http://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimkaragul/tarih-ve-cografya-bizi-cagiriyor-nufuz-casuslarinin-isi-bitti-entelektuel-seferberlik-zamani-2040891
İbrahim Karagül
Tarih ve coğrafya bizi çağırıyor: Nüfuz casuslarının işi bitti, entelektüel seferberlik zamanı
İbrahim Karagül
Tarih ve coğrafya bizi çağırıyor: Nüfuz casuslarının işi bitti, entelektüel seferberlik zamanı
02 Kas 2017, Perşembe
Tarih ve coğrafya bizi çağırıyor. Geçmişimiz, büyük hesaplarımız, büyük iddialarımız, coğrafya ve dünyaya dönük tezlerimiz bizi çağırıyor.
Güçlü bir gelecek kuracaksak, Türkiye’yi yeni vesayet girişimlerinden koruyup o defteri sonsuza dek kapatacaksak, ülkemizin bu büyük yürüyüşüne karşı içeride örgütlenen direnci aşıp dünyaya yöneleceksek, yeni bir yükseliş çağı başlatacaksak, geleceğin küresel iktidar alanını şekillendirecek ana aktörlerden biri olacaksak tarihin, coğrafyanın çağrısına uymak zorundayız. Kendimizden, geçmişimizden, bizi biz yapan siyasi havzamızdan güç devşirmek zorundayız.
Tarih yapıcı rolümüze dönmek, zihnimizi Anadolu sınırlarının ötesine taşımak zorundayız. İçerideki direnci de, dışarıdan çevreleme girişimlerini de bu güçle, bu donanımla aşmak zorundayız.
“Türkiye’yi durdurma” projesi: Biz büyüdükçe kavgalarımız da büyüyor
Tam da bu dönemde, ülkemizin büyük yürüyüşü karşısında “masum gerekçelerle” bile olsa tavır alan kişi ve çevrelerin, hareketlerin, örgütlenmelerin aslında bir “dış müdahale” olduğunun bilincine varmak zorundayız. 15 Temmuz saldırısının devamı niteliğindeki bütün girişimlerin geleceğimizi karartmaya ayarlı olduğunu, ülkemizi durdurmaya ayarlı olduğunu, küresel ölçekte “Türkiye’yi durdurma” gibi bir projenin var olduğunu, bugün bizi dar alanlara hapsetmeye dönük çabaların işte bu projenin uzantıları olduğunu bilmek zorundayız.
Türkiye büyüdükçe iddialarının da, kavgalarının da büyüdüğünü anlamak, bu kavgaları göze almak zorundayız. Böyle bir dönemde, Türkiye kaçınılmaz büyük kavgalarla yüzleşirken direncimizi zayıflatan, zihnimizi bulandıran, şevkimizi kıran, küçümseyici bir dille Türkiye’ye çamur atan, geçmişin zayıflıklarını bugüne taşıyıp umutsuzluk yayan herkese, her çevreye, her ülkeye karşı teyakkuz halinde olmak zorundayız.
Yüzyılın rövanşı ve yeni yükseliş: Bu sefer iddialarımızla var olacağız
Siyasi tarihimizin en şiddetli hesaplaşmalarıyla yüz yüzeyiz çünkü. Bu hesaplaşmayı bugün yapmazsak, var olanla yetinmeyi veya bir gücün kanatlarına sığınmayı tercih edersek büyük dönüşümü kaybedeceğiz, yüz yıl sonra yakaladığımız fırsatı heba edeceğiz. Bizi tarih dışına itecekler ve geleceğin dünyasında bir “cephe”, bir “garnizon” olma dışında bir rolümüz olmayacak. Yeniden yirminci yüzyıla mahkum edileceğiz, bilelim.
Birinci Dünya Savaşı, en sarsıcı yıkımlarımızdan biriydi, bir tarih dönüşüydü. Kaybettik, Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına kadar bütün coğrafya kaybetti. Bu kaybediş yüz yıl sürdü. O zaman zayıflayan, gerileyen, direncini kaybeden bir ülkeydik.
Yüz yıl sonra bugün, bir kez daha önümüze çıkan tarih dönüşünde, bu sefer yükselen, ayağa kalkan bir ülke olarak varız. İddialarımızla, hedeflerimizle varız. Aynı coğrafyada umut olarak varız. Aynı kuşakta, ülkeden ülkeye yayılacak bir duruş, bir yükseliş, güçlü bir siyasi söylem, bir özgüven olarak varız.
Bir Selçuklu olarak, bir Osmanlı olarak, bir Cumhuriyet olarak…
Bu dönüşüm, bu yeni yükseliş dönemi uzun soluklu olacak. Hiçbir güç, hiçbir çevre hiçbir siyasi hareket bunu durduramayacak. Sadece Türkiye’ye bakarak değil, dünyaya, değişimlere, büyük güç kaymalarına bakarak anlayabiliyoruz bunu.
Asya hızla yükselirken, Doğu yeniden ayağa kalkarken, güç ve refah Doğu’ya kayarken, Atlantik merkezli küresel hegemonya tarihe gömülürken, “Yeni Roma” denemeleri hüsranla sona ererken, Batı’nın söz ve etki gücü kendi coğrafyasına çekilirken, güç haritası yeniden çizilirken, ABD ve Avrupa’ya karşı küresel ölçekte cepheler oluşurken, “eski dünya” bütün bilgeliğiyle ve tecrübesiyle yeniden dirilirken, gizli bir intikam gibi öne çıkarken işte biz tam da bu sırada tarih sahnesine yeniden hazırlanıyoruz. Bir Selçuklu olarak, bir Osmanlı olarak, bir Cumhuriyet olarak hazırlanıyoruz.
Biz yükselirken onların çöküşünü izleyeceğiz..
Biz yükselirken, yüz yıl önce bize bunları yaşatanların gerilemesini, çöküşünü izliyoruz. Daha düne kadar bize emir, talimat verenlerin, rol dayatanların, içerideki nüfuz casusları üzerinden akıl satanların çaresizliklerini, tükenmişliklerini izliyoruz. O akıl satanların nasıl sustuğunu, sözünün tükendiğini, etkilerini kaybettiğini örüyoruz. Patronlarının nasıl sessizleştiğini, kendi sorunlarıyla yüzleştiğini, artık Türkiye’ye ayar veremez hale geldiklerini izliyoruz.
Dikkat edin, yeni dünya bir kez daha tarih yapıcı milletler üzerinden şekilleniyor. Bugünkü ittifaklar, ulus üstü kurumlar ve örgütler dağılıyor. Bugün hala varlığını devam ettiren çokuluslu yapıların birçoğu kısa zamanda varlığını kaybedecek.
Her ne kadar sermaye ve teknoloji öne çıksa da, yeni küresel sistemi belirleyecek ülkelerin, milletlerin tamamı kendi coğrafyasına, tarihi iddialarına ve tezlerine dönüyor. Siyasi tarih kadar kültürel tarih, medeniyet kimliği öne çıkacak. İmparatorluk geleneği olan ülkelerin tamamı buradan güç devşirmeye yöneldi.
Avrupa kendi “Ortaçağ”ına dönüyor: Derebeylik dönemi
Artık ABD tek başına dünyayı yönetmeye kalkışamayacak. O da kendi coğrafyasına çekilmek zorunda kalacak, zayıflayacak kendi dışındaki güç oluşumlarını kabul etmek zorunda kalacak. ABD içindeki sistemik tartışmanın, bu ülkenin enerjisini büyük oranda boşaltacağını düşünüyorum.
Artık Avrupa Birliği olmayacak. Tek tek ülkeler kendi geleceklerini şekillendirmeye yoğunlaşacak. Buradan bir Kıta Avrupası-İngiltere ayrışması öne çıkacak. Katalonya sadece bir örnek değil, Avrupa’nın geleceğidir. “Avrupa Ortaçağı” bugüne taşınmıştır, mikro milliyetçiliğe bağlı yeni Avrupa haritalarını çok yakında tartışmaya başlayacağız. Faşizmin yükselişi bugünkü Avrupa’nın intiharı olacak. Bizim coğrafyaya taşıdıkları kimlik savaşları onları kendi evlerinde avlayacak. “Avrupa Ortaçağ”ı derebeyliktir, sayısız küçük devlettir.
Yeni arayış Türkiye ile sınırlı değil. Yeni bir dünya şekilleniyor, tarih yapıcı uluslar imparatorluk tezlerine dönüyor. Biz de öyle. Biz de tarihe, coğrafyaya, zengin siyasal mirasımıza dönüyoruz. Çünkü geleceğin dünyası bunlar üzerine biçimlenecek.
Medyamız, aydınlarımız bir adım öne çıkmalı…
Öyleyse, bu yürüyüşün, yükselişin, mücadelenin, hesaplaşmanın çok güçlü adımlarla, güçlü söylemlerle, iddialı kadrolarla, kültürel birikimle beslenmesi gerekiyor. Sadece ekonomik büyüme, sadece siyasi söylem bunun için yeterli olmayacaktır.
Medyamız, aydınlarımız, üniversitelerimiz, sivil toplum örgütlerimiz küresel ölçekte büyük hesaplaşmaya odaklanmalı, Türkiye’nin büyük mücadelesinde yerini almalıdır. Kısır tartışmalarla, boş çekişmelerle, günü kurtaracak çıkışlarla, kıskançlıklarla, küçük çıkar hesaplarıyla, ucuz projelerle üstesinden gelinebilecek bir şey değil bu.
Entelektüel seferberlik başlatmak zorundayız
Türkiye’nin tarihe dönüşü entelijansiyamızda da derin bir dönüşümü hazırlamalı, eskinin nüfuz casusları yerine yerli, Türkiye ve dünyaya bu topraklardan bakan insanların sesi öne çıkmalıdır. Onlar siyasetten, ekonomi çevrelerinden çok daha büyük bir seferberlik başlatmak zorundadır.
Dünyadaki büyük dönüşümü anlayacak, okuyacak, yorumlayacak, buradan bir gelecek perspektifi çıkaracak, Türkiye’nin yolunu aydınlatacak bir mücadele başlatılmalıdır, bir akıl geliştirilmelidir.
Maalesef Türkiye bu alanda çok geridedir. Çok ciddi tartışmalar açılmalı, çok ciddi düşünsel üretim örnekleri ortaya çıkarılabilmeli. Bu yüzden, Türkiye’nin büyük yürüyüşünün altını dolduracak bir entelektüel seferberlik şarttır.
Tarih ve coğrafya bizi çağırıyor. Geçmişimiz, büyük hesaplarımız, büyük iddialarımız, coğrafya ve dünyaya dönük tezlerimiz bizi çağırıyor.
Güçlü bir gelecek kuracaksak, Türkiye’yi yeni vesayet girişimlerinden koruyup o defteri sonsuza dek kapatacaksak, ülkemizin bu büyük yürüyüşüne karşı içeride örgütlenen direnci aşıp dünyaya yöneleceksek, yeni bir yükseliş çağı başlatacaksak, geleceğin küresel iktidar alanını şekillendirecek ana aktörlerden biri olacaksak tarihin, coğrafyanın çağrısına uymak zorundayız. Kendimizden, geçmişimizden, bizi biz yapan siyasi havzamızdan güç devşirmek zorundayız.
Tarih yapıcı rolümüze dönmek, zihnimizi Anadolu sınırlarının ötesine taşımak zorundayız. İçerideki direnci de, dışarıdan çevreleme girişimlerini de bu güçle, bu donanımla aşmak zorundayız.
“Türkiye’yi durdurma” projesi: Biz büyüdükçe kavgalarımız da büyüyor
Tam da bu dönemde, ülkemizin büyük yürüyüşü karşısında “masum gerekçelerle” bile olsa tavır alan kişi ve çevrelerin, hareketlerin, örgütlenmelerin aslında bir “dış müdahale” olduğunun bilincine varmak zorundayız. 15 Temmuz saldırısının devamı niteliğindeki bütün girişimlerin geleceğimizi karartmaya ayarlı olduğunu, ülkemizi durdurmaya ayarlı olduğunu, küresel ölçekte “Türkiye’yi durdurma” gibi bir projenin var olduğunu, bugün bizi dar alanlara hapsetmeye dönük çabaların işte bu projenin uzantıları olduğunu bilmek zorundayız.
Türkiye büyüdükçe iddialarının da, kavgalarının da büyüdüğünü anlamak, bu kavgaları göze almak zorundayız. Böyle bir dönemde, Türkiye kaçınılmaz büyük kavgalarla yüzleşirken direncimizi zayıflatan, zihnimizi bulandıran, şevkimizi kıran, küçümseyici bir dille Türkiye’ye çamur atan, geçmişin zayıflıklarını bugüne taşıyıp umutsuzluk yayan herkese, her çevreye, her ülkeye karşı teyakkuz halinde olmak zorundayız.
Yüzyılın rövanşı ve yeni yükseliş: Bu sefer iddialarımızla var olacağız
Siyasi tarihimizin en şiddetli hesaplaşmalarıyla yüz yüzeyiz çünkü. Bu hesaplaşmayı bugün yapmazsak, var olanla yetinmeyi veya bir gücün kanatlarına sığınmayı tercih edersek büyük dönüşümü kaybedeceğiz, yüz yıl sonra yakaladığımız fırsatı heba edeceğiz. Bizi tarih dışına itecekler ve geleceğin dünyasında bir “cephe”, bir “garnizon” olma dışında bir rolümüz olmayacak. Yeniden yirminci yüzyıla mahkum edileceğiz, bilelim.
Birinci Dünya Savaşı, en sarsıcı yıkımlarımızdan biriydi, bir tarih dönüşüydü. Kaybettik, Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına kadar bütün coğrafya kaybetti. Bu kaybediş yüz yıl sürdü. O zaman zayıflayan, gerileyen, direncini kaybeden bir ülkeydik.
Yüz yıl sonra bugün, bir kez daha önümüze çıkan tarih dönüşünde, bu sefer yükselen, ayağa kalkan bir ülke olarak varız. İddialarımızla, hedeflerimizle varız. Aynı coğrafyada umut olarak varız. Aynı kuşakta, ülkeden ülkeye yayılacak bir duruş, bir yükseliş, güçlü bir siyasi söylem, bir özgüven olarak varız.
Bir Selçuklu olarak, bir Osmanlı olarak, bir Cumhuriyet olarak…
Bu dönüşüm, bu yeni yükseliş dönemi uzun soluklu olacak. Hiçbir güç, hiçbir çevre hiçbir siyasi hareket bunu durduramayacak. Sadece Türkiye’ye bakarak değil, dünyaya, değişimlere, büyük güç kaymalarına bakarak anlayabiliyoruz bunu.
Asya hızla yükselirken, Doğu yeniden ayağa kalkarken, güç ve refah Doğu’ya kayarken, Atlantik merkezli küresel hegemonya tarihe gömülürken, “Yeni Roma” denemeleri hüsranla sona ererken, Batı’nın söz ve etki gücü kendi coğrafyasına çekilirken, güç haritası yeniden çizilirken, ABD ve Avrupa’ya karşı küresel ölçekte cepheler oluşurken, “eski dünya” bütün bilgeliğiyle ve tecrübesiyle yeniden dirilirken, gizli bir intikam gibi öne çıkarken işte biz tam da bu sırada tarih sahnesine yeniden hazırlanıyoruz. Bir Selçuklu olarak, bir Osmanlı olarak, bir Cumhuriyet olarak hazırlanıyoruz.
Biz yükselirken onların çöküşünü izleyeceğiz..
Biz yükselirken, yüz yıl önce bize bunları yaşatanların gerilemesini, çöküşünü izliyoruz. Daha düne kadar bize emir, talimat verenlerin, rol dayatanların, içerideki nüfuz casusları üzerinden akıl satanların çaresizliklerini, tükenmişliklerini izliyoruz. O akıl satanların nasıl sustuğunu, sözünün tükendiğini, etkilerini kaybettiğini örüyoruz. Patronlarının nasıl sessizleştiğini, kendi sorunlarıyla yüzleştiğini, artık Türkiye’ye ayar veremez hale geldiklerini izliyoruz.
Dikkat edin, yeni dünya bir kez daha tarih yapıcı milletler üzerinden şekilleniyor. Bugünkü ittifaklar, ulus üstü kurumlar ve örgütler dağılıyor. Bugün hala varlığını devam ettiren çokuluslu yapıların birçoğu kısa zamanda varlığını kaybedecek.
Her ne kadar sermaye ve teknoloji öne çıksa da, yeni küresel sistemi belirleyecek ülkelerin, milletlerin tamamı kendi coğrafyasına, tarihi iddialarına ve tezlerine dönüyor. Siyasi tarih kadar kültürel tarih, medeniyet kimliği öne çıkacak. İmparatorluk geleneği olan ülkelerin tamamı buradan güç devşirmeye yöneldi.
Avrupa kendi “Ortaçağ”ına dönüyor: Derebeylik dönemi
Artık ABD tek başına dünyayı yönetmeye kalkışamayacak. O da kendi coğrafyasına çekilmek zorunda kalacak, zayıflayacak kendi dışındaki güç oluşumlarını kabul etmek zorunda kalacak. ABD içindeki sistemik tartışmanın, bu ülkenin enerjisini büyük oranda boşaltacağını düşünüyorum.
Artık Avrupa Birliği olmayacak. Tek tek ülkeler kendi geleceklerini şekillendirmeye yoğunlaşacak. Buradan bir Kıta Avrupası-İngiltere ayrışması öne çıkacak. Katalonya sadece bir örnek değil, Avrupa’nın geleceğidir. “Avrupa Ortaçağı” bugüne taşınmıştır, mikro milliyetçiliğe bağlı yeni Avrupa haritalarını çok yakında tartışmaya başlayacağız. Faşizmin yükselişi bugünkü Avrupa’nın intiharı olacak. Bizim coğrafyaya taşıdıkları kimlik savaşları onları kendi evlerinde avlayacak. “Avrupa Ortaçağ”ı derebeyliktir, sayısız küçük devlettir.
Yeni arayış Türkiye ile sınırlı değil. Yeni bir dünya şekilleniyor, tarih yapıcı uluslar imparatorluk tezlerine dönüyor. Biz de öyle. Biz de tarihe, coğrafyaya, zengin siyasal mirasımıza dönüyoruz. Çünkü geleceğin dünyası bunlar üzerine biçimlenecek.
Medyamız, aydınlarımız bir adım öne çıkmalı…
Öyleyse, bu yürüyüşün, yükselişin, mücadelenin, hesaplaşmanın çok güçlü adımlarla, güçlü söylemlerle, iddialı kadrolarla, kültürel birikimle beslenmesi gerekiyor. Sadece ekonomik büyüme, sadece siyasi söylem bunun için yeterli olmayacaktır.
Medyamız, aydınlarımız, üniversitelerimiz, sivil toplum örgütlerimiz küresel ölçekte büyük hesaplaşmaya odaklanmalı, Türkiye’nin büyük mücadelesinde yerini almalıdır. Kısır tartışmalarla, boş çekişmelerle, günü kurtaracak çıkışlarla, kıskançlıklarla, küçük çıkar hesaplarıyla, ucuz projelerle üstesinden gelinebilecek bir şey değil bu.
Entelektüel seferberlik başlatmak zorundayız
Türkiye’nin tarihe dönüşü entelijansiyamızda da derin bir dönüşümü hazırlamalı, eskinin nüfuz casusları yerine yerli, Türkiye ve dünyaya bu topraklardan bakan insanların sesi öne çıkmalıdır. Onlar siyasetten, ekonomi çevrelerinden çok daha büyük bir seferberlik başlatmak zorundadır.
Dünyadaki büyük dönüşümü anlayacak, okuyacak, yorumlayacak, buradan bir gelecek perspektifi çıkaracak, Türkiye’nin yolunu aydınlatacak bir mücadele başlatılmalıdır, bir akıl geliştirilmelidir.
Maalesef Türkiye bu alanda çok geridedir. Çok ciddi tartışmalar açılmalı, çok ciddi düşünsel üretim örnekleri ortaya çıkarılabilmeli. Bu yüzden, Türkiye’nin büyük yürüyüşünün altını dolduracak bir entelektüel seferberlik şarttır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder