Akdeniz (1)
Akdeniz'e hâkim iseniz dünyaya hâkimsinizdir. Akdeniz'de var iseniz dünyada varsınızdır. Dünyayı yönetecek, biçim verecek her şey ya Akdeniz havzasında üretilir, ya da bu havzaya akmak ve kalıcı olmak için dışarıda üretilir ve bu bölge için kullanılır. Akdeniz için üretilen stratejiler her zaman dünyaya nihai şeklini verir. Akdeniz’de güneş gibi doğabildiyseniz dünyanın nabzı elinizdedir.
Akdeniz, tarihin tüm dönemlerinde dünyayı değiştiren konseptlerin, dinlerin, ekonomik, finansal, askeri, siyasi ve kültürel devrimlerin ya doğduğu yer olmuştur ya da bunlar Akdeniz’i bypass edebilmek için üretilmiştir. Ayrıca tarihsel süreçler analiz edilirse, tüm dünya ürettiklerini önce Akdeniz havzasına sonra da Avrupa'ya ulaştırabilmek için mücadele etmiştir ve etmektedir. Dünya, Akdeniz havzasında üretilenin küreye pazarlanabilmesi etrafında döner.
Yukarıdaki aforizmatik cümleler Akdeniz ve dünya tarihi arasındaki korelasyonları çok çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır ve Akdeniz her zaman dünya tarihi demektir. Dünyadaki tüm askeri, siyasi, ekonomik, ticari ve finansal işler Akdeniz’de etkin olma arka planına sahiptir.
Bu açıdan Akdeniz'e baktığımızda; Cenevizliler, Venedikliler, Kartacalılar, Firavunlar, Roma İmparatorluğu, Bizans, Endülüs, Osmanlı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet, yani dünyayı döndüren beyinlerin işletim mekanizması ve yazılımı hep “Akdeniz”i hedeflemiştir, hedeflemektedir.
Akdeniz'i anladıysanız, dünyayı, İngiltere'yi, Osmanlıyı, Roma’yı, Vatikan'ı, Kudüs’ü, Madrid'i, Berlin’i Paris’i, BM, OPEC ve OECD’yi, ASEAN ve AB’yi, Rönesans’ı, reformları, ABD’nin kuruluşunu ve Bağımsızlık Bildirgesi’ni, Fransız İhtilali’ni ve nihayet son 3 bin yılı anlamışsınızdır.
İşte son dönem Afganistan, Irak, Suriye, Çin, ABD, Rusya, AB ve İngiltere ile Türkiye ve İsrail'de ve tüm dünyada olup biteni anlamak için AKDENİZ’in kitabını açıp okumanız gerekir. Onun için böyle bir başlangıç yaptık.
Son 3 bin yıla ve öncesine baktığımızda karşımıza hep büyük Akdeniz resmi çıkmaktadır ve büyük resmin fırçasını elinde tutanlar; uluslararası ilişkilerin, uluslararası ekonominin, uluslararası ve ulusal tüm dinamiklerin enerjisine de hâkimdir.
Fransa, İspanya, İtalya, Bizans, Osmanlı, Almanya, İngiltere ve İsrail, Abbasiler, Emeviler, Persler, Ruslar, ABD, Malta ve Yalta, her şey bu büyük Akdeniz’de pişirilmiş ve dünyaya servis edilmiş, yukarıdaki devletlere devlet vasfını önemli ölçüde AKDENİZ kazandırmıştır.
Kıbrıs'ın, Girit’in, Mora’nın, Malta’nın, Sicilya’nın, Ege Denizi ve adalarının, Süveyş’in, Cebeli Tarık’ın, Mısır’ın, Fas’ın, Suriye’nin İsrail’in Lübnan’ın ve şu anda Afrin’de, Münbiç’te, Kuzey Irak'ta, İran’da, Rusya’da olup bitenin ve ABD Dışişleri Bakanı’nın istifasının ardında AKDENİZ vardır.
Türk Deniz Kuvvetleri’ne yapılanın, Türk ordusuna ve Türkiye’ye kurulan kumpasların ve AK Parti hükümetlerini hedef alan saldırı ve savunmaların hepsinin merkezinde Akdeniz vardır. Onun için 28 Şubat, Balyoz, Ergenekon ve 15 Temmuz’daki darbe vardır.
Akdeniz'i anlamak, dünyayı ve istikbali ve istiklâli anlamaktır.
Pazar günü devam edelim.
Akdeniz (2)
Akdeniz, jeoaskeri, jeopolitik, jeostratejik, jeoticari, teostrateji, jeokültürel ve jeoekonomik önem itibariyle dünyada bir numaradır. 'Ortadoğu' ya da İslami Asya ikinci sırayı ancak alabilmektedir.
Türkiye benzersiz konumuyla 'Akdeniz' denilen bu mega stratejik bölgenin, İslami Asya’nın ve bu iki küresel ölçekteki olağanüstü havzanın, ekonomik, siyasal, finansal, entelektüel ve kültürel hedefi olan Avrupa’nın da kapısıdır. Bu özelliğe bir de enerjinin geçiş yolu olma özelliği eklenince Türkiye bugünün en önemli jeoenerji stratejilerinin de vazgeçilmez güzergâhı niteliğini taşımaktadır. Bu bölge Avrupa’yı ve Batı’yı her zaman şekillendirmiştir ve bu özelliği bugün de artarak devam etmektedir.
Batı'nın dini yapılanmasını belirleyen Ortodoksluk, Protestanlık gibi ana mezhepler yanında yüzlerce ekol ve tarikatı ortaya çıkaran da Akdeniz’dir. Dolayısıyla Batı'nın en az 3 bin yıllık 'Şark Sorunu' adını verdiği coğrafyanın en jeopolitik yerinde olduğumuza göre yaşadığımız bunca etnik, dini, ekonomik, siyasi, finansal, kültürel, askeri ve diplomatik olaylar zinciri gerçekten de sıradanlaşmaktadır. Bu açıdan bakılınca Batı'nın hâlâ en jeostratejik noktası ve kurumu Vatikan'dır. Vatikan’ın konumunu belirleyen daima Akdeniz olmuştur. Akdeniz bu hâliyle hem dinler tarihi, hem siyasi, hem de ekonomik tarihtir. Bu üç tarih dalı da Türkiye’siz bir paragraf içermemektedir.
Latin, Orta ve Kuzey Amerika da Avrupa’nın yansımasıdır. Pasifik, Atlantik Okyanusları, Avrupa’nın en zor zamanlarında kendisine yardımcı bulduğu bir sigorta paneli işlevi görmektedir. Bu panel ABD’nin profili üzerinden artık küresel bir iddiaya da sahiptir. Bu küresel aktör de bugün Akdeniz’e her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktadır. Çünkü Akdeniz’e bu denli mega stratejik panorama veren Karadeniz, Hazar, Hürmüz ve Kızıl Deniz, Türkiye’nin hinterlandıdır. Zaten bu bölgeler, Akdeniz’e Doğu’nun zenginliklerini, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını taşıyan ana arterlerdir. Bu yüzden sağımızda, solunuzda, arkamızda, önümüzde sürekli Batılıları görmekteyiz, haritaya bakınca da görülecektir ki; Batı'nın Doğu'ya ihtiyacı ve hareket yönü zorunlu Doğu olmaktadır. Zaten bu yüzden Çin’in tarihinde Türkler, İngilizler, ABD’liler, Almanlar ve sair Batılı ülkeler vardır ve geçmişte olduğu gibi bu gün de Doğu’da üretilenler Batı’yı radikal değişime zorlamaktadır.
Reform ve rönesans hareketleri analiz edilince görülecektir ki; Doğu’nun Batı’ya akması hep Batı’ya çağ atlatmış ve küresel bir vizyon kazandırmıştır. Bu misyonu Musevilik yaklaşık bin yıl, Türkler ve İslam da yine yaklaşık bin yıl taşımıştır. Bugün de bu iki tarihi portre, Batı’yı ve küreyi biçimlendirecek ana enerji merkezidir. Bu özellik ise Batı’yı Anti Semitik ve Anti İslamik kılmaktadır. Ve batı algılamak istemediği ve aslında çok da bilmediği Yahudileri, Türkleri, Museviliği ve İslam’ı nasıl ele alması gerektiğinin metodolojisini hala oluşturamamıştır. Halbuki Şarkiyatçılık’ı yani Doğu Bilimi’ni ve antropolojiyi, Yahudileri, Türkleri, Museviliği ve İslami Doğu toplumlarını algılamak ve yönetmek için tesis etmişlerdir. Oysa ekonomi, din, finans ya da genel olarak dünyaya her zaman matematiksel bir bakış açısı ile bakamayız.
12 Eylül Darbesi’ni yapan Konsey’in başkanı Sayın Kenan Evren durduk yere bir gün “Eflatun’un Devlet kitabını okuyorum” demişti. Bu 12 Eylül’ü açıklayan en kritik ve en can alıcı cümledir. Sayın Evren, “Aristo’yu okuyorum” dese idi acaba darbeyi yapabilir miydi?
Yarın devam edelim.
Akdeniz (3)
12 Eylül Darbesi’ni yapan Konsey’in başkanı Sayın Kenan Evren durduk yere bir gün “Eflatun’un Devlet kitabını okuyorum” demişti. Bu, 12 Eylül’ü açıklayan en kritik ve en can alıcı cümledir. Sayın Evren, “Aristo’yu okuyorum” dese idi acaba darbeyi yapabilir miydi? Acaba Evren’in mesajı nereye idi? Eflatun ve Aristo, Akdeniz'de ve dünyada ne tür bir rol oynamıştır?
Avrupa'nın, Yunan felsefecilerini Müslüman ve Yahudi âlimler aracılığı ile tanıdığı bir gerçektir. Yunan felsefecileri ve dünyadaki diğer düşünürleri inceleyen Müslüman âlimler, İslam'a muazzam bir çağ yaşatmışlardır. Fakat İslam ülkelerinin ve âlimlerinin, akıl ve bilimden yani Kuran’dan uzaklaştıktan sonraki durumları ortada. “Endülüs’e Ağıt” şiirini bu facianın sembolü olarak nitelendirmek mümkündür.
Bugünkü Batı'nın zihinsel dünyasını, aklını, fikrini ve vizyonunu Aristo oluşturmuştur.Reform ve Rönesans hareketleri Eflatun düşünce ve fikir sisteminin terki ile gerçekleşmiştir. Sayın Evren’in Eflatun’un “Devlet” kitabını okuduğunu deklare etmesi bu açıdan bakılınca olağanüstü bir stratejik noktaya işaret etmektedir. Acaba Sayın Evren bizlerin bilmediği bir hususu mu bilmektedir?
Akdeniz denince dezenformasyonların, manipülasyonların, istihbaratın, tuzakların, hilelerin ve stratejnin zirve yaptığı geniş bir bölgeyi algılamalıyız. Çin ve Japon savaş sanatları ve stratejileri, dünyanın yeni keşfi değildir aslında. Geçmişten bu yana dünya, iktidar, güç, para ve ilim sahipleri için hep bir köy gibi küçük olarak kabul edilmektedir. Akdeniz ve havzası bu açıdan da incelenirse burada yaşayan milletler ve topluluklar, atalarının; hileler, entrikalar, manüplasyonlar, dezenformasyonlar, ekonomik, sosyal, kültürel, dinsel ve strateji konularındaki maharetleri karşısında şapka çıkarmak zorunluluğunu hissedeceklerdir.
Bugün Akdeniz yine yepyeni bir dünyanın resmini çizen fırça işlevi görmektedir, geçmişte defalarca yaptığı gibi… Bugün yine Türkler geçmişteki küresel entrikaları ve planları bozdukları için küresel bir oyun bozucu sicili ve aynı zamanda oyun kurucu geçmişleri ile hedeftedir.
Konu Akdeniz ise tarihi, alışılmışın dışında, analitik bir yaklaşımla yeniden okumalı ve en isabetli stratejiler panellerini oluşturmalıyız. Çünkü mevcut süreçler giderek çok fazla manipülatif, dezenformatif, hilekar ve akıl oyunları içerecektir. Sadece Irak Suriye ve Kürt sorunu için dünyada üretilen senaryoları burada sıralamak imkân dışı olacaktır. Oysa bölgede etnikçilik oynayan yerel “aktörler”, bu senaryoların hiç birine dün olduğu gibi bugün de vakıf değillerdir.
Tuz oranı yüksek Akdeniz, sayısız oyunu kaldırma gücünü hala korumaktadır. Bu bölgede etkin olmak isteyenlerin vist oynayan bir oyuncu gibi alarmda, zeki, aşırı dikkatli ve güçlü bir hafıza ile yola çıkmaları zarureti yüksektir.
Büyük olasılıkla Akdeniz’deki mega oyunun startını Dan Brown, Vatikan, Haşhâşiler, İtalya, İspanya ve sanat tarihi üzerinden gayet görkemli şekilde vermiştir. Dan Brown’un romanları, Akdeniz’deki muazzam arka plan içeren devletler oyununun “başlangıç” bölümünün gongunun çaldığını düşündürecek epey veriye sahiptir. İlahi Komedya’nın yazarı Dante’nin Dan Brown’un kitaplarındaki yeri, Da Vinci’nin Şifresi kitabı, Haşhaşiler Örgütü ile ilgili göndermeleri, Avrupa ülkelerine yönelik işaretler, belki zamanın azizliği olsa gerek, Dan Brown romanlarına dokümanter bir özellik kazandırma potansiyeli taşımaktadır. Bu bağlamda Akdeniz’e yönelik senaryoların anlaşılabilmesi için tarihe başka bilim ve sanat dalları açısından da bakmakta büyük faydalar vardır. Zira telefonun, telgrafın, radyonun, televizyonun ve internetin olmadığı zamanların kriptografisi, sanat eserlerinde gizlidir. Cesaretin ve şovalyeliğin, cengâverliğin en üst noktaya ulaştığı bu dönem, aynı zamanda sanat yoluyla da mesajların en görkemli şekilde verildiğini göstermektedir. Dolayısıyla Akdeniz ısınıyorsa dünyanın daha önce almadığı bir şekli alacağını söylemek kehanet olmayacaktır.
Sayın Kenan Evren niye Eflatun’un “Devlet” kitabını okuduğunu beyan eder, Dan Brown niye hep Vatikan'ın koridorlarında gezer ve Akdeniz’in Avrupa yakasındaki sıcacık İspanya’sından dünyaya bakar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder