Türkiye’nin İslam’ı temsil gücünü açığa çıkarmalıyız
Bu yıl sosyal bilimler alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alan İslam felsefesi profesörü İsmail Kara ile Türkiye’nin İslam’ı temsil gücünü, İslamofobi tezgahının kökenlerini ve düşünce tarihimizi konuştuk…
İsmail Kara hocamızın adını zikrettiğimizde, önce şöyle ceketimizin ön düğmelerini sıkıca iliklemek icap ediyor. Ömrünü çağdaş İslam ve Türk düşüncesine adayan bir ilim insanı kendisi.
İslam felsefesi profesörü İsmail Kara, başta üç ciltlik Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi adlı hacimli eseri olmak üzere, alanında sayısız araştırma ve inceleme kitabına imza attı. Birbirinden lezzetli, ruha dolaysız temas eden denemeler kaleme aldı. Sosyal bilimler alanında, kültür hazinemize sayısız katkılarda bulundu. Ve soyadı bellediği mütevazılığıyla olması gereken yerde olup, 'görünmek'ten her zaman geri durdu.
Bu yıl sosyal bilimler alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü alan değerli hocamız İsmail Kara'yla Türkiye'nin İslam'ı temsil potansiyelini ve gücünü, yaygınlaşan İslamofobinin altında yatan gerçekleri ve düşünce tarihimizin detaylarını konuştuk…
- Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü aldınız bu yıl sosyal bilimler dalında. Bu ödül özelde sizin, genelde Türkiye için ne ifade ediyor?
- Ben Karadenizliyim ama ilim ve fikir sahasının iddia kadar tevazu da gerektirdiğini erken fark ettim diyebilirim, biraz da Nurettin Topçu hocayı genç yaşlarda tanımak sayesinde oldu bu. Onun için bu tür gelişmelerden önce mahcubiyet duyarım. Vazifesini yapmış olmak ödüllük bir şey değil. Diğer taraftan memleketim ve mesleğim zaviyesinden baktığımda aynı zamanda memnuniyet verici buldum. Çalışan çabalayan insanların takdir görmesi her bakımdan iyi bir şey. Hele ilim, fikir ve sanatın…
İLİM, FİKİR VE SANAT TENKİTSİZ OLMAZ
- Nurettin Topçu hocanın sizin ilme ve sosyal bilimlere yönelmenizde ne tür katkıları, yönlendirmeleri oldu?
- Nurettin Bey rahmetli bugün anlaşıldığı manasıyla yönlendiren bir insan değildi, bu onun 'isyan ahlâkı' düşüncesine de aykırı düşerdi.
Başkalarının, cemaatin, cemiyetin, devletin fikirleri ve kabullerinin doğruluğu veya kıymeti baştan değil kişi tarafından sorgulandıktan, tecrübe edildikten sonra ortaya çıkabilirdi ona göre. Şahsiyeti ve yaşama üslubu kadar eserlerinden de çok istifade ettik, ediyoruz.
- İslam ve Türk düşünce tarihi, İslam felsefesi üzerine yoğunlaşmak ve bu alanda ilerlemek nasıl gelişti hayatınızda?
- Yüksek tahsilim sırasında kimseye söylemeden ne yapacağıma dair bazı kararlar vermiştim.
Felsefe ve tasavvufla da irtibatlı olarak kelam sahasında çalışmayı düşünüyordum. Sonra bunlardan vazgeçmeden –vazgeçmek fikr-i takibe aykırıdır çünküçağdaş Türk düşüncesi ve çağdaş İslam düşüncesine yoğunlaştım.
Okuduğum kitaplardan, hatırat metinlerinden ilham alarak birkaç şeyi yapmaya çalıştım, hâlâ da çalışıyorum. İlim, fikir ve sanat tenkitsiz olmaz ve gelişmez, bunun bir devamı olarak "Hocaefendi, üstat böyle dedi" ile yetinilmez.
Emek verdiğim sahalar olarak çağdaş İslam ve Türk düşüncesinin, İslamcılık hareketinin, Cumhuriyet ideolojisinin yer yer sert sayılabilecek tenkitçilerinden biriyim aynı zamanda. Bu iki ilkenin hakkını verebilmek, aynı zamanda bilgi ve değerlendirmelerimi de sorgulamak için çabalıyorum. Talebeliğimiz devam ediyor, hamdolsun.
- Batı'da çağdaş İslam düşüncesini Osmanlı'dan dolayısıyla Türkiye'den bağımsız, daha çok Mısır'a dayandırarak anlatma çabası olduğunu dile getiriyorsunuz.
Bu kasıtlı bir eylem mi sizce? Neler var arkasında?
Burada bizim çalışmalarımızın ve çalışmalarımızı dünyaya duyurmada eksikliklerimizin de etkisi olabilir mi?
