9 Kasım 2018 Cuma

BAŞKALARININ AKLI-The Influential Mind

“Bu dünyada ÖLÜM ve VERGİLER hariç hiçbir şeyin mutlak olduğu söylenemez.” Benjamin Franklin
Ne bildiğiniz sadece ne yaptığınıza dair kararımızı değil, aynı zamanda nasıl hissettiğimizi de belirler. Çünkü BİLGİ, inançlarımızın da ekmek teknesidir. Neye inandığımızın, ne kadar mutlu olduğumuz üzerinde muazzam bir etkisi vardır.
Dolayısıyla insanların sadece ödül elde etmek ve acıdan kaçınmak için değil, ödül elde edeceklerine ve acıdan kaçınacaklarına inanmak için de motive olduklarını hatırlamak önemlidir. Çünkü inançlar insanları gerçek olaylar kadar mutlu veya mutsuz edebilir. Hepimiz hayatımız boyunca elde ettiğimiz deneyimlerden biliriz ki, öğrendiklerimiz hislerimizi belirler.
Bu bağlamda, Princeton Üniversitesi'ndeki bir grup araştırmacı bir MRI tarayıcı kullanarak politikacıların nutuklarını dinleyen deneklerin beyin aktivitelerini kaydettiler ve kuvvetli nutukları dinlerken insanların beyinlerinin paralel işlediğini fark ettiler. Aynı konuşmayı dinleyen farklı bireylerin beyin aktiviteleri birlikte artıp birlikte azalıyor, beyinlerinin aynı bölgeleri aynı zamanda coşup aynı zamanda sessizliğe gömülüyordu. Sanki senkronize olmuş gibiydiler. Başarılı bir hitabet, tanımı gereği tüm insanların dikkatini çekecek ve dinlemelerini sağlayacaktır. Eğer herkes bilinçli olarak aynı monoloğu dinliyorsa dinleyicilerin beyin örüntüleri birbirine benzer olacaktır. Sonuçta herkes konuşma çok sıkıcı olduğu için kendi farklı iç dünyalarına dalıp başka şeyler düşünmekte özgürdür!
“Beyinlerimizi çevrede önce bir değişikliğe sebep olmadan da bağlayabilir miyiz? Yani, benim beynimde ortaya çıkan bir elektrik sinyali, herhangi bir yazılı kelimeye ya da sese ihtiyaç duymadan sizinkinde de bir sinyal tetikleyerek davranışınızı ya da düşüncenizi değiştirebilir mi? Eğer yanıt evetse etki dediğimiz şeyin bir beyindeki sinirsel ateşlemenin bir başka beyinde sinirsel ateşleme sağlamasından ibaret olduğu fikri ortaya çıkıyor. Son birkaç yılda sinirbilimciler birbirine fiziksel olarak bağlanmış iki beynin birbirinin elektrik sinyallerinden ‘öğrenebileceğini’ gösterdiler. Bir beyinden diğerine kablo çekerek bilgi aktarmak kulağa bilimkurgu gibi gelse de bu işlem günümüzde, dünya çapında saygın üniversitelerin laboratuvarlarında yapılıyor,” şeklindeki ifade ile düşün dünyamızda yeni pencereler açan Tali SHAROT’un Ülkemizde ilk basımı Temmuz 2018’de yapılan 246 sayfalık “BAŞKALARININ AKLI-The Influential Mind” adlı eserini 20 sayfada derleyerek sizlerle paylaşıyorum.
Bu safhada, zaman sınırlaması yönüyle EK’teki derlemeye göz atamayacaklar için öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:
*Eğer bacağımı keserseniz geriye kalan özünde hâlâ bedenimdir. Fahri profesörün kalbini bana naklederseniz ben hâlâ ve hâlâ ben olarak kalırım. Göğsümde atan onun kalbi de olsa, hâlâ tercihlerimi somon füme ve krem peynirli kızarmış hamurdan yana kullanır, koşma sevgimi ve insan davranışımı anlama yolundaki tutkumu muhafaza ederim. Ancak bir şekilde bana profesörün beynini naklederseniz kendimi ekose bir ceket giymiş ve abartılı bir şiveyle İngilizce konuşurken bulurum. Eve gidince çocuklarımı tanımam ve beni neyin ben yaptığı konusunda farklı fikirlerim olur. Son tahlilde denilebilir ki, beynimiz zihnimizi yaratır; dolayısıyla beynimizi değiştirmek, zihnimizi değiştirir.
* Araştırmalar uzun süren evliliklerin ardındaki gücün tutku ya da arkadaşlıktan ziyade, benzerlikler olduğunu defalarca göstermiştir. Yaygın inancın aksine zıt kutuplar birbirini çekmez, çektiğindeyse birliktelik uzun sürmez. Pek çok çift, ne kadar uyumlu olurlarsa olsunlar bir ya da birkaç konuda yıllar boyunca tartışabilirler. Çocuk sahibi olup olunmayacağı, olunacaksa kaç tane olunacağı, iş ve eğlence arasında nasıl denge kurulacağı ya da evcil hayvan olarak bir hamster mi yoksa bir kertenkele mi besleneceği gibi.
*Birbirimizi etkilemenin en güçlü yollarından biri duygularımızı kullanmaktır. Fikirleri paylaşmak vakit alır ve bilişsel çaba gerektirir. Ancak hisleri özellikle de mutluluğu paylaşmak, anlık ve kolaydır. Hissettikleriniz hızla, otomatik ve hatta genelde bilinçsiz bir şekilde etrafınızdakilere sirayet eder ve onların duyguları da sizi etkiler. İş arkadaşlarınız, aile üyeleriniz, dostlarınız ve hatta tanımadığınız insanlar bile yüz ifadenizdeki, ses tonunuzdaki, duruşunuz ve konuşmanızdaki hali çabucak algılarlar. Farkında olmasalar bile, siz mutlu olduğunuzda mutlu, gergin olduğunuzda gergin olma eğilimi gösterirler.
* Bilgimizi başkalarına ulaştırabilmek, içsel bir ödüle karşılık geliyor. Yapılan bir çalışma, insanların düşüncelerini başkalarına yayabilmek adına para kaybetmeyi bile göze aldıklarını gösterdi. Üstelik bu düşünceler zamanla elde edilmiş, önemli ya da değerli buldukları düşünceler değil, Barack Obama'nın kış sporlarını sevip sevmediği ya da kahvenin çaydan daha iyi olup olmadığı gibi sıradan konularda, öylesine fikirlerdi. Çalışma kapsamında gerçekleştirilen beyin tarama sonuçlarına göre kişiler "bilgeliklerini" diğerleriyle paylaştıklarında beyinlerindeki ödül merkezi güçlü bir şekilde harekete geçiyordu. Yani düşüncelerimizi paylaştığımızda bir tür haz yaşıyoruz ve bu haz bizi iletişim kurmaya teşvik ediyor. Beynimizin hoş bir özelliği bu. Zira bu sayede bir bilgiye, deneyime ya da fikre ilk sahip olan kişi bunu kendine saklamıyor(Herhalde bizim toplumumuz için söylemiyor bunu!) ve bizler, toplum olarak, pek çok zihnin ürününden faydalanıyoruz.
*İnsanlar, bir konuda sağladığınız yeni bilgi önceki inançlarınızı teyit ediyorsa hemen kabul etme eğiliminde olurken (bunlara mevcut inançlar diyoruz) aksi yöndeki delilleri eleştirel bir gözle ele alıyorlar. Aslında fikirleriyle çelişen bilgilerin sunulması, insanların mevcut fikirlerine daha çok sarılmasına yol açabilmektedir. Bu duruma “bumerang etkisi” denir.
* İçgüdülerimizi dinleyerek neden bizim daha haklı, onun daha haksız olduğunu gösteren bir çuval delil sunmak, havanda su dövmeye benzer. Muhatabımız böyle durumlarda ya beyninin fişini çeker ya da hemen bulduğu bir karşı delille çürütme çabamızı savuşturur. Değişim yaratmak için tek geçer akçe, ortak motivasyonları keşfetmektir.
*Eğer Twitter müdavimiyseniz dikkat! Twetlemek çoğu zaman gün boyu girişeceğiniz aktiviteler arasında duygularınızı en fazla coşturanlardan biri olacaktır. Araştırmalar, tweet atmanın nabzı artırdığını, terlemeye neden olduğunu ve gözbebeklerini irileştirdiğini ortaya çıkarmıştır. Beynin duygusal olarak uyarılmasıyla ilgili göstergeler bakılırsa tweetlemek ve retweetlemek, webde sadece sörf yapmaya göre %75 daha etkili. Sadece zaman akışını okumak bile %65 daha fazla duygusal uyarım sağlıyor.
* “Elini yıka!” pek çok bar ve restoranın tuvaletinde göreceğiniz uyarı tabelalarından biridir. Peki, çalışanların bu talimata ne kadar uyduklarını hiç merak ettiniz mi? Hastalık Kontrol Önleme Merkezi merak etmiş ve ABD’de yüzlerce lokantayı ziyaret ederek çalışanların hijyen uygulamalarını kaydetmiş. Çalışanların %62 gibi bir çoğunluğu ellerini yıkamıyor. Yemek sektörü için %38 olan el hijyeni talimatlarına uyum oranı, sağlık sektörü için %37,8’dir. Yani neredeyse eşit. Ellerini yıkamayanlar sadece restoran ya da hastane çalışanları değil, halkın sadece %5’i umumi tuvaletleri kullandıktan sonra ellerini doğru dürüst (su ve sabun kullanarak 15 saniye boyunca) yıkıyor.
* İnsanlar, kuşlar gibi kanatlı değildirler, kanatları yoktur. Uçmak üzere evrimleşmemişlerdir. Eğer atalarımız bir sabah uyandıklarında kendilerini gökyüzünde bulsalardı tanrıyla buluşmak üzere olduklarını düşünürlerdi. Ayakları yere basan atalarımızdan uçuş korkusu miras almayacaktık da ne yapacaktık? İçimizden bir ses bu teorinin doğru olabileceğini söyler; zira örümcekler, yılanlar, yükseklik, açık alan ve uçmak gibi korkuların hepsi bize, bu şeylerin gerçekten tehlikeli oldukları zamanlardan miras kalmış olabilir.
*Uçağa bindiğiniz zaman kaderinizi birkaç saatliğine pilotlara ve uçuş ekibine teslim edersiniz. Uçağın ne yolunu ne de hızını kontrol etme şansınız vardır. Ağlayan bir çocuk sizi yorduğunda ya da yol arkadaşınızın dirseği sizi rahatsız ettiğinizde “Müsait bir yerde ineyim ben,” deme imkânımız yoktur. Size, “Et mi tavuk mu?” sorusu dışında bir tercih şans1 bırakılmaz. Üstelik bilginiz de son derece sınırlıdır. Uçaktaki sallantı olağan bir türbülansın eseri mi yoksa yolunda gitmeyen bir şeylerin göstergesi midir? Pilot o sırada uyuklamakta mıdır? Yoksa ayık mıdır? Uçak tam zamanında mı inecek yoksa geç mi kalacaktır? Bunca şeyin kontrolünüzün dışında gerçekleşmesi rahatsız edici bir hissiyata neden olur.
*Çoğu insan çevresini kontrol etme kabiliyeti elinden alındığında strese girer ve kaygıya kapılır. İnsanların şoför koltuğunu yolcu koltuğundan daha çok tercih etmesi ya da sıkışık bir trafikte takılıp kalmanın gerginlik yaratması bu sebeptendir. Kimilerinin başkalarının evlerinde misafirlikten hoşlanmama sebebi, kontrolün sınırlandırılmasıdır. Aynı nedenle fiziksel olarak kısıtlanmak da insanlarda ve hayvanlarda rahatsızlık yaratır.
*IKEA ETKİSİ denildiğinde, insanların kendilerinin yarattıkları şeylere, başkaları tarafından yapılanlardan daha çok değer atfetmesi olduğunu altını çizelim. Örneğin IKEA’dan aldığınız bir kitaplığı kendiniz kurarsanız başkası tarafından monte edilmiş tıpatıp eşdeğerinden daha kıymetli olduğunu düşünme eğilimi gösterirsiniz. El örgüsü bir atkı, ahşap bir baraka ya da yaprak sarma…Bir şey elinizden çıkmaysa genellikle size daha değerli gelir.
*Bizler meraklı yaratıklarız ve özellikle meraklı olduğumuz konu, kendimizdir. Şahsımız veya yarattığımız şeyler için başkalarının ne düşündüğü hakkında özellikle meraklıyızdır ama hepsini bilmeyi de istemeyiz. S1klıkla kendimizi olumsuz fikirlerden uzak tutmak ve olumluları aramak üzere kararlar alırız. Yazar oyuncu ve şöhretlerin kendilerini Google'da aramadıklarını, kitapları ya da oynadıklar1 dizi ve filmler hakkındaki yorumları okumadıklarını duymuşunuzdur. Çal1şmalarının övüldüğünü öğrenmek istemedikleri için mi sizce? Uzak ihtimal.
*Korelilerin çocukları bir yaşına girdiğinde yaptıkları geleneksel bir doljanchi seremonisin vardır. Bu seremoninin en ilginç bölümü, kehanet bölümüdür. Hiçbir şeyden haberi olmayan bebek bir dizi eşyanın önüne oturtulup içlerinden bir tanesini seçmeye teşvik edilir. Korelilere göre seçtiği nesne, bebeğin geleceği hakkında fikir veriyordu. Örneğin muzu seçerse hayatta aç kalmayacak, kitabı seçerse yıldızı akademide parlayacak, bozuk parayı seçerse zengin, fırçayı seçerse yarat1c1 olacak demekti.
* İnsan beyni bilgiyi sosyal bağlam içerisinde elde etmek üzere kodlanmıştır. Hangi nesnelerin değerli olduğundan portakalın nasıl soyulacağına kadar hemen her şeyi diğerlerinin davranışlarına bakarak öğreniriz. Genellikle farkında olmadan başkalarının davranışlarını taklit eder, özümser ve sonunda ediniriz. Bu bir avantajdır, zira bu sayede sadece çevremizle olan kendi sınırlı deneyimlerimizden değil, başkalarının deneyimlerinden de birtakım bilgiler ve teknikler edinebiliriz. Bu kabiliyet bizlere, sadece deneyerek ve yanılarak öğrenmekten çok daha fazlasını ve hızlısını sunar.
*Bebeklere Mason adı koymanın ABD'de niçin popüler olduğunun izlerini sürerseniz sonunda reality show yıldızları Kourtney Kardashian ve Scott Disick'in oğulları Mason Disick'e ulaşırsınız. İsim popülerlik listesinde yıldan yıla zaten tırmanıyordu ama Disick'in doğumunu müteakip "ilk 100" listesinde otuz dördüncülükten ikinciliğe fırladı ve beş yıldır dördüncü sıranın altına hiç düşmedi. James Fowler ve Nicholas Christakis'in Sosyal Ağların Şaşırtıcı Gücü adlı kitaplarında gayet güzel açıkladıkları gibi: Bu modadan etkilenmek için illa ki diziyi izliyor olmanız gerekmez çünkü etki, kişiden kişiye yayılır. Elbette buradaki neden-sonuç ilişkisini ispatlayamayız. Mason Disick belki de popülaritenin nedeni değil, yansımasıdır.
* Adelie'ler Antarktika’da yaşayan küçük penguenlerdir. Siyah bedenleri ve geniş beyaz karınlarıyla katıldığı baloda sendeleyerek yürüyen bir smokinliyi andırırlar. Günlerini kıyılarda geniş gruplar halinde yiyecek aramakla geçirirler. En çok da karides benzeri çok küçük deniz kabukluları olan krilleri severler. Ancak buz parçalarıyla kaplı soğuk su tehlikelerle doludur. Mesela aynı bölgede yasayan leopar fokları ara Öğünlerde penguen yemeye bayılır. Hem penguenlerin hem de leopar foklarının karınları zil çalarken... Bir Adelie'nin ne yapması gerekir? Penguenlerin bu probleme getirdiği çözüm“beklemece oynamak”tır. Penguenler kıyıda beklerler... Beklerler... Beklerler ...Ta ki bir tanesi beklemekten usanıp atlayana (ya da itilip suya düşene) kadar. Bu olduğunda tüm penguenler küçücük boyunlarını iyice gererek olacakları seyretmeye koyulurlar. Eğer öncü penguen hayatta kalırsa hepsi birden suya atlar. Yem olursa hepsi birden geri dönüp giderler. Tek bir penguenin kaderi diğerleri üzerinde belirleyici bir rol oynar. Bu stratejiye “öğren ve hayatta kal” adı verilebilir.
Biz uzun ve iki ayag1 üzerinde dikilebilen yaratıklar da aynı şeyleri yaparız. Risk arayan türdeşimizin suya atlayışını izler ve sağ salim dönüp dönmediğine bakarız. Bu hem gerçek anlamıyla (insanlar tramplenden atlamadan onca başkalarının atlayıp başardıklarını görmek isterler) hem de mecaz anlamıyla (bir şirket kurarken, bir kitap yazarken, evlenir, boşanır ya da çocuk yaparken başkalarının aynı şeyi yapıp ne durumda olduklarını inceleriz) doğrudur. Sadece bir kadeh şarap içeceksek başkalar1nın ne sipariş ettiğine bakmak yeterlidir ancak bir şişe şarap sipariş edeceksek sadece ne sipariş ettiklerine değil, aynı zamanda bu tercihlerinden memnun olup olmadıklarına bakmak daha akıllıcadır.
Sevgi ve saygılarımı iletirken, sağlık ve esenlikler dilerim. 
Halit YILDIRIM/ANKARA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder