Tefekkür Medeniyetimiz
O kadar Devlet
Özet
2200 yılı aşan kadim tarihimize uzandığımızda, alemlerin yıldızları gibi sonsuza kadar parlayacak olan on Muhteşem Mütefekkir; bizleri bugünlere taşımış ve 3000'li yıllarda da yolumuzu, yönlerimizi aydınlatacak olan; sönmeyen ufuklarımız, sancaklarımızdır.
1- Oğuz Kağan
2- Bilge Tonyukuk
3- Yusuf Has Hacip
4- İmam-ı Azam Ebu Hanife
5- Nizamülmülk
6- Fatih Sultan Mehmet Han
7- Yavuz Sultan Selim Han
8- Katip Çelebi
9- Evliya Çelebi
10- Mimar Sinan
Çağlar aşan Mütefekkirlerimiz;
Tefekkür Medeniyetimizin hasımları ise gelinen noktada;
-------------------------------------------------------------------------------------------
1- Oğuz Kağan, MÖ 234-174
Vizyonuyla, Oğuz Türklerini Tuna boylarına ulaştıran, Akdeniz'i Türk gölüne dönüştüren Kurucu ATA'MIZ.
Misyon: “Daha deniz, daha müren (ırmaklar) / Güneş bayrak, gök kurikan (çadır)”
Üzerinde güneş batmayan, göğün altındaki her yer evimiz, vatanımız; DÜNYA DEVLETİ
Vizyon: Dünya Devleti, Oğuz Birliği, Töresi
Rakip: ÇİN
Oğuz Kağan Destanı
2- Bilge Tonyukuk, 646-724
Bilge Kağan'ın önerisine karşı geldi; Çinlileşmeyi önledi
Misyon: “Birlik olun, bir olun ki, dirliğiniz bozulmasın”
Vizyon: Tonyukuk Yazıtı
Rakip: ÇİN
Video: Tonyukuk Yazıtları
3- Yusuf Has Hacip, 1017 - 1077
İlk Anayasamız'ın Müellif Mütefekkiridir.
Misyon: Kutadgu Bilig (Bilginin Kutsallığı)
Vizyon: Türk Devlet Felsefesi
Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür;
Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.
İnsan sözünü diliyle söyler;
sözü iyi olursa yüzü parlar
Video: Asya'nın Kandilleri: Yusuf Has Hacib
4- İmam-ı Azam Ebu Hanife, 699 -767
Hanefi mezhebinin kurucusudur. Horasan Türklerindendir. Akıl ile İmanı meczetmiştir.
Kuzey İslam'ı (Hanefilik) çizgisi
Maturidilik (844-944) ile inanç yönü derinleşmiştir.
Hanefi mezhebi dört Sünni mezhebin nüfus açısından en genişidir. Takipçileri tüm İslam aleminin yaklaşık %56'sını oluşturmaktadır.
Misyon: İman ve Akıl
Vizyon: Hanefilik
"Eğer bilmediklerim ayağımın altında olsaydı, başım, göğün en yüksek katına değerdi."
5- Nizamülmülk, 1018 -1092
İkinci Anayasamız'ın Müellif Mütefekkiridir, Acemleşmeye mani olmuştur.
Misyon: Devletin Nizamı (Nizamül Mülk)
Vizyon: Siyasetname
Rakip: İRAN
"İlmin değeri de diğer mumların kendisinden ışık aldığı enerji kaynağına benzer."
6- Fatih Sultan Mehmet Han, 1432-1481
Doğu Roma'nın fethini tamamlamış dünya Başkenti İstanbul'un Fatihi, Evladı Fatihanların Evliyası..
Misyon: Daima!
Vizyon: KızılElma/Fatih Kanunnameleri
Rakip: ROMA/AVRUPA
II._Mehmed
7- Yavuz Sultan Selim Han, 1470 - 1520
İstanbul’un fethi ile Fatih, patrikhaneyi; Yavuz Sultan Selim ise kutsal toprakların, Şam, Kahire ve Kudüs’ün fethiyle Hilafeti Osmanlı’ya katarak, evrensel bir cihan devleti kurmuşlardır.
Misyon: AAA (Avrupa, Asya, Afrika). Üç Kıtada Devleti Ali.
Vizyon: Hilafet
Hilafet== Liderlik
Rakip: İRAN
Soru: Yavuz Sultan Selim neden DOĞU'ya
yönelmişti?
org/wiki/I._Selim
8- MİMAR SİNAN, 1489-1588
Dünyanın en büyük yapı sanatçılarından.
Mimar Sinan 81 camii, 51 mescit, 55 medrese, 26 darül-kurra, 17 türbe, 17 imarethane, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser yapmıştır.
Ayrıca, Edirne ilindeki Selimiye Camisi Dünya Kültür Mirası listesindedir.
« "Bu değersiz kul, Sultan Selim Han'ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbula dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım " » (Tezkiretü'l Bünyan ve Tezkiretü'l Ebniye[15])
9- KATİP ÇELEBİ, 1609-1657
İlk Garbiyatçı.
Bunlara karşın uzun süreden beri hakkında tartışmaların yapıldığı Kâtip Çelebi iki alanda üzerinde yeterince durulmadığı anlaşılmaktadır. Bunların ilki metodolojinin ve kaynakları, diğeri ise Avrupalı bir çağdaşı ile mukayesesidir.
Kâtip Çelebi’nin döneminde ve sonrasında skolastisizmin kullanımı devam ederken Avrupa’daki metodolojik devrim belki de Kâtip Çelebi ile sınırlı kalmış olmalıdır. Zaten, Kâtip Çelebi’yi de pek çok kişi için özgün kılan durum, onun bu metodolojik farklılığıdır.
Avrupa’daki kutsal metinlere sıradan kimselerin doğrudan teması meselesiyle başlayan Rönesansın aslında bir metod değişikliği olduğunu anlamak gerekir.
Avrupa’daki skolastik metodun Reform ile değişime tabi tutulması genel kabullerin değil ama gözlem sonucunda elde edilen bilginin önünü açmıştır.
Bu husus, Kâtip Çelebi üzerinden siyasi olmaksızın tartışılmamıştır. Kâtip Çelebi’nin mukayese edilmesi gereken diğer alan ise ilgili dönemde gelişen bibliyografist akımdır.
Seferler esnasında gördüğü ve künyelerini kaydettiği eserlerle neredeyse doğunun tüm yazmalarını listelemiştir.
Avrupa’daki merak zamanla gelişerek ilk ansiklopedi ve ansiklopedistlerin ortaya çıkmasına yol açmış olmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise benzerleri bir dönem sonrasında ortaya çıkmıştır.
"Diyorum ki felsefe ve hikmet ilimleri, İslam'ın fethinden sonra, Osmanlı Devletinin orta devrelerine kadar Anadolu'da da faydalı oldu. Bu asırlarda kişinin şerefi, aklî ve naklî ilimlerde elde ettiği bilgiler ve bu sahadaki tahsilinin miktarı ile orantılı idi. Bu asırda hikmet ve şeriatı birleştiren allâme Şemseddin Fenan, Fazıl Kadızâde Rumî, allâme Hocazâde, allâme Ali Kuşçu, Fazıl Ibn Müeyyed, Mirim Çelebi, allâme Ibn Kemal ve Fazıl Kınalızâde gibi derin (fuhûl) âlimler vardı. Kemahzâde bunların sonuncusudur. Gerileme devri başlayınca, bazı müftülerin, felsefeyi tedristen kaldırıp, onun yerine Hidaye ve Ekmel derslerini koymaları sebebi ile ilimlerin rüzgarı durdu. İlimler bütünüyle yok oldu."
"Aklî ve hikmet ilimlerinden bî behre olan, diğer ilimlere tamamıyla vakıf olamaz"
"...Bundan sonra halk arasında şayi olan inkarın aslına gelelim. Sadr-ı Islâmda Sahâbe-i Kiram Hz. Peygamber (S.A.V.)'den ahz ve rivayet ettikleri kitap ve sünnete teşebbüs edip, kavaid-i Islâmiye rusuh ve istihkâm bulmadan gayri ilimlerle meşgul olmayı tecviz etmediler. Onlann vyasaklanması hususunda da şiddet gösterdiler. (...) Zira böyle olmasa halk, Kitabullah ve Sünnet-i Resulillahî hıfzdan kalıp, diğerleri ile meşgul olurlardı. Ve kavid-i Islâmiye bu mertebe rusuh ve istihkâm bulmazdı. Sadr-ı evvelde onlar ol maslahatı gördüler. Sadr-ı sanide ve saliste tabiîn edille-i şeriyyeden ahkam-ı îlâhiyeyi istimbat edüp yazdılar ve çizdiler."
10- EVLİYA ÇELEBİ, 1611-1682
Seyyah;17. yüzyılın önde gelen gezginlerindendir. Kırk yılı aşkın süreyle Osmanlı topraklarını gezmiş ve gördüklerini Seyahatnâme adlı eserinde toplamıştır.
"Seyahat ya Resulallah"
1- Misyoner/Vizyoner Mütefekkirler
2- Devletler, İmparatorluklar
3- Coğrafyalar, Havzalar
Ne kadar tefekkür
O kadar mütefekkir
Ne kadar mütefekkir
O kadar İmparatorluk
O kadar Coğrafya
Hülasa; Güç tefekkürde; mütekamil ve mütefekkir olanda...
2200 yılı aşan kadim tarihimize uzandığımızda, alemlerin yıldızları gibi sonsuza kadar parlayacak olan on Muhteşem Mütefekkir; bizleri bugünlere taşımış ve 3000'li yıllarda da yolumuzu, yönlerimizi aydınlatacak olan; sönmeyen ufuklarımız, sancaklarımızdır.
1- Oğuz Kağan
2- Bilge Tonyukuk
3- Yusuf Has Hacip
4- İmam-ı Azam Ebu Hanife
5- Nizamülmülk
6- Fatih Sultan Mehmet Han
7- Yavuz Sultan Selim Han
8- Katip Çelebi
9- Evliya Çelebi
10- Mimar Sinan
Çağlar aşan Mütefekkirlerimiz;
- Kurucu Misyonu ortaya koymuşlar;
- Tarihten gelen hasımlarımız olan Çin ile İran'ı saf dışı etmişler,
- Avrupa'yı sürekli baskı altında tutmuşlar,
- İman ile Aklı meczedip, İslamiyetin en geniş mezhebini oluşturarak kalplerimizin aynı yönde attığı, gönüllerimizin birleştiği devasa bir coğrafyayı biraraya getirmişler,
- Anayasalarımızı yazmışlar,
- Devlet Nizamını kitaplaştırmışlar,
- Denizler, Irmaklar aşmışlar ve Kıta'ları birleştirmişlerdir.
Tefekkür Medeniyetimizin hasımları ise gelinen noktada;
- tercihlerini Hakimiyet(Hegemonya) yönünde yaparak, muasırrlık boyutunda kısırlaşmış, mütekamiliyet mertebesinden uzak kalmışlar;
- ben merkezli bir Sinosentrik, Aryen, Avro anlayış ile dışlayıcı hüviyet geliştirmişler,
- muhtarını bile seçemeyen köy demokrasisi merhalesine dahi henüz ulaşamamışlar (Çin),
- dini bir sınıfın (mollalar) tasallutunda dini/askeri bir organizasyona dönüşmüşler (İran),
- kendi birliklerini geliştirip büyütürlerken, dışlarına, çeperlerindeki ülkelere sürekli böl/yönet miyopluğu ile kaos ihraç etmişler
- son on yılda Avrupa Birliği'ni Alman Hegemonyası'na dönüştürmüşler (Avrupa),
- tarihten gelen Osmanlı karşıtı Avrupa-İran İttifakı'na Çin'i de ilave ederek, Türkiye'nin bölgesel gücünü hedef almışlardır.
Filozof’un Türkçe karşılığı
BİLGE’dir.
- Roma İmparatorluğu’ndaki “Filozof İmparatorlar” (Marcus Aurelius, Iulianus Apostat)'ın karşılığı, medeniyetimizde Oğuz Kağan, Bilge Kağan ve “Flozof Papalar” (Gerbertus Aureliacensis, Silvester II, Petrus Hispanus II, Ioannes XXI, Enea Silvio Piccolomini, Pius II, Leo XIII)'ın karşılığı Bilge Tonyukuk, Gazali, Nizamülmülk, Yusuf Has Hacib, Kınalızade, Şeyh Edebali, Hacı Bektaşı Veli, Ahmet Cevdet Paşa’dır.
-------------------------------------------------------------------------------------------
1- Oğuz Kağan, MÖ 234-174
Vizyonuyla, Oğuz Türklerini Tuna boylarına ulaştıran, Akdeniz'i Türk gölüne dönüştüren Kurucu ATA'MIZ.
Üzerinde güneş batmayan, göğün altındaki her yer evimiz, vatanımız; DÜNYA DEVLETİ
Vizyon: Dünya Devleti, Oğuz Birliği, Töresi
Rakip: ÇİN
Oğuz Kağan Destanı
- Oğuz Eli: Sağ Kol/SolKol
- Sağ Kol: Bozok (Günhan, Ayhan, Yıldızhan)
- Sol Kol: Üçok (Gökhan, Dağhan, Deniz Han)
Video: Oğuz Kağan Destanı
Video: Oğuz Kağan ve 24 Oğuz Boyu2- Bilge Tonyukuk, 646-724
Bilge Kağan'ın önerisine karşı geldi; Çinlileşmeyi önledi
Misyon: “Birlik olun, bir olun ki, dirliğiniz bozulmasın”
Vizyon: Tonyukuk Yazıtı
Rakip: ÇİN
Video: Tonyukuk Yazıtları
3- Yusuf Has Hacip, 1017 - 1077
İlk Anayasamız'ın Müellif Mütefekkiridir.
Misyon: Kutadgu Bilig (Bilginin Kutsallığı)
Vizyon: Türk Devlet Felsefesi
Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür;
Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.
İnsan sözünü diliyle söyler;
sözü iyi olursa yüzü parlar
4- İmam-ı Azam Ebu Hanife, 699 -767
Hanefi mezhebinin kurucusudur. Horasan Türklerindendir. Akıl ile İmanı meczetmiştir.
Kuzey İslam'ı (Hanefilik) çizgisi
- Türkiye,
- Balkanlar,
- Türkistan (Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan, Afganistan),
- Mısır (bazı bölgeler),
- Ortadoğu'nun kuzeyi (Suriye, Irak, Ürdün),
- Hindistan alt kıtası (Hindistan, Bangladeş ve Pakistan'da),
- Çin'in Sincan Uygur eyaletinde,
- Kafkaslar'da yaygınlaşmış, ortaya büyük bir harita çıkmıştır.
Maturidilik (844-944) ile inanç yönü derinleşmiştir.
Hanefi mezhebi dört Sünni mezhebin nüfus açısından en genişidir. Takipçileri tüm İslam aleminin yaklaşık %56'sını oluşturmaktadır.
Misyon: İman ve Akıl
Vizyon: Hanefilik
"Eğer bilmediklerim ayağımın altında olsaydı, başım, göğün en yüksek katına değerdi."
5- Nizamülmülk, 1018 -1092
İkinci Anayasamız'ın Müellif Mütefekkiridir, Acemleşmeye mani olmuştur.
Vizyon: Siyasetname
Rakip: İRAN
"İlmin değeri de diğer mumların kendisinden ışık aldığı enerji kaynağına benzer."
6- Fatih Sultan Mehmet Han, 1432-1481
Doğu Roma'nın fethini tamamlamış dünya Başkenti İstanbul'un Fatihi, Evladı Fatihanların Evliyası..
Misyon: Daima!
Vizyon: KızılElma/Fatih Kanunnameleri
Rakip: ROMA/AVRUPA
- Gökteki güneş nasıl tekse, dünyada da tek devlet, tek din olmalı.
- İmparatoruna söyle, benim kudretimin ulaştığı yere onların hayalleri bile ulaşamaz!
- İstanbul'un fethi için hazırlıklar sürerken kendisini caydırmaya çalışan elçilere verdiği yanıt
- Baykuştan pervâmız yok, biz şahinler sürüsüyüz.
- Ayrılıp gitmem mümkün değildir. Ya ben şehri alırım ya da şehir ölü yahut diri beni alır. Eğer imparator ayrılıp gitmek isterse kendisine Mora'yı bırakırım, dostluk antlaşması yaparım, oradaki karındaşına başka bir sancağı veririm. Ama şehire barışla girmezsem, savaşla girersem o zaman onu ve bütün soylu, ileri gelenleri ölümle cezalandırırım, geri kalan halkı köle olarak askerlerime dağıtırım. Bana ıssız da kalsa şehir yeter.[2]
- Ey Konstantiniye! Ya sen beni alırsın, ya ben seni alırım!