- Bana sorarsanız bu oryantalistik çalışmaların ve sömürgecilik faaliyetlerinin beklenebilir bir neticesi. Osmanlı Devleti'ni, hilafeti ve İslam dünyasına nüfuzu olan bir siyasi gücü tasfiye etmek, zayıflatmak için yapılması gereken şeylerden biri de İstanbul'un, Türkiye'nin çağdaş İslam düşüncesinin merkezi olmaktan çıkarılmasıdır. Bunu başardılar. Bu işin dışarı ile, Avrupa ile alakalı kısmı. Ben diyorum ki aynı zamanda Türkiye'yi tasfiye etmeye yönelen bu yaklaşımı Türkler, Türk üniversiteleri, fikir adamları, hatta İslamcılar niçin kabul etti ve benimsedi, hâlâ kabul ediyor ve benimsiyor?
Burası bizim için daha önemli.
KRİZİ İMKANA ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYORUZ
- Türkiye'nin İslam alemindeki yeri nedir hocam sizce? Temsil gücü ve bir araya getirici olarak… - Türkiye'nin İslam dünyasındaki potansiyel gücü ile fiili gücünü birbirinden ayırarak ele almak lazım. İslam dünyasının siyasi elitlerinin ve entelektüellerinin esas itibariyle Türkiye'ye yakın olmadığını söyleyebiliriz.
Yakın olanlar istisnadır. Bunun tarihi sebepleri var, İngiltere, Fransa ve Batı Avrupa merkezli yetiştirilme ve yönlendirilme biçimlerinin burada etkisi var. Türkiye de 1924-1946 arasında İslam dünyasıyla hayli mesafeli durmuştur. Bu biraz da Cumhuriyet ideolojisinin İslam'ı paranteze alma düşüncesi ve politikalarıyla alakalıdır. 1976 yılından Arap Baharı denen kanlı tecrübeye kadar epeyce mesafe alınmıştı. Yalnız alınan bu mesafe büyük ölçüde siyasi ve ticari bir karakterdeydi, Türkiye'den İslam dünyasına fikri ve entelektüel akış hemen hiç olmamıştır.
Bugün de yoktur desek yanlış olmaz.
- Türkiye'ye doğru bir akış oldu mu?
- Mısır'dan, Pakistan'dan, sonra İran'dan Türkiye'ye ciddi bir din-i-fikri akış olmuştur.
Niçin? Şimdi yeni ve ciddi bir kriz içinde olduğumuzu düşünüyorum. Krizi imkâna çevirmeye çalışıyoruz. Fakat Türkiye'nin Müslüman ülkelerin halkları nezdinde derin ve ciddi bir karşılığı var. Bu umumiyetle müsbettir ve bu damarı tekrar hareketlendirerek yeni şartlarda yeni ve daha güçlü ilişkiler kurmak lazım. Mutlaka fikri ve entelektüel akışın kanallarını kurarak ve işleterek… Bu konuda Türkiye yetersiz veya pasif kaldı diye düşünüyorum.
Son yıllardaki bazı teşebbüsler de akim kaldı maalesef.
İSLAMOFOBİNİN KARŞISINA İLİMLE ÇIKMALIYIZ
- İslamofobinin altında sizce nasıl bir plan yatıyor?
Bugüne gelene kadar neler yapıldı, nasıl bir yol izlendi?
- İslamofobi İslam'a ve Müslümanlara karşı iyi planlanmış ve organize edilmiş bir proje ve eylemdir. Düne kadar İslam dünyasının, Müslümanların pasifliğinden, vurdumduymazlığından, mütevekkilliğinden, itaat ve biat kültüründen bahseden Batılılar, oryantalistler ne olduysa İslam'ı, Müslümanları aktif eylemlerle, şiddetle, terörle tanımlamaya ve göstermeye başladılar. Kendileri açısından haksız değiller. Çünkü modern dünyanın, kapitalizmin karşısında potansiyel tek güç olarak İslam duruyor.
Bu bile onların saldırganlıkları için yeter sebeptir. Bernard Lewis'in son eserlerini hatırlayın. Bana sorarsanız bunlara karşı "İslam şiddet dini değildir" cümleleriyle başlayan savunmacı yaklaşımlar aslında onların söylemine bir şekilde katkıda bulunur. Aktif bir söylem ve tutum geliştirmek gerekir. Bu da ilim ve fikirle, aynı zamanda güçle olur. Entelektüel gücü yeteri kadar önemsediğimiz söylenemez.
BENDE İZ BIRAKANLARIN PORTRELERİNİ YAZDIM
- Sizin akademik çalışmalarınızdan ayrı olarak bir de zevkle okunan deneme metinleriniz ve hatıratportre çalışmalarınız var. Geçen ay çıkan son kitabınız Dağ Ne Kadar Yüce Olsa da portre kitaplarınızın ikincisi. Kimler var bu kitapta?
- Turgut Cansever, Orhan Okay, Ayşe Şasa, Bekir Topaloğlu, Necla Pekolcay, Selçuk Eraydın gibi zevatın, hocalarımızın bende bıraktıkları izlerle, hatıralarla kurulmuş uzun portreleri var. Annemin ve babamın da… Hatırat, portre, biyografi meraklılarının zevkle ve istifade ederek okuyacaklarını umarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder