Düşünmek zor
zanaat!
“Türkiye’nin sağında ve solunda düşünce
sorununun kaynaklarını araştırırken ‘siyaset’ eski gündeme döndü; bitmiş bir
mesele Danıştay’ın o manidar zamanlamasıyla, mahkemenin anayasa ihlali anlamına
da gelen, yetki aşımı kararıyla yeniden ülkenin önüne kondu. Esas amacı ‘Cumhur
ittifakına’ yönelik bir operasyonu akıllara getiren bu olayı doğru
değerlendirmek gerekmektedir; daha önce yazdığımız gibi ‘Cumhur ittifakı’
herhangi bir seçim ittifakı değil, ülke için bir varlık ve gelecek
duyarlılığına dayanan bir iradenin neticesinde ortaya çıkmıştır.”
Türkiye’yi yeniden geride bıraktığı,
aştığı konular etrafında meşgul etmek isteyenleri bir tarafa bırakıp, esas
meseleleri konuşmaya devam etmek durumundayız. Neden ‘sağ ve sol’ aydınlarımız
yaratıcı aklı harekete geçirip yeni fikirler üretemiyorlar.
FİKİR NASIL GELİŞİR?
“Hadi ‘soldakiler’ bu ülkenin tarihsel
geçmişiyle, kültürel birikimiyle problemlidirler yani tarihin gördüğü en uzun
ömürlü, en büyük iki İmparatorluğu olan Osmanlıyla onun kurumlarıyla, mirasıyla
sorunları vardır; dolayısıyla tepkisel bir tavır içinde oldukları medeniyet
değerlerinden beslenemedikleri, ‘kimlik krizi’ içinde bulundukları için
düşünsel bir varlık gösteremiyorlar peki, bu alanlarla sorunları olmayan
‘sağdakilerin’ hali nicedir? Bu durumda sebepleri başka yerlerde aramak
gerekmez mi?”
Düşüncenin gelişmesi hiçbir zaman düz
doğrusal bir seyir izlemez; bir toplum düşünce seyri olarak mitolojik düşünce
aşamasından, mantıksal düşünce aşamasına, teolojik, felsefi ya da bilimsel
düşünce aşamasına geçebileceği gibi, rasyonel, felsefi, bilimsel düşünceden,
geriye de dönebilir. Toplumun gelişme süreçleri, uluslararası ilişkilerde
karşılaştığı, siyasal yapıda yaşadığı sorunlar, kurumların kalitesi, aydınların
zihniyet dünyası, devlet tolum ilişkileri ve elbette özgürlük meselesi, bireyin
konumu gibi hususlar tarafından şekillendirilir.
Türkiye’nin toplumsal gelişme
süreçlerinde, bilhassa İmparatorluk döneminde iki kırılma noktasında ortaya
çıkan olayların düşünce dünyasını olumsuz etkilediği söylenebilir. Bunlardan
biri, İmparatorluk eğitim kurumlarında matematiksel, mantıksal ve felsefi
düşüncenin tasfiye edilip bunun yerine tekrara dayanan konuların ağırlık
kazandığı, Osmanlı eğitim kurumlarında bilimden uzaklaşmaya yol açan
neticelerle (ben buna ‘edebiyata boğulma’ diyorum), on yedinci yüz yıldan sonra
aşikâr hale gelen süreçlerle ilgilidir. Felsefeyi, bilimi, matematiği,
rasathaneyi, hatta İbni Sina’nın tıp kitaplarını yasaklayan zihniyet tam
anlamıyla yıkıcı etkiler yapmıştır.
AYDIN DESPOTİZMİ
Diğer kırılma Tanzimat’la başlayan,
düşüncenin bürokratize olduğu süreci ifade eder. Osmanlı bilim ve düşünce
adamları on yedinci yüzyılda karşılaşılan sorunlar altında yaşarken de sivil
bir konumdadırlar; vakıf niteliğindeki eğitim kurumları ağırlıktadır ve düşünce
zemini buralardır. Bürokrasinin devlet içindeki konumunun güçlenmesi, zaten
ciddi bir düşünce krizi yaşayan ‘fikir hayatının’ devlet bürokratlarının
ağırlık kazandığı bir yapıya kaymasına yol açmıştır.
“Devlet elitlerinden oluşan ‘resmi
aydınlara’ geçiş bu sürecin eseridir. Burada sorunlardan biri, düşüncenin
bürokratize olması; diğeri, devletten güç alan resmi aydınların despotizmi; bir
diğeri ise, batılılaşma akımı içinde, kendi kültürleriyle problemli aydın
türünün ortaya çıkışıdır. Bu olayların düşünce aşamalarında geriye gidişleri,
pozitivist dogmatizm başta olmak üzere eleştirel felsefi bilimsel düşünceye
açık olmayan tortularını bugün ‘sağda ve solda’ görmek şaşırtıcı
sayılmamalıdır.”
22 Ekim 2018
Pazartesi
Türk sağında
aydın sorunu!
·
Kendisini rahmetle andığım Durmuş
Hocaoğlu, sağdaki aydın sorununu aşmak için ne yapılmalı sorusuna örnek teşkil
edecek kıymetli bir düşünce adamıydı. Zaman zaman kendisiyle konuştuğumuz bir
mesele olarak ‘sağdaki aydın sorununu’ üzerinde
dururken, öncelikle sorunun derin olduğunu sadece sağda ve solda değil aydın
kategorisi içinde yer alan zümrenin tamamı için geçerli bir durumdan bahsetmek
gerektiğini söylerdi.
“Sağda ve solda aydın sorunun farklı
sebepleri olduğunu unutmadan, meseleyi anlamak için analiz ederken ayrı ayrı
üzerinde durmak daha faydalı olabilir. Burada ‘sağ ve sol’ kavramlarının ne
kadar sahici olduğunu ayrıca ele almak gerektiği açıktır; İdris Küçükömer Hoca’nın
yaptığı gibi tabloyu tersine çevirmenin de meseleyi çözmediğini belirtmek
gerekir.”
SAĞIM SOLUM
Türkiye sağında görülen problemlerden
biri, devlet siyaseti tarafından desteklenen ‘resmi aydınların’ karşısında
moda tabirle ‘ezik’ bir yerde durmalarıyla
ilgilidir ki, elbette bu genel durum dışında kalan vakur ve gerçekten aydın
sıfatını hak eden ciddi entelektüellerin kastedilmediğini söylemeye gerek
yoktur.
Sağ diye ifade edilen çizgide bulunan
aydınlar arasında yer alan ve ‘resmi aydınlar’ (ki
onlar kendilerine genellikle solcu dedikleri gibi, işin tuhafı solcu olarak
muamele görmekte ve öyle kabul edilmekte olmalarıdır) karşısında sosyal
bakımdan dışlanmışlığın meydana getirdiği aşağılık duygusunu yaşayanların
sayısı hiç de az değildir.
“Temel mesele Hocaoğlu’nun üzerinde
durduğu içe kapanmışlık, İmparatorluğun çöküşü ve Batılılaşma hareketleri
karşısında yaşanılan şok ve buna karşı geliştirilen tepkilerde aranmalıdır.
Durmuş Bey, bu durumu, kültürü içe kapanarak savunma anlayışını, bir dönem için
kabul edilebilir bulmaktaydı fakat bunu sürdürmenin bir aydın tavrı olarak
yanlış olduğunu, düşüncenin, efsaneden, alışılagelmiş olanın inanç haline
getirilmesinden öteye gidemediğini; oysa düşüncenin eleştirel bir aşamaya
geçmesi gerektiğini bunun da felsefeyle, bilimle olacağının üzerinde
durmaktaydı. Modern dönemde bilimi söylem düzeyinde kutsallaştıran bir anlayış
resmen egemen olmasına rağmen bilimsel gelişmede mesafe katedilememesinin
arkasında eleştirel düşünce ve felsefe eksikliği vardır.”
KİMSİNİZ?
Sağdaki aydın sorununun temellerinde
düşünce hayatına, fikri meselelere eleştirel bir yaklaşım içinden bakmak yerine
içine kapanan bir anlayışla hareket etmek önemli bir yer tutmaktadır; bu içe
kapanma tavrı kendi ekseni etrafında dönüp durmayı getirdiği gibi çağa karşı ya
tepkisel ya da nihayetinde boyun eğici konformist bir tutuma yol açacaktır.
Türk sağındaki aydın sorunun en görünür
en problemli boyutu siyasi gündemden tespit edilebilir. Türk sağının muhtelif
grupları, özellikle milliyetçi düşünce çizgisi hızla kendi geleneğinin gerisine
düşme eğilimine girmiştir. Bunu kendisine İslamcı veya başka sıfatlarla
tanımlayan siyasi tavırlarda da görmek de mümkündür. Milliyetçiler arasında
aslında resmi aydınların tepkisel ideolojisi olan ‘ulusalcılık’ veya Kemalizm söyleminin etkisine;
diğerlerinde ise liberalizmin en kaba yansımalarına kolayca rastlanıyorsa
burada bir problem olduğunu görmek, üzerinde durmak gerekir.
Aydın sorunu
veya yerli düşünce
·
Türk düşünce hayatının gelişme
sorunlarının başında gelen husus aydın sorunudur; aydın sorunu derken üzerinde
durulması gereken konu ‘yerlilik’ meselesiyle ilgilidir. İmparatorluğun son
döneminde ortaya çıkan, bir anlamda bir kurtuluş yolu arayışının neticesinde
şekillenen ideolojik ayrışma, genel hatlarıyla ilki, kendi kimliğimizle
‘modernleşme imkânı var mı’ endişesiyle hareket eden yerli bir çıkış yolu
arayışına; diğeri ise bunu ihtimal olarak dahi görmeyen, batılılaşmayı bir çare
olarak kabul eden yaklaşıma yol açmıştır. Batılılaşma akımı kendi içinde
‘batıyı topyekûn benimseyelim, her şeyimizi değiştirelim’, diyenlerle ‘neleri
değiştirmek gerektiğini’ tartışanlar şeklinde farklılaşmıştır.
“Attila İlhan çağdaş dönem Türk
edebiyatının en önemli isimlerinden biridir; şiirde, romanda, fikir sahasında
ortaya koyduğu eserler gün geçtikte değeri daha fazla anlaşılacak eskimeyen
nitelikteki ürünlerdir. Attila İlhan’ın bir şairin, bir yazarın hayattayken
gördüğü ilgiyi yıllar geçtikçe artarak görecek eserler vermiş olması üzerinde
durulması gereken bir konudur.”
YERLİ OLMAK NEDİR?
Bir defa kendisinin de sıkça vurguladığı
gibi bir eser ister şiir olsun, ister roman edebi niteliği olmadan neyi
anlatırsa anlatsın bir değer ifade edemez; böyle bir nitelik taşıması için de
öncelikle kendi geleneği ile kendi kültürel duyarlılığı ile kendine has bir
dili olan eser olması lazımdır. Edebiyat türünün teknik imkânlarıyla, kültürel
duyarlılık arasında bir sentez yapamayan ne şiir, ne roman ya da başka bir
türün kalıcı olması mümkün değildir.
İkinci bir mesele kendi halkıyla eserin
kurduğu bağdır; Attila İlhan kendi halkının duyarlılıklarını esas alan bir
anlam dünyasıyla, onunla duygusal güven bağları kurmadan bir yazarın ilgi
görmeyeceğini muhtelif şekillerde ifade etmiş bir sanatçıdır. Bir sanatçı ‘ben
çok edebi veya düşünsel derinliği olan eserler veriyorum, halk beni anlamıyor’
diyemez, böyle diyorsa bu hem halkına yabancılaştığının hem de ortaya değerli
bir şey koyamadığının göstergesidir. Bu problemin bir boyutu düpedüz aydın
sorunuyla ilgilidir ki bu konu onun en çok tartıştığı meselelerin başında
gelmektedir.
GÜN GELİR ATTİLA İLHAN ÖLMEZ!
“Bir şair, bir romancı olarak ortaya
koyduklarının yanı sıra sinemaya, televizyon dizilerine yansıyan senaryolarıyla
da popüler olmuş, bunlar yayınlandıkları dönemde geniş yankılar
uyandırmışlardır. Ölümünün üzerinden on üç yıl geçtikten sonra Attila İlhan’ın
anılması, yazdıklarının ilgi görmesi önemlidir fakat onun üzerinde durduğu bir
sorunun aşılmasında hala ciddi problemler olduğunu vurgulamak bunun düşünce
hayatımızda nasıl büyük bir açmaz oluşturduğunu tartışmak da mühimdir.”
Yerli düşünce olmadan yerli sanatın
olamayacağını, bunun evrensel bir değer de taşımayacağını anlamak bakımından
Attilla İlhan’ın şiir ve roman dışında düşünce eserlerindeki tartışma temaları
oldukça değerlidir. Taşıdığı ‘sosyalist kimliğine’ rağmen ideolojisi üzerinden
halkına yabancılaşmadan, kendi kültürel duyarlılığı, entelektüel birikimi ile
yerli bir sentez yaratma çabası sanırım bugün aydın sorununu aşma konusunda
kıymetli bir örnek olarak durmaktadır.
15 Ekim 2018
Pazartesi
Putları kırmak
·
Mesele yeni değildir, Mehmet Akif
Bey ‘Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı’ diyordu;
mevzu bahis olan Akif’in bahsettiği fakat aradan yüzyıl geçmesine rağmen
aşamadığımız bir meseledir. Demek ki değişen şeyler var ve bunlardan biri
de ‘idraktir’, eğer zamanın idrakine söyleyecek sözünüz
olmazsa çağın dışına itilmek tehlikesiyle karşılaşırsınız. Dikkat ederseniz bu
meseleyi bugün ilahiyat fakülteleri, bilim çevreleri, aydınlar gündeme getirip
bu konuda bir zemin oluşumuna katkı yapmaktan uzak bulunurken konuyu
Cumhurbaşkanı Erdoğan dikkatlere sokup meselenin önemini göstermek
istemektedir.
“Başkan Erdoğan, bir devlet adamı olarak,
başta Türkiye olmak üzere İslam coğrafyasının sorunlarıyla yıllardır
karşılaşıp, bunların çözümüne dönük fiili bir mücadelenin içinde olduğu için
esas sorun çözülmeden ne politik ne ekonomik sorunların aşılmasının mümkün
olmadığını yaşayarak tecrübe ettikçe, zaman zaman konuyu açıkça dile getirip bu
hususta aydınları, ilahiyatçıları, akademyayı, diyaneti uyarmak durumunda
kalmaktadır. Ey düşünen insanlar neredesiniz!”
ESKİ ÇAĞIN PUTLARI
Çağ değişmesi, çağın idrakinin
değişmesinin ne demek olduğunu anlamadan meseleye yaklaşmak dahi mümkün
değildir. Çağ denilen şey çoğunlukla kelime anlamıyla yani yüz yıllık bir
süreyle sınırlı olarak anlaşılır oysa çağ bir tarihsel dönemi yani o dönemin
karakteristik özelliklerini, benzer nitelikli olaylarını, düşünme biçimini,
anlayışını, olayları yorumlama anlamlandırma tarzını ve zihniyet dünyasını
ifade etmektedir.
Burada idrak, algı, zihniyet, dünya
görüşü, bilgi kavramı, yöntem epistemolojik sorunlar önem kazanır. Demek ki çağ
değişimi denilince, insanların fikriyatları, düşünme biçimleri, idrakleri,
algıları, zihniyet dünyaları değiştiği için yeni bir çağa eski anlayış, yorum
ve dünya görüşünün kavramlarıyla hitap etmenin mümkün olmadığını anlamak
lazımdır.
Dini bilginin esaslarının değişmesi veya
reforme edilmesini bu bağlamda tartışmaya kalkmak meseleyi anlamaktan
uzaklaşmak olacağı gibi, konunun ele alınmasını da önleyen bir yanlış
olacaktır. Bugün Müslüman toplumların esas sorunu, yeniçağın, modern çağın
birey ve toplumlarının olayları evreni, toplumsal dünyayı anlama mekanizmaları
olan düşünsel yapılara uygun kavramsal, düşünsel bir dil geliştirememiş
olmasıdır.
YENİ İNSANA ULAŞMAK
“Rahmetli hocam Erol Güngör Bey İslam’ın
Bugünkü Meseleleri kitabı yeni yazılmış gibi duruyor; çünkü bugünkü meseleler
birkaç yüzyıllık meseleleri kapsamaktadır; İslam dünyası bu meselelere cevap
vermedikçe bunları tartışıp aşacak fikri derinliğe sahip olmadıkça sorunların
yığılması dahası büyüyüp gelişmenin önünde engel olması kaçınılmazdır.
Müslümanlar Arap yarımadasının dışına
çıkınca karşılaştığı düşünsel duruma, yani o günün problemetiğine hitap eden,
onu aşacak büyük bir bilim ve düşünce geleneği yarattığı, bir aydınlanma dönemi
oluşturduğu için modern çağa uzanan entelektüel hegemonya kurabilmiştir.”
Düşünce dünyasında yaşanan değişimin
hızını dikkate aldığımızda aydınlanmadan materyalizme, modernizmden, post
modernizme uzayan birçok teorik felsefi tartışma bilgi yaklaşımlarının nasıl
hızla aktığını görebiliriz. Çağı ve onun ‘düşünsel mekanizmalarıyla’iletişim
kuracak bir bilgiyi yeniden üretmeden sanayi öncesi toplumların algısına
dayalı, o zihniyetinin kavramlarıyla yeniyle buluşmak ciddi bir sorundur.
Bu, diğer bloglarda bulunan rasgele yanlış bilgilerin değil, verilecek ayrıntıların türüdür. Paylaştığınız bu kadarını takdir ediniz. en iyi beyin cerrahı
YanıtlaSil