----------------------------------------------------------
Sosyal Bilimler Liseleri
MEB ben lise yıllarındayken pek de Türk icadı denemeyecek bir girişimde bulundu; Fen Lisesi... Başlangıçta bu bir taneydi ve Ankara’da kuruldu. Öğretmenler bile uzun bir imtihan sürecinden geçiyordu. Sağ-sol ayrımı yapmadan üniversitelerin gözde profesörleri sınav kurullarındaydı. Alınan öğretmenlerin listesine baktığınız zaman ciddi sınavın ne olduğunu anlıyordunuz.
Büyük liselerin tanınmış hocaları fen lisesi öğretmeni olmaya hak kazanmıştı, bizim Ankara Atatürk Lisesi’nin öğretmenleri grup halinde en başta gelendenlerdi. Ne var ki hiçbiri de oraya gitmedi. Öğrenciler çok seçkindi ama seçme sınav notuna bakarak yapılmıştı. En disiplinli öğrencinin alındığı söylenemez fakat Fen Lisesi beklenenin üzerinde başarı gösterdi, Türkiye’nin de tıp, mühendislik ve biyojenetik gibi dallarda atılım yapmasının nedeni bu okuldur.
Türkiye şartlarıyla bir model
Yabancı proje modeli Türkleştirilmiş ve başarıya ulaşmıştı. Onun için Türklüğümüzü gösterdik; az zamanda bunları sulandırmaya başladık ama halen seçkin eğitim kurumlarıdırlar. Bunun alternatifi de düşünüldü; edebiyat liseleri. O yıllarda Murat Katoğlu ve Sina Akşin’in imzasıyla birlikte bu liseler için bir müfredat da öngörmüştük. Kuşkusuz modeli çizerken Batı’da özellikle Alman-Avusturya dünyasındaki hümanist gymnasium’lardan da istifade edilmişti ama Türkiye şartlarıyla bir model çizildi. 30 yıl sonra bu model tekrar ele alındı, tasvip etmediğim bir isim kondu; Sosyal Bilimler Lisesi. Filoloji ve tarih eğitimine gereken önemin gösterilmediği anlaşılıyordu. Ne klasik şark dilleri (Arapça, Farsça) ne de klasik garp dillerinden (Latince, Yunanca) seçme yapılmıştı. Galiba sayıları otuzu geçen bu okullarda Osmanlıca eğitimi tek önem verilen yan. Her şeye rağmen öğrenciler memnundu. Birkaçına konferansa gittim, sorular öğrenciler hesabına iç açıcıydı.
Şimdi okulların kapatılması veya entegrasyonu gibi söylentiler dolaşıyor. Yetkililer kesin bir cevap veremiyor. Kapatılmaları veya başka programlara sözde bütünleştirilerek eritilmeleri MEB’in kalabalık başarısız hanelerinden birine yazılacaktır mutlaka.
-----------------------------------------------------------------
Türkolojinin mimarlarından ölümsüz Jean Deny
26-27 Mart’ta Paris’te Şark Dilleri Okulu ve Ecole Normale Superieure gibi Fransa’nın iftihar ettiği iki önemli kurum Fransız Türkolojisinin ölümsüz siması Jean Deny anısına iki günlük bir toplantı tertipledi. Toplantıya Fransa ve Türkiye’den bendenizin de dahil olduğu meslektaşlar katıldılar.
Jean Deny Polonya asıllıdır. Polonya’nın bütün seçkin aydınları gibi Fransız kültürü ile bütünleşmiş ve Fransa’ya, bu ilmin her hizmetkarının cesaret edemeyeceği bir dalda hayatını vakfetmiştir: Gramer...
Şark Dilleri Okulu 1920 ve 30’larda her şeyden önce Türkoloji dünyasına büyük hizmetler edecek, ilerinin büyük alimi gençleri talebe olarak barındırıyordu. 1930’larda Britanyalı Bernard Lewis oradaydı. Avusturyalı Andreas Tietze orada öğrenciydi. Kafkaslar’ın kabiliyetli genç kızı, Selçuklu dönemi tasavvuf araştırmalarına ve Aleviliğe hayatını adayan Irene Melikoff orada talebeydi.
Bu dahi ve zor talebe takımına Jean Deny Türk dili gramerini öğretiyordu ve o tarihte birtakım Avrupalılar ve pek bir şeyden anlamayan ama söylenen Türk aydınlarının hilafına ünlü açıklamasını yaptı: “Türkçe ilmin ve düşüncenin her sahasında kendini ifade edebilecek düzeyde bir dildir.” Dilbilgisi ve tarihi filoloji alanında pek kimselerin yetişemeyeceği düzeydeki araştırmaları ona bu sözleri söyletmiştir.
Bernard Lewis onun dersleri için “sıkıcıydı” demiştir. Doğru; gramer ne şiirin, ne siyasi yapı tahlillerinin ne de tarih üzerindeki spekülasyonların tadını taşır. Ama en lazım ve en pekin daldır. Maalesef Türk dili dünyası bu dalda henüz verimli çalışmalar ve eserler ortaya koyamıyor. Onun için Jean Deny ölümsüzdür, daha uzun zaman öncülüğünü muhafaza eder.
Bernard Lewis’in ve diğer seçkin talebelerin bayıldığı ve “her şeyi öğretirdi” dediği hoca ise Dr. Adnan Adıvar’dır. Kemalist Türkiye’yi ve Kurtuluş Savaşı’ndaki dava arkadaşlarını terk ederek Paris’de Şark Dilleri Okuluna sığınan Adnan Adıvar için Bernard Lewis, Andreas Tietze ve İrene Melikoff ve Louis Bazin “Muhteşem bir kişilikti, her şeyi bilir ve öğretirdi, hatta Faust bile öğretti. Doğu ve Batı her iki dünyaya da mensuptu ve her ikisinin de efendisiydi” demişlerdir. Galiba Türkiye’de sağcı solcu birtakım adamların bilir bilmez eleştirmekten geri kalmadıkları Dr. Adnan Adıvar için Şark Dilleri okulu, müstesna talebelerinin nezdinde bir nevi adil değerlendirme merkezi olmuştu. Tabii Türkolojinin gerçek mimarlarından birisi sıkıcı (!) gramer hocası Jean Deny’dir.
--------------------------------------------------------
Küreselleşme sadece Amerika ile olmaz
Türkiye’nin yetiştirdiği değerlerden rahmetli büyükelçi Coşkun Kırca ve onun yakın arkadaşı Galatasaraylılar, Fransa ile bir üniversite kurmak konusunda anlaştılar ve kanun metnini Kırca kaleme aldı. Bir ustalık eseridir. Kırca, Fransız üniversitelerinin en büyük zaafını Galatasaray’da önlemek için sınırlı öğrenci kontenjanı getirmiş ve bunu gerek ikili anlaşmada gerekse kanun metninde kesin hükme bağlamıştı. Kurulacak İtalyan üniversitesinin de az sayıda öğrencisi olması gerekir. Yani bu bir butik üniversite olmalıdır. İtalyan profesörlerin mutlaka getirilmesine dikkat edilmelidir.
Bundan başka; Türkiye üniversitelerinin Atatürk’le başlayan ama maalesef devam edemedikleri yani kırılmaya uğrayan beşeri bilimler, filoloji ve tarih geleneğinin bu sayede yeniden canlandırılması umulur. Zira İtalyan akademik bünyesi; İtalya tarihi, klasik diller, hukuk, arkeoloji, sanat tarihi, güzel sanatlar gibi dallarda başarılı eğitim getirebilecek durumdadır. İtalyan dili ve tarihi bizim için fevkalade önemlidir. Tekrar edelim Selçuklu, Osmanlı tarihinin iyi anlaşılması için İtalyan arşivleri ve kaynakları bizim için birinci derecede önemlidir ve ancak bu dalda yetiştirilecek uzmanlar sayesinde araştırılabilir.
----------------------------------------------------------------
Mısır seferi sırasında Nil Deltası’ndaki El-Raşid -ya da Garplıların deyimiyle Rosetta- adlı mevkide bir Fransız subay ve birliği ünlü Rosetta taşını buldular. Üç dilde, yani eski Yunanca, onun tercümesi Helenik çağın Yunan harfli Koptçası ve bu dilin en eski klasik hiyeroglifle yazılmış tercümesi; İskenderiye ve Nil Deltası’nın kozmopolit halkına hitap ediyordu.
Birçok derin bilginin elinden geçen Rosetta taşı çözülemedi. Onu ancak 15 yaşından beri bir filoloji dehası olan Jean-François Champollion çözebildi ve böylece eski Mısır bütün üstünlüğü ve hikmeti ile çağdaş dünyanın öğretmenliğine başladı. Gerçi öğretmenin kaderi öğrencinin kapasitesiyle sınırlıdır.
Bugün bu taş nerededir dersiniz? Ne Mısır müzelerinde ne de Louvre’da; fakat British Museum’da. Yağmacılık ve hırsızlıktan kendini kurtaran yok.
---------------------------------------------------------------
Avrupa'nın yeryüzüne önemli bir katkısı daha vardır; zamanları ve mekanları kontrol etmesini sağlayan filoloji, yani dilbilim... Cizvit rahiplerinin daha ortaçağın sonunda uzak Çin'e ve Japonya'ya uzanmasını sağlayan dil bilgileriydi. Benedicten manastırlarının bazıları filoloji fakültesi gibidir.
-----------------------------------------------------------------
Kaynak: Milliyet gazetesi, Pazar Yazıları, İlber Ortaylı