ki. âlim bunları hesap ile birbirinden ayırarak, zapteder.

4670 Bularda eŋ edgü yorık bu-turur,
bügü bilge ögmiş kılık bu-turur
Bunlardan en iyisi bu sonuncusudur, hakîm ve âlim insanların beğendikleri hareket de budur.

4682 Velikin tiriglik bolurmu yegü,
munı bilgü aşnu ay bilge bügü Fakat hayat yalnız yiyip-içmektenmi ibarettir; ey hakîm âlim, önce bunu bilmelidir.

4723 Ne begler yaturlar kara yer bolup,
ne bilge bügü sızdı yerde ölüp Ne beyler kara toprak olmuş, yatarlar; ne âlim ve hakimler ölüp, toprağa karışmışlardır.

5024 Muŋar meŋzetür emdi bilge sözin,
negü ter eşitgil bu tüpi tözin Şimdi bir âlimin buna benzer sözünü dinle; bu mesele hakkında, bak, o ne der.

5529 Asığlığ kayu ol asığsız kayu,
sen adra seçe tut ay bilge bügü Kim faydalıdır, kim faydasızdır, ey âlim hakîm, sen bunları iyice seç.


5551 Olarda biri bilge âlim-turur,
bu âlim bile erke kut kıv bolur Onlardan biri âlimlerdir; bunlar insanı devlet ve saadete kavuştururlar.
5587 Anıŋda basa bilge âlim turup,
bodunka bilig bersü yetrü körüp Bundan sonra âlimler harekete geçip, ihlas ile halka bilgi versinler.

5912 İkinçi bügü bilge ilçi kişi,
keŋeşke tusulur iter el işi ikincisi hakîm ve âlim devlet adamıdır; bu insan istişare için faydalı olur ve memleket işini tanzim eder.

5917 Yeme yakşı aymış kişi bilgesi,
kişi ölse ölmez kör at edgüsi Yine insanların âlimi çok güzel söylemiş : insan ölse bile, bu iyi ad ölmez.

5921 Tiriglik kayu ol kör edgü kayu,
ayu ber maŋa sen ay bilge bügü Hayat nedir ve iyilik nasıl olur; ey âlim hakîm, bunu bana izah et.

5965 Unamadı aydı kadaşıŋ hâlı,
yavuzrak ay bilgem köner teg yolı Haberci bunu kabul etmedi ve: — Kardeşinin hâli çok ağırdır; ey bilginim, yolcu gibi görünüyor.

6154 Bu korkınç üçün bilge dünyâ kodup,
ajun tezginü yügrür emgek yüdüp Bundan korktuğu için, arif dünyayı bırakıp, zahmeti tercih ederek, dünyayı dolaşır-durur.

6393 Kayu bilge tuğdı kayu alp atım,
kayu kür küvez er kaya teg yalım Kimi âlim doğdu, kimi cesur, kahraman; kimi yalçın kaya gibi, mağrur ve kabadayı.

6399 Kerek bilge bolğıl kerek miŋ yaşa,
tutup bütrü ajun erejin aşa İster âlim ol, ister bin yaşa, ister bütün dünyayı ele geçir ve bütün nimetlerine nail ol.

6401 Neçe edgü koptı bu bilge bügü,
tilep bulmadılar tiriglik yegü Bu dünyaya ne kadar iyi insanlar, âlim ve hakimler geldi; bütün arzularına rağmen, ebedî hayata nail olamadılar.

6451 Körü bar ay bilge bu künki üdüg,
öŋin boldı barça kamuğ iş küdüg Ey âlim, bugünkü zamana dikkat et, işler tamamen değişti.
6615 Ay bilge kişeldiŋ biligsiz yorır,
biligsiz kişelse kişenin bür e Ey âlim, senin ayağında köstek var; bilgisiz ise, yürür; bilgisiz bir kösteklenirse, sen onun kösteğini sıkılaştır.
https://kutadgubiligmetni.appspot.com/

……………………………………



Kıtalar ve Türkiye

Amerikalar (Kuzey ile Güney) arasındaki iletişim giderek  azalırken,
Avrupa, Asya (Türkiye, Rusya, Çin) ile yakınlaşarak AVRASYA olarak başkalaşmakta,
Afrika ise Asya (Türkiye, Hindistan, Çin) ile yakınlaşarak AFRASYA'ya dönüşmektedir.

TÜRKİYE ise AVRASYA ve AFRASYA'NIN konektörüdür.

Bambaşka ve biricik bir tarihi gerçekliktir bu.

Düşünce ve Dil

A9 - Yeni Dünya



  1. Alibaba
  2. Avrupa
  3. Amerika
  4. Afrika
  5. Asya Pasifik
  6. Akdeniz
  7. Aramco
  8. Amazon
  9. Anadolu Rumeli

İslâm Düşünce Enstitüsü, Mehmet Görmez

Dindarlığımız gösterişin kurbanı oldu

Türkiye’de iki egemenliğin kurbanı olduğumuzu söyleyen Prof. Mehmet Görmez, bunları ‘niceliğin egemenliği’ ve ‘gösterişin egemenliği’ olarak tanımlıyor. Görmez, gösterinin, imajın, propagandanın davet, irşat ve tebliğle karıştırıldığı, hayırseverin sponsora dönüştüğü, vakıfların STK’laştığı bir dönemden geçtiğimizi anlatıyor ve “Dindarlığımız, ahlakımız gösterişin egemenliğinde zayıfladı maalesef. Tasavvuf ve irfan geleneği dahi ilimden koparak bir gönül terbiyesi olmaktan çıktıysa, bu, dijital gösterinin kurbanı olmasından kaynaklanıyor” diyor.
Prof. Dr. Mehmet Görmez, Diyanet tarihinde iz bırakan kıymetli bir ilim adamı. Diyanet İşleri Başkanlığında yedi yılı Başkan Yardımcılığı, yedi yılı da Başkan olmak üzere on dört yıl hizmet etti. Yöneticiliği süresince ilme düşkünlüğünü her fırsatta dile getirdi. Ayrılışında da “talip olduğu en yüksek makamın ilim makamı” olduğunu açıkça vurguladı. Prof. Dr. Mehmet Görmez, kendi ifadesiyle “Diyanet nöbetinden sonra” İslâm Düşünce Enstitüsü (İDE) adıyla bir ilmi müessese kurdu. Mehmet Görmez Hoca’yla İDE neyi hedefliyor, yeni ve farklı ne söylüyor konuştuk. İslâm dünyasının adeta kronik bir hal alan bazı temel meselelerini de sormadan edemedik.
İslâm Düşünce Enstitüsü, hangi gaye ile yola çıktı?
İslâm dünyasında “el-farizatü’l-gaibe” başlığını taşıyan pek çok kitap yazılmıştır. Bu, kaybolan farz demektir. Sözü edilen bu kayıp farz da tefekkürdür, düşünmektir. Bizim de gayemiz; kendimiz, halimiz ve istikbâlimiz üzerinde yeniden düşünmek, ilim ve tefekkür hayatımıza mütevazi bir katkı sunmaktır. Önce öğrenmek, sonra da kendi çapımızda üretmek ve öğretmek istiyoruz. Yani önce talebe olmaya talibiz. Şahsen ben en büyük üretimin bilgi, düşünce ve değer üretmek olduğuna inanırım. Merhum Aliya’nın ifadesiyle “Semanın öğrencisi olmayan, yeryüzünün muallimi olamaz.”
Düşünme ameliyesini hakkıyla başarabilirsek, ikinci adım olarak da düşündürmek istiyoruz. Temel bir gayemiz de bu. Araştırma yapmakla yetinmeyeceğiz yani. Âlim ve mütefekkir olmaya karar vermiş genç akademisyenlerimizle birlikte bu Enstitü’de düşünce üretmek, düşüncemizin bütüncül metodolojisiyle İslâmî ilimlerin usûlüne yönelmek istiyoruz. Ezcümle gayemiz kendi çapımızda kaybolan bu farzı yeniden ihya etmektir. Çünkü Müslümanlar olarak düşünme farzını çok ihmal ettik. Oysa bir saat tefekkür, bin saat nafile ibadetten hayırlıdır.
EZBER KONUŞUYORUZ
Düşünme farzını ihmal ettik, diyorsunuz. Bugünkü konuşmalarımız, davranışlarımız ezber mi?
Kur’an’da düşünmek mastarının üç farklı karşılığı vardır: Tefekkür, tezekkür, tedebbür. Tefekkür fikreden akıl, tezekkür zikreden akıl, tedebbür tedbir alan akıldır. Tefekkür, halimiz üzerinde düşünmektir. Tezekkür tarih, mâzî üzerine düşünmektir. Tedebbür ise istikbâl üzerine düşünmektir. Yeterince tefekkür etmediğimiz, az fikir ürettiğimiz açık, zira halimiz ortada. Aciz kaldıkça mâzînin ihtişamına sığınıyoruz. Ancak tezekkür olmadığı için en küçük tarihi hâdise üzerinden bölünüp parçalanıyoruz. Kur’an’a göre akleden kalbe sahip olmak için, tarih üzerinde tezekkür etmek gerekir. Gelecek üzerinde düşünmeyi ise hiç yapmıyoruz. Tedebbürümüzün olmadığı ise tedbir almadığımızdan, tedbirsizliğimizden belli. Hatta bazen Kur’an’ın sünnetullah dediği ilâhî yasaları bırakıp ahir zaman edebiyatı ile âlemin sonunu ilân ediyoruz. Başkaları tarihin sonunu ilân ediyor, biz âlemin sonunu ilan ediyoruz. Oysa âlemin sonunu ilan edenlerin bir istikbali olmaz. Bütün bunlar çoğunlukla akıl nimetinden koparak ezber konuştuğumuzu gösteriyor.
SÜNNETLE BİD’ATI KARIŞTIRMAMIZIN ÖZÜ USÛLSÜZLÜK
İslâm Düşünce Enstitüsü’nün kuruluş bildirgesinde usûl ve metodolojiye çok vurgu yaptığınızı görüyoruz. Neden?
Bizim geleneğimizde her ilmin bir usûlü vardır. Usûluddin, Usûl-i Fıkıh, Usûl-i Hâdis, Usûl-i Tefsir … gibi. Ancak biz bunların ötesinde dini bir bütün olarak doğru anlamamızı sağlayan; eşyaya, varlığa, kainata, vahiyle aydınlanmış bir akılla, akleden bir kalp ile bütünlük içinde bakabilmeyi, anlamayı sağlayan büyük anlamda ‘Usûl’ü kastediyoruz.
Bugün İslâm’ın rahmet mesajlarının insanlığa teşrifinin üzerinden on dört asır geçtikten sonra hâlâ İslâm’ın bilgi ve amel kaynaklarını, deliller sistemini ve deliller hiyerarşisini tartışmak, değerler sistemini ve değerler hiyerarşisini kaybetmek usulsüzlüktendir.
On dört asır sonra, Âmentümüzü, inanç esaslarımızı dahi yeniden sorgulamak, akaitten olan nice esasları terk etmek, akaitten olmayan nice unsurları akaidin sabitelerine dönüştürmek Usûluddin’i kaybetmekten neşet eder. Dinin sabiteleri ile değişkenlerini birbirine karıştırmak, aslî olanla ferî olanı ayıramamak, dinî olanla kültürel olanı, âdet ile ibâdeti, yerel olanla evrensel olanı karıştırmak usulsüzlüktendir.
Bugün Şiî, Sûnnî, Sûfî, Selefi, Zâhirî, Batınî, Diyobendî, Berelvî, Gelenekçi, Modernist, Ehl-i Kur’an, Ehl-i Hâdis gibi bölünmeler yetmiyormuş gibi bir de Ehl-i Sünnet içi tartışmalar başlatmak usûlden koptuğumuzu gösteriyor. Aynı şekilde farz ile sünneti, sünnet ile nafileyi, hatta sünnet ile bid’atı birbirine karıştırmanın özünde de bu usulsüzlüğümüz yatıyor.
BİLGİ KAOSUYLA KARŞI KARŞIYAYIZ
Herkesin, anladığını ötekine din diye dayattığı kaotik bir tablo…
Evet, aynen öyle. Tam anlamıyla bir bilgi kaosuyla karşı karşıyayız. Hatta ona bilgi değil malumat demeliyiz. Bu kaos da beraberinde bir idrak kaosu doğuruyor. Bizi birleştirmeye gelen din, gelişigüzel yorumlarımızla ayrıştırıyor. İlimden, hikmetten ve ihtilaf ahlâkından yoksun bu tartışmalar bana, medeniyetlerin çöküş ve çözülüş dönemi din tartışmalarını hatırlatıyor. Bütün bunlar disiplinler arası metodolojiyi dikkate alarak usûlün çerçeve belirleyici rolünü yeniden keşfetmeye bizi sevk ediyor. Usûl dışı arayışları engelleyecek olan yine kendi usûlümüzdür. Ve eğer bir yenilenme yapılacaksa da yine usûlümüz çerçevesinde olmalıdır.
Bu arızi durumla zaman kaybetmeden yüzleşmek, kayıp ve ihmallerimizi telafi etmek zorundayız. İslâm Düşünce Enstitüsü de, usulden yola çıkarak sorunlarımız için bir teklif geliştirebilir miyiz endişesiyle yola çıktı, diyebilirim.
Enstitü Makâsıd ilmini canlandırmayı da düşünüyor. Bu, Müslümanların hangi sorununu çözecek?
Makâsıd usûlün tamamlayıcısı, asılların bizi götüreceği külli gayelerdir. Makâsıd anlaşılırsa abes olmaz. Üç çeşit abes vardır: Lağv, lehv ve sehv. Yani anlamsız, gayesiz ve faydasız. Hem dinde hem varlık aleminde, anlamsız, gayesiz ve faydasız hiçbir şey yoktur.
Doğrusu biz Makâsıd’ı sadece usûl ve fıkhın bir konusu olarak görmüyoruz. Önce Makâsıdu’t-tekvin yani varlığın, varoluşun, kainatın yaratılış gayeleri, sonra Makâsıdu’l-umran yani toplumun, tarihin, medeniyetin genel gayeleri, sonra da Makâsıdu’t-tenzil yani vahyin, dinin, kitabın gayeleri anlaşılmalıdır. Bu da ancak disiplinler arası bir metodolojiyle bir bütün olarak anlaşılabilir. En büyük çıkmazımız parçacı yaklaşımlardır. Bu parçacı yaklaşımlar bizi parçalıyor.
KARİKATÜR KRİZLERİNE MALZEME TAŞIYORUZ
Parçalanmak deyince aklımıza bugünkü durumumuz geliyor. Bugün Kur’an İslâm’ı, Sünnet İslâm’ı, Hadis İslâm’ı diye İslâm tasnifleri yapılıyor. Bunun sebebi nedir ve bunu nasıl aşabiliriz?
İslâm risaletinin insanlığa teşrifinin üzerinden asırlar geçtiği halde Müslümanların, hassaten ilim çevrelerinin Hz. Peygamberin dindeki konumunu, risalet ve nübüvvetin mahiyetini ve bu çerçevede sünnet ve hadisin dindeki yerini, değerini, biz Müslümanlar için önemini tartışmaya devam etmesini, birbirinin tekrarı olan on binlerce kitapla ve makaleyle bir sünnet savunusu edebiyatına vücut verilmesini anlamakta zorlanıyorum. Ve bu durumu İslâm din ve düşünce tarihi için de bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum.
Hz. Muhammed (sas)’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu şehâdet kelimesine yerleştirmiş bir dinin mensuplarının asırlar sonra dahi Hz. Peygamberin dindeki konumu üzerinden ihtilafa düşmeleri, birbirlerini tekfir etmeleri, O’nun pak siretini bir tarafa bırakarak karikatür krizlerine malzeme taşıyan bir Peygamber tasavvuru üzerinden bölünmeye devam etmelerini anlamakta zorluk çekiyorum.
Anlamakta çok zorlandığım bir başka husus da, Kur’an Sünnet ilişkisini on dört asır sonra kavrayamamış olmak, hatta Kur’an Sünnet üzerinden bölünüp parçalanmaktır. Ehl-i Hâdis, Ehl-i Kur’an, Kur’an İslâmı, Sünnet İslâmı tasniflerini hakikaten anlayamıyorum. Usûl ve Makâsıd üzerinde ısrar etmememizin bir sebebi de budur.
Türkiye’de İslâmî kesim ya da muhafazakarlardaki fikir üretiminin 1980-90’lardaki kadar zengin olmadığını, gerilediğini iddia edenler var. Öte yandan ilahiyatlarda da büyük bir artış görüyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rivayet odur ki, Osmanlı sultanlarından birisinin yolu bir tekkeye düşer. Sultan, cerrahi şeyhinin sohbetinin etkisinde kalırmış ve dervişlerin zikir halkalarında adeta mest olur. Birkaç ay tekkeye devam ettikten sonra Sultan, Şeyh Efendiye; “Buraya yaptığım ziyaretten, sizden ve dervişlerden çok etkilendim ve memnun kaldım. Tüm imkanlarımla size destek olmak istiyorum. Lütfen benden bir şey isteyiniz.” demiş. Şeyh cevaben demiş ki; “Sultanım benim sizden tek bir ricam var: Lütfen bir daha tekkemize gelmeyiniz.” Sultan hayretler içinde; “Herhangi bir kusur mu işledim? Tasavvufun inceliklerini bilmiyorum. Sizi herhangi bir şekilde rahatsız ettiysem üzgünüm, af buyurunuz.” demiş. Şeyh Efendi de “Hayır, hayır sultanım,” demiş ve devam etmiş: “Bizi hiçbir şekilde kırmadınız. Fakat sorun sizden değil benim dervişlerimden kaynaklanıyor. Siz gelmeden önce dervişlerim Allah’ın Esma-i Hüsna’sını sadece onun rızası için zikredip tefekkür ediyorlardı. Fakat siz geldikten sonra zikir ve meşklerde sizi düşünmeye başladılar. Hayır sultanım, sorun siz değilsiniz, biziz. Korkarım ki sizin buradaki varlığınızı kaldıracak manevi olgunluğa sahip değiliz. İşte bu yüzden bir daha tekkemize gelmemenizi rica ediyorum.” Hissesi bol ve derin bir kıssa…
NİCELİK NİTELİĞİ YOK ETTİ
Bence biz Türkiye’de iki egemenliğin kurbanı olduk. Biri ‘niceliğin egemenliği’, biri de ‘gösterişin egemenliği’. El’an Türkiye’de yüz altı İlahiyat Fakültesi, on bin de ilahiyat hocası var. İlahiyat fakültelerinde örgün eğitim gören öğrencilerle, ön lisans ve İLİTAM’ı da dikkate aldığımızda sayıları yüzbinleri bulan bir ilahiyatçı ile karşı karşıyayız. Müslüman olduğumuz günden bugüne kadar bizim toplumumuzda İslâmî ilimler tahsil eden insan sayısıyla, şu anda tahsil eden insan sayısını mukayese ettiğimizde, bugünkülerin daha fazla olduğunu görüyoruz. Ama ne var ki, inançla, dinle, ilmi meselelerle ilgili yüzlerce sorunumuz var ve müktesebatımız bu meselelerin hiç birini çözmüyor, çözemiyor. Çünkü nicelik niteliği yok etti. Kaldı ki Türkiye’nin azımsanmayacak bir ilahiyat birikimi var ve bu birikim tarih sahnesinde süreklilik kazanmak için önemlidir.
Peki üniversitelerimiz düşünce hayatımızın neresinde yer alıyor?
Üniversitemiz evrenselleşemedi, ilahiyat eğitimimiz ise üniversiteleşemedi. Bu sebeple bütün dünyaya hitap eden alim, mütefekkir, bilim adamı yetiştirme noktasında ciddi sorunlarımız var. Beyrut İslâmî eserlerin basım merkezidir. Orada; Türkiye’de İslâm’a dair yazılmış, basılan kitap sayısı iki elin parmağını geçmez. Aynı şekilde Oxford Street’e gidelim, orada da bizim İngilizce olarak yazıp Batı dünyasına takdim ettiğimiz kitap sayısı yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla, neden niteliği kaybettik, sorusu, üzerinde düşünmemiz gereken temel bir meselemizdir.
İRŞAD KÜRSÜLERİ DEDİKODU KÜRSÜLERİ OLDU
Bir de gösterişin egemenliği dediniz. Onu biraz açar mısınız?
Evet, bir de ‘gösterişin egemenliği’ var. Dindarlığımız, ahlakımız gösterişin egemenliğinde zayıfladı maalesef. Doğrusu bizatihi bize özgü, bu topraklara has bir irfan geleneğimiz var ve bunu önemsiyorum. Ancak tasavvuf ve irfan geleneği dahi ilimden koparak bir gönül terbiyesi olmaktan çıktıysa, bu, dijital gösterinin kurbanı olmasından kaynaklanıyor. Yani hem bilgiden, ilimden kopuk hem de bir gönül terbiyesi olmaktan çıkıp, taraftar ve takipçi kazanmaya önem veren, vaaz ve irşad kürsülerini bir dedikodu ve iftira kürsüsüne dönüştüren yapılarla karşı karşıya kaldık.
Tabi ki işini çok iyi yapan, gönül terbiyesinde ısrar eden az sayıda da olsa insanların varlığını biliyoruz. Onları tenzih ediyorum. Ama genel olarak bir gösteriş kurbanı olduğumuzu görüyorum. Gösterinin, imajın, propagandanın davet, irşat ve tebliğle karıştırıldığı, hayırseverin sponsora dönüştüğü, vakıfların STK’laştığı bir dönemden geçiyoruz. Üniversite evrenselleşmezse, ilahiyat eğitimi üniversiteleşmezse, niceliğin egemenliği niteliği yok ederse, irfan mekteplerimiz dahi gösterişin egemenliğine mahkum olursa, buradan ne mutasavvıf ve zahid, ne alim ve mütefekkir, ne de sanatçı çıkar.
AHLAKTAN KOPUK FIKIHTA ISRAR EDİYORUZ
Üzerinde durduğunuz kavramlardan biri de ahlak. Ahlakı hangi açıdan ele alıyorsunuz?
Ahlak krizi bir anlam krizidir. İslâm dünyası olarak ahlak konusunda insanlığın idrakine söyleyeceğimiz çok ama çok sözümüz var ancak o sözleri söyleyecek yüzümüz yok. Çünkü inandıklarımızı eylemlerimizle gösteremiyoruz. Ey dünya, insan ayettir alet değil, diye haykırmak istiyoruz ancak kendimiz insana değer vermiyoruz. Din–siyaset ayrımına karşı çıktığımız kadar din-ahlak ayrımına karşı çıkmıyoruz. Oysa en büyük sekülerlik dinin ahlaktan ayrılmasıdır. Çünkü dinin ahlaktan ayrılması kendisinden ayrılmasıdır. İslâm dünyasındaki uyanış hareketlerinin kahir ekseriyeti aklın gücünden ve ahlakla bezenmiş ruhun gücünden çok siyasetin gücüne talip oldular. Önce ahlak ve maneviyat yerine önce güç ve iktidar, dediler. İlmî donanımdan, ruhî kemalden önce güç ve makama talip oldular. İlmin, fikrin, düşüncenin, sanat ve felsefenin gücünün, siyasetin gücünden üstün olduğunu unuttular.
Gündelik hayatımızda insanlara örnek olacak bir ahlakı gösteremiyoruz. Çünkü ahlakın teorisini de kaybediyoruz. Bir davranışı ahlaki kılan değeri kaybediyoruz. Değerin ne olduğunu tespit sorunumuz var. Takva tanımımız teheccüd, evvabin ve nafile namazlara hasredilmiş vaziyette. Yemen’de birbirine düşen Müslümanın açlığını gidermeyi, komşuya eziyet etmemeyi, trafikte yürürken hayvan çiğnememeyi takvanın içinde zikretmiyoruz. Bazen de ahlaksızlığı dinîleştiriyor; yaptığımız bütün yolsuzlukların, düzenbazlıkların, hilelerin, dinden meşruiyetini arıyoruz.
Tüm bunları bir bütün olarak yeniden ele almak gerekiyor. Çünkü ahlak dinî hükümlerin yani fıkhın aklıdır. Ama biz ahlaktan kopuk bir fıkıhta ısrar ediyoruz. Oysa ahlak ibadetin gayesi, ibadet ahlakın vesilesidir. Bu çok açık olduğu halde üzülerek belirteyim, bütün din anlayışımızı daha çok ahlaktan kopuk, taabbudî hem de ibadet-i mersume dediğimiz ibadetler üzerine bina ediyoruz. Hacer-i Esved’i öpmenin bizi cennete götüreceğine inanıyoruz ama Kâbe’nin etrafında tavaf eden yüzbinlerce insanı rahatsız etmeyi önemli görmüyoruz. Bu çok ciddi bir sorun.
İSTANBUL İLİM MERKEZİ OLMALIYDI
Uluslararası İslâm Üniversitesi kurulması fikriniz vardı. Ne oldu, neden hayata geçmedi?
Modern zamanlarda evladını alim yapmak isteyen dünyanın herhangi bir yerindeki bir Müslüman, çocuğunu ya Ezher’e, ya Medine’ye, ya Şam’a, ya da Bağdat’a gönderiyordu. Sonradan Pakistan ve Malezya gibi imkanlar çıktı ama ilim merkezi daha çok Kahire, Şam ya da Bağdat’tı. Fakat bütün bu merkezler çöktü maalesef. Üstelik bazı merkezler eksen kaymasına uğradığı için oralarda yetişip kendi ülkelerine dönenlerin bir kısmı ülkelerinin başına bela oldu. Böyle bir ortamda, başta konuştuğumuz gibi, madem dünyanın en uç köşesindeki Müslümanın umudu olduk, Türkiye’nin bir ilim merkezine dönüşmesi, evladını alim yapmak isteyen anne babaya adres olarak İstanbul’u göstermesi de gerekiyordu. Ama bunu gösterebilmesi için bahsettiğim üniversite ufku şarttı. Çünkü yanlış bir ufukla kurulacak bir İslâm Üniversitesi faydadan çok İslâm’a da, İslâm dünyasına da zarar verir. Bizim bu topraklarda inşa ettiğimiz medeniyetin din anlayışlarına baktığımızda dört temel büyük okulu birleştirdiğimizi söyleyebilirim. Birincisi fakihlerimizin rey ve ictihad okulu. İkincisi Maveraünnehir’in hikmet ve marifet okulu. Üçüncüsü Endülüs’ün akıl ve makâsıd okulu. Dördüncüsü de Anadolu’nun irfan okulu. Bütün bunları, Asr-ı Saadetin ruhu ve içinde yaşadığımız zamanların gerçekleri ile cem edecek bir anlayışa ihtiyacımız var. Şahsen Körfez Savaşı’ndan sonra Medine İslâm Üniversitesi’nin bütün İslâm dünyasına zarar veren bir müesseseye dönüştüğünü açıkça ifade etmiştim. Çünkü oradan, dar kalıplar içinde düşünen, Selefiliğin de ne olduğunu bilmeyen, nevzuhur bir zümre peydahlandı. Dolayısıyla Türkiye’nin tüm dünyada kendisine duyulan umuda ilim noktasında da cevap vermesi bekleniyordu. Ama bunu, bahsettiğimiz dört büyük ekolü birleştirecek bir ufukla yapması gerekiyordu. Ben, neden kurulamadığının sebeplerini bilemiyorum ama bu olmadı. Bence bizim ufkumuz buna yetmedi. Dersimize biraz daha çalışmamız gerekiyor. O ufka sahip olmadan da kurmamak gerektiğini düşünüyorum. Yoksa zarar veririz.
EN BÜYÜK SORUNUMUZ SELAM VE EMAN
Peki hocam, Müslümanların en büyük problemini sorsam…?
Bir toplumun bilgi üretmesi, ahlak üretmesi, örneklik oluşturması için öncelikle şu iki sorununu çözmesi lazım: Selam ve eman yani barış ve güvenlik. Toplumla bir barış sağlanması ve asgari güvenliğin sağlanması. Bunlar olmayınca hiçbiri olmuyor. Beraberinde fakirlik, cehalet, tefrika gibi hastalıklar da olunca güven ve barış sorununu çözmek imkansız bir hal alıyor. İslâm dünyası bunu çözecek olan adresi dinde arıyor. Orada da bütüncül bir yaklaşıma sahip olmadığı için bu kez din üzerinden bölünmeye, parçalanmaya başlıyor. Dolayısıyla şifa olacak ilacı da şifa olmaktan çıkarmış vaziyetteyiz.
Bu kısır döngüden nasıl çıkılır?
Asıl çekişme ilim, düşünce ve kültür alanında yaşanmaktadır. Mühim olan bizim ümmet olarak bu alanlarda hazırlık yapmamızdır. Düşünürlerimizin en çok yaptığı şey kadim kültür ve düşüncemizi eleştirmek olmuştur. Hem de bir savunma psikolojisi içinde… Eleştiri elbette önemlidir ancak eleştirinin amacı yeni fikirler, düşünceler elde etmek olmalıdır. Mâziyle ilişkiyi koparmak ve onu imha etmek değil. Aslında bizi bu bataklıktan kurtaracak olan kaynaklarımız belli. Yeter ki bu kaynakları doğru anlayalım, dertlerimizi doğru tespit edelim. Biz tarihimizin ilk iki asrı içerisinde çok büyük zorluklar çektik ama kaynaklarımız ve o kaynakların yanına ümmetin ortak aklını koyarak sorunlarımızı aştık. Tabi gecikmelerimiz, idrak gecikmelerimiz oldu. Bu gecikmelerimizi telafi etmeye çalışırken bir taraftan mesafe açıldı, bir taraftan da istibdat rejimleri ve dış müdahaleler Müslümanların tekrar toparlanmasına engel oldu. Ancak gecenin aydınlığa en yakın vakti, karanlığın en koyu olduğu vakittir. Evet, ümitvarım. Tüm bu yaşadıklarımızın birer ders niteliği taşıdığına, yeni nesillerin daha farklı bir anlama-okumayla medeniyeti yeniden inşa edeceğine ve tarihin yeniden öznesi olacağına inancım tamdır.
Dünyada birçok Müslümanın umudu Türkiye. Bu nasıl oldu?
Ben Diyanet’te çalışırken dünyanın her tarafıyla iyi ilişkiler, irtibatlar kurarak onları dinleme imkanına sahip oldum. Afrika’dan Pasifik Asya’nın en ücra köşesindeki Müslüman topluluklara kadar Türkiye’ye yönelik büyük bir umudun varlığına şahit oldum. Dünyanın en ücra köşelerinde gözyaşı ile yapılan secdelerde ve nice mazlumların dualarında Türkiye var. Bunun üç sebebi var: Biri dünyadaki konjonktür yani İslâm dünyasında yaşanan acılar. Biri sahip olduğumuz büyük tarih. Bir diğeri ise, hakkını teslim etmek gerekir, Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere hükümetin ortaya koyduğu siyasi irade.
Son çeyrek asırda, ümmet coğrafyamızda büyük gelişmeler yaşandı. Sovyetler Birliği çöktü, Yugoslavya dağıldı, sömürgeler dönemi sona erdi, bütün buradaki Müslüman kardeşlerimiz gözü Türkiye’ye döndü. Buna Arap Baharı ve Batıda yükselen İslâmofobia de eklenince Türkiye tek ümit haline geldi. Evet bu terazi bu sikleti çekmez. Ancak bizlerin bu umudu boşa çıkarmaya hakkı yok. Bütün bu mazlum dünyalara umut olmak büyük bir sevap, evet ama bu umutları boşa çıkarmak da çok büyük günah. Eksiklerimiz var ama henüz imkanı ve fırsatı kaçırmış değiliz. Bunun için herkesin kendi işini çok iyi yapması gerekiyor: Siyasetçinin siyasetini, ilim adamının ilim adamlığını, din gönüllüsünün din hizmetini…
TEFKİRSİZ TEKFİR TEKBİRLE ADAM ÖLDÜRMEYİ GETİRDİ
Bugün çok yaygın kullandığımız bir müessese var: Tekfir. İnsanları farklı düşünceleri nedeniyle hemen tekfir ediyoruz. Neden hocam?
Tefkir (düşünce) olmazsa tekfir olur. Tefkirsiz tekfir, tekbir ile adam öldürmeyi getirdi beraberinde. Sebep tek kelime ile cehalet, taassup, İslâm’ın rahmetinden nasipsizliktir. Asıl sebep kafalarda meydana gelen o idrak kaosu, parçalanmış bilgi, yaralı bilinç, ölümcül kimlik… Bir bilgi kırıntısını dinin kendisinin yerine ikame eden bir insan onu kabul etmeyeni tekfir ediyor. Kendisini dinin hamisi ve sahibi, herkesi de dine zarar verecek insan olarak görüyor çünkü. İşin daha vahimi ise; kendisini Ehl-i Sünnet olarak gören ve Ehl-i Sünnet’i bu şekilde tarif eden, bu düşüncelere indirgeyen bu yanlış telakkinin, hem zaman zaman ekranlardan sesleniyor hem de her gün sosyal medya marifetiyle bunu adeta insanların beyinlerine zerk ediyor olmasıdır. Büyük sorunumuz budur.
İnsanlığa hitap edebilecek ilim adamı yetiştirmek istiyoruz
İslâm Düşünce Enstitüsü kaç bölümden oluşacak?
İDE iki bölümden ibaret olacak: Biri araştırma, biri akademi. Araştırma bölümünde usûl, makâsıd, İslâm düşüncesinde metodoloji ve disiplinler arası metodoloji, ahlak, değer gibi başlıklar altında farklı dillerde araştırma yapılacak. Orada meşruiyeti tartışılmayacak özgün metinler üretilecek ve bu metinler benzer ilim havzalarıyla, ilim müesseseleriyle paylaşılarak İslâm dünyasında kaybettiğimiz düşünce bütünlüğünün ve metodolojisinin buluşması temin edilecek. Hedefimiz bu. Öteden beri böyle bir enstitü fikrini kalbimin derinliklerinde taşıyordum doğrusu. Sadece araştırma yapmak, yazı yazmak, seminer ve konferanslar düzenlemek, kitap yayınlamak yetmez; aynı zamanda insan yetiştirmek gerekiyor. Biz de bu konularda, özellikle İslâm dünyasına ve hatta bütün insanlığa hitap edebilecek ilim adamlarının yetişmesine katkıda bulunmayı hedefliyoruz. Bunun dua olarak kabul edilmesini Rabbimden diliyorum.
İDE’nin benzer kurumlardan farkı nedir?
Kendi çerçevesini çok dar olarak belirleyen, belki Türkiye’de ve İslâm dünyasında da benzeri az olan bir enstitü, diyebilirim. İslâm dünyasında usûl ve metodoloji konusunu ihtisas alanı olarak seçen çok az sayıda ilmi müessese var. Fas’ta, Malezya’da, Katar’da benzerleri ve Londra’da da makâsıd merkezi var. İDE de onlardan biri olacak. Onlarla çok sıkı bir ilişki kuracağız. Başta Fas olmak üzere Cezayir’de ve Tunus’ta pek çok alanda üretilen yüksek bilgi ile bizim Türkiye’de ürettiğimiz bilgi ufku arasında aşı yapmayı da gayelerimiz arasında zikredebilirim. Türkiye’de üniversite evrenselleşemedi, İlahiyat eğitimi de üniversiteleşemedi, demiştim. Bizim burada ürettiğimiz bilgi dünyanın hiçbir yerinde insanlığı aydınlatmıyor. Bunu da dikkate alarak, -biraz iddialı olacak ama- farklı disiplinler arasındaki metodolojiyi birleştirerek, medeniyetimize, İslâm düşüncesine, İslâmî ilimlere bütüncül bir yaklaşımın oluşmasına katkıda bulunmaya çalışacağız.