- İstanbul'un fethi sırasında
- İmkanın sınırını görmek için imkansızı denemek lazım.
- Gemilerin karadan yürütüleceğini söylerken
- Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem, sakalımı kökünden keserim.
- İmkanın sınırını görmek için imkansızı denemek lazım.
- Gemilerin karadan yürütüleceğini söylerken
- Ben dahi kabul ettim ki, Galatalıların ayinleri ve erkânları ne vechile olageldiyse, yine aynı üslûpla devam etsin.
- Hey gâziler! Yürümek gerek. Niçin duralım?
- Şeyhim Akşemseddin Hazretleri ile beraber yaptığım zikrin lezzetine dünyaları bile değişmem. Eğer şeyhim izin verseydi zikir yolunu tercih eder, saltanatı terk ederdim.
- Ceneviz tüccarları serbestçe gezip ticaret yapabilirler. Yeniçeri ordusuna katılmak üzere, çocuklarını almayacağız. Dinimizi kabul etmeyenlere karşı aslâ cebir kullanmayacağız.
- Bütün dünyaya ilan ediyorum ki, Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır. Hiç kimse ne bu insanları nede onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar ve bu göçmen durumuna düşen kullar, özgür ve güven içerisinde hayatlarını sürdürsünler. Ne saltanat eşrafından, ne vezirlerden, ne hizmetkarlardan, ne de Devlet-i Aliyye vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mülklerine ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin ve tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka diyarlardan devletime birisini getirirse onlarda aynı haklara sahiptir.
- Ana, biz İslamiyetin kılıcını elimizde tutarız. Ancak bunca zahmet karşılığında gazi unvanını elde edemeden ölürsem Allah ve Peygamber'in katında yüzlerine nasıl bakarım?
- Trabzon için bu kadar zahmet nedendir diyen Uzun Hasan'ın annesi Sara Hatun'a verdiği cevap
- Allah beni bu şehrin halkının dostu olarak bu zamana kadar sakladı. Biz bu şehrin düşmanlarını yendik ve onların vatanlarını aldık. Burayı Makedonyalılar, Teselyalılar ve Moralılar ele geçirmişlerdi. Bunların biz Asyalılara karşı kötü davranışlarının intikamını aradan birçok devir ve yıllar geçmesine rağmen onların torunlarından aldık.
- Truva harabelerindeyken
- Evet, padişah benim. Ancak siz yine de çiçekleri ona veriniz. Çünkü kendisi benim hocamdır.
- İstanbul'un fethi sırasında orduyu çiçeklerle karşılayan Bizanslıların yanlışlıkla Akşemseddin'e gitmeleri ve onun halka Fatih'i işaret etmesi üzerine.
- Fakirlerin ve yetimlerin kursağından kesilen nimeti ne askerimize, ne ameleme yediririm. Biz has müminleriz, kursağımıza netameli nevale girmez.
- (Bizans İmparatoru'nun, İstanbul’un Fethini engelleyemeyeceğini kestirdikten sonra Fethi geciktirmek için, Hisar inşaatında çalışanlara büyük kafilelerle erzak göndermesi üzerine cevaben)
- İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, kim bu vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister ya da onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir. (Ayasofya Vakfiyesinden)
7- Yavuz Sultan Selim Han, 1470 - 1520
İstanbul’un fethi ile Fatih, patrikhaneyi; Yavuz Sultan Selim ise kutsal toprakların, Şam, Kahire ve Kudüs’ün fethiyle Hilafeti Osmanlı’ya katarak, evrensel bir cihan devleti kurmuşlardır.
Vizyon: Hilafet
Hilafet== Liderlik
Rakip: İRAN
Soru: Yavuz Sultan Selim neden DOĞU'ya
yönelmişti?
- "Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana Hadimül-haremeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetçisi) diyin."
- Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş, Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş…
- "Şâyet askerlerimin torbalarında, geçmiş olduğumuz yerlerden alınmış bir şey bulunsaydı, Mısır Seferi'nden vazgeçecektim!.." (Mısır Seferi'nde rûhunu saran bir endişe üzerine askerlerinin torbalarını, geçilen yerlerden koparılmış meyve var mı, yok mu diye hassâsiyetle aratmasına mukabil.)
- "Gönül ister ki, Afrika’nın kuzeyinden Endülüs’e çıkayım ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul’a döneyim!" (Mısır'ın Fethi’nden sonra, 10 Eylül 1517’de Kâhire’den İstanbul’a dönerken.)
- "Ben pâdişâh olursam, İslâm birliği yolunda ciddiyetle yürüyeceğim; hattâ Mevlâ ruhsat verirse, Hind ve Tûran’a gideceğim ve doğuda da batıda da i’lâ-yı kelimetullâha çalışacağım. Zâlimlere, evlâdım olsa dahî merhamet etmeyeceğim. Zamanımda rahatlık olmayacak, ahâlîye tasallut edilmeyecektir. İşte benim hâlim!.. Biraderim ise, rahatı sever ve yumuşak bir tabîatı vardır. Eğer seferden korkmaz ve çileye tâlib olursanız, bana bey’at ediniz! Aksi halde sultanlık için kardeşim Şehzâde Ahmed’i tercîh ediniz ki, onun zamanında rahat ve safânızla meşgul olursunuz!.." (Tahta dâvet edilip İstanbul’a geldiğinde Yeniçeri Ocağı’nın ileri gelenleri ve devlet ricâline pâdişâh olmadan az önce yaptığı konuşmada hitaben.)
- "Hasan görmüyor musun; önümüzde Allâh’ın Rasûlü Fahr-i Kâinât -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz yürüyor?!. O Âlemler Sultanı yaya yürürken biz nasıl at üzerinde olabiliriz?" (Mısır Seferi’nde Sînâ Çölü’nü geçerler iken Sultan Selim’in atından inip yürümeye başlaması üzerine, askerî erkân, hayret ve dehşet içinde kalırlar. "Atların bile kanının kaynadığı, zor yürüdüğü bu çölde Sultan, niye atından indi, yürümeye başladı?" diye fısıltılar başlar ve akabinde askerî erkân da, mecburen atlarından inip yürümeye başlar. Paşalar, Sultan Selim’in nedimi Hasan Can’a "Ne olur Hünkâr’a sor. Bu acep ne iştir?" derler. Hasan Can da, Sultan Selim’e merakla, bu hâlin neyin nesi olduğunu sorunca Sultan Selim bu yanıtı verir.)
- "Büyük evliyâullâhın meclisinde onlar konuşurlarken başkalarının konuşması -velev cihan pâdişâhı da olsa- uygun düşmez. Biz sultan isek de, böyle mâneviyat sultanlarının himmetlerine her zaman muhtâcız. Şâyet huzûrunda konuşmam gerekseydi, bunu belli ederler ve söz etmemi te’mîn ederlerdi." (Şam’da yetişen tanınmış velîlerden Muhammed Bedahşî’yi ziyâretinde hiç konuşmamış, sadece dinlemiş ve sonra da huzûrundan öylece ayrılmıştı. Beraberinde bulunan devlet ricâli, Sultan Selim’in bu hâline şaşırarak ona: "Sultanım! Sadece dinlediniz. Ne hikmettir ki, bir kelâm bile sarf etmediniz." derler. Sultan Selim onlara bu yanıtı verir.)
- Sanma şâhım / herkesi sen / sadıkâne / yâr olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sadıkâne / belki ol / bu âlemde / dildâr olur
Yâr olur / ağyâr olur / dildâr olur / serdâr olur. (Kendisine hakaret içeren şiirler gönderen Safevi hükümdarı Şah İsmail'e yazdığı şiir. Bu şiir soldan sağa ve yukarıdan aşağıya okunduğunda aynı dizeleri verir. Dünyada benzeri yoktur.).
Dünyanın en büyük yapı sanatçılarından.
Mimar Sinan 81 camii, 51 mescit, 55 medrese, 26 darül-kurra, 17 türbe, 17 imarethane, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser yapmıştır.
Ayrıca, Edirne ilindeki Selimiye Camisi Dünya Kültür Mirası listesindedir.
« "Bu değersiz kul, Sultan Selim Han'ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbula dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım " » (Tezkiretü'l Bünyan ve Tezkiretü'l Ebniye[15])
9- KATİP ÇELEBİ, 1609-1657
İlk Garbiyatçı.
Bunlara karşın uzun süreden beri hakkında tartışmaların yapıldığı Kâtip Çelebi iki alanda üzerinde yeterince durulmadığı anlaşılmaktadır. Bunların ilki metodolojinin ve kaynakları, diğeri ise Avrupalı bir çağdaşı ile mukayesesidir.
Kâtip Çelebi’nin döneminde ve sonrasında skolastisizmin kullanımı devam ederken Avrupa’daki metodolojik devrim belki de Kâtip Çelebi ile sınırlı kalmış olmalıdır. Zaten, Kâtip Çelebi’yi de pek çok kişi için özgün kılan durum, onun bu metodolojik farklılığıdır.
Avrupa’daki kutsal metinlere sıradan kimselerin doğrudan teması meselesiyle başlayan Rönesansın aslında bir metod değişikliği olduğunu anlamak gerekir.
Avrupa’daki skolastik metodun Reform ile değişime tabi tutulması genel kabullerin değil ama gözlem sonucunda elde edilen bilginin önünü açmıştır.
Bu husus, Kâtip Çelebi üzerinden siyasi olmaksızın tartışılmamıştır. Kâtip Çelebi’nin mukayese edilmesi gereken diğer alan ise ilgili dönemde gelişen bibliyografist akımdır.
Seferler esnasında gördüğü ve künyelerini kaydettiği eserlerle neredeyse doğunun tüm yazmalarını listelemiştir.
- Diyarbakır
- Erzurum
- Hamedan
- Bağdat
- Halep
Avrupa’daki merak zamanla gelişerek ilk ansiklopedi ve ansiklopedistlerin ortaya çıkmasına yol açmış olmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise benzerleri bir dönem sonrasında ortaya çıkmıştır.
"Diyorum ki felsefe ve hikmet ilimleri, İslam'ın fethinden sonra, Osmanlı Devletinin orta devrelerine kadar Anadolu'da da faydalı oldu. Bu asırlarda kişinin şerefi, aklî ve naklî ilimlerde elde ettiği bilgiler ve bu sahadaki tahsilinin miktarı ile orantılı idi. Bu asırda hikmet ve şeriatı birleştiren allâme Şemseddin Fenan, Fazıl Kadızâde Rumî, allâme Hocazâde, allâme Ali Kuşçu, Fazıl Ibn Müeyyed, Mirim Çelebi, allâme Ibn Kemal ve Fazıl Kınalızâde gibi derin (fuhûl) âlimler vardı. Kemahzâde bunların sonuncusudur. Gerileme devri başlayınca, bazı müftülerin, felsefeyi tedristen kaldırıp, onun yerine Hidaye ve Ekmel derslerini koymaları sebebi ile ilimlerin rüzgarı durdu. İlimler bütünüyle yok oldu."
"Aklî ve hikmet ilimlerinden bî behre olan, diğer ilimlere tamamıyla vakıf olamaz"
"...Bundan sonra halk arasında şayi olan inkarın aslına gelelim. Sadr-ı Islâmda Sahâbe-i Kiram Hz. Peygamber (S.A.V.)'den ahz ve rivayet ettikleri kitap ve sünnete teşebbüs edip, kavaid-i Islâmiye rusuh ve istihkâm bulmadan gayri ilimlerle meşgul olmayı tecviz etmediler. Onlann vyasaklanması hususunda da şiddet gösterdiler. (...) Zira böyle olmasa halk, Kitabullah ve Sünnet-i Resulillahî hıfzdan kalıp, diğerleri ile meşgul olurlardı. Ve kavid-i Islâmiye bu mertebe rusuh ve istihkâm bulmazdı. Sadr-ı evvelde onlar ol maslahatı gördüler. Sadr-ı sanide ve saliste tabiîn edille-i şeriyyeden ahkam-ı îlâhiyeyi istimbat edüp yazdılar ve çizdiler."
10- EVLİYA ÇELEBİ, 1611-1682
Seyyah;17. yüzyılın önde gelen gezginlerindendir. Kırk yılı aşkın süreyle Osmanlı topraklarını gezmiş ve gördüklerini Seyahatnâme adlı eserinde toplamıştır.
"Seyahat ya Resulallah"