26 Temmuz 2020 Pazar

Gökalp'in tezleri ve çağdaş Türk gerçekleri.. Düşünenlerin Forumu


Gökalp'in tezleri ve çağdaş Türk gerçekleri

Açık Oturum, “Gökalp’in Tezleri ve Çağdaş Türk Gerçekleri”, (yöneten Ali Gevgili, katılanlar: Mehmet Kaplan, Tarık Zafer Tunaya, Şerif Mardin) Milliyet, 3 Kasım 1974, s.9

Katılanlar: Prof. Dr. Mehmet KAPLAN (İstanbul Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi), Prof. Dr. Tarık Zafer TUNAYA (İstanbul Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi), Prof. Dr. Şerif MARDİN (Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Yöneten: ALİ GEVGİLİLİ

* Ali GEVGİLİLİ – "Ziya Gökalp Türk düşüncesine yaptığı katkılarla varlığını 1970'lerin dünyasında da duyurmaya devam ediyor. XX. yüzyıl başlarının çelişkili ve bunalımlı Türk toplumuna kendisine göre bir sistematik getirmek isteyen Gökalp, kuşkusuz, günümüzde başka bazı özellikleriyle de dikkati çekicidir.

Bunlar, belki de, kendi çağdaşlarının, hattâ bizzat Gökalp'in o sırada önem vermediği ya da birinci derecede ağırlık tanımadığı unsurlar da olabilir.
Bugünkü forumumuz, Ziya Gökalp'in çağdaş sosyoloji, siyasal bilimler ve kültür açısından yeni bir değerlendirilmesini yapmak amacını taşıyor. Gökalp, bize nasıl bir miras getiriyor, bu mirasın olumlu ve varsa olumsuz yönleri nelerdir, buradan nereye gidilebilir, gibi sorular, bu bölümün tartışma konuları olacak.
Sayın Prof. Kaplan, Türkiye'de Cumhuriyet'in ikinci yarı yüzyılı başlarken Gökalp'e yeniden baktığınız zaman onun bize nasıl bir miras devrettiğini görüyorsunuz? Gökalp'in hangi düşünceleri, ne biçimlerde yaşanan güne yansıtmaktadır? Kültür ve iktisat alanlarında Gökalp'in önerileri nelerdir?"

GÖKALP, İŞLENMİŞ BİR ULUSAL KÜLTÜR İSTİYOR
* Prof. KAPLAN – "Bir yazarı birden anlamak çok güç. Hattâ, birkaç kere okuduktan sonra bile anlamak zordur, büyük yazarları. Yaşanılan hâdiseler yazarlara yeni bir gözle bakmayı zorunlu kılar; âdeta hâdiseler, yazarların fikirlerini aydınlatır. Yazarlar hâdiseler de yazarlara yeni bir gözle bakmayı gerektirir. Bu, Ziya Gökalp'in eserleri ve Türk cemiyetine malolmuş fikirleri için de böyledir.
Gökalp'in 1970'lerin Türkiyesinde de aktüel nitelik taşıyan fikirlerinden birisi, kültürle ilgilidir. Bilindiği gibi, Ziya Gökalp, "millî kültür", kendi deyimiyle "hars" kavramını getirmekle gerçekten Türk kültürüne yepyeni ufuklar açmış, yeni kaynaklar getirmiştir. Ve biz halk kültüründen bol bol istifade etmişizdir. Ancak, Ziya Gökalp'in bir fikrini bu esnada unutmuşuzdur. Ziya Gökalp'te, gerçekte, çok geniş bir halk kültürü fikri vardır; fakat Gökalp bu halk kültürünün aranılmasını, aynı zamanda da çağdaş kültürle işlenilmesini ve yeni bir şekle sokulmasını istiyordu. Hattâ dünya kültürüyle beraber ve birarada geliştirilmesi öneriyordu. Buna da hars'tan ayrı bir terim bularak "tehzip" kelimesini kullanmıştır. Gökalp "Türkçülüğün Esasları"nda bu konuya bir bahis ayırmıştı.
Halk kültürünün işlenip zenginleştirilmesi Türkiye'de ihmal edilmiştir ve bugün de ihmal edilmektedir. Radyo, televizyon ve benzerlerinde halk malzemesi hâlâ hiç işlenilmeden, ham malzeme halinde ortaya konuluyor. Gökalp'in istemiş olduğu bu değil… O, halk kültürünün yüksek kültürle işlenilmesini ister.
Batı'da, meselâ, Goethe'nin bir Alman masalından Faust operasını çıkarması gibi, Gökalp'in düşüncesi de hars'ın tehzip vasıtasıyla işlenilmesi gereğini inanır. Gökalp diyor ki:
"Biz, kendi millî kültürümüze ne kadar ehemmiyet veriyorsak, dünya milletlerinin millî kültürlerine de aynı derecede önem vermeliyiz, onlardan istifade etmeliyiz."
Hattâ bu amaçla Ziya Gökalp'in teklifiyle o yıllarda Türkiye'de Telif ve Tercüme Encümeni kuruluyordu. Bu encümen bugün bizim hâlâ başaramadığımız, hâlâ aktüalitesini koruyan şu fikre dayanır:
Batı medeniyetini yaratan milletlerin şaheserlerini, büyük eserlerini Türkçeye çevirmek ve bu suretle kendi millî kültürümüzle dünya kültürü arasında bir senteze ulaşmak…
1970'larda o günlerin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in kısmen başlatmış olduğu Batı dillerinden temel eserleri tercüme fikri, kökünde, Ziya Gökalp'ten gelmektedir. Bu fikir bugün için de aktüeldir; henüz Gökalp'in istemiş olduğu senteze kavuşmuş değiliz. Gökalp… bu cephesiyle aktüalitesini, Cumhuriyetin ikinci yarı yüzyılında da sürdürüyor.

Buradaki sütun yeniden çekilmeli
Gökalp'te, "İktisadi Türkçülük" başlı başına bir bölüm teşkil eder ve Türkiye'ye ışık tutar. Bu bahis, "Türkçülüğün Esasları"nda dört beş sayfa olmakla beraber burada o kadar enteresan fikirler ileri sürülür ki, sanki Türkiye'nin bugünkü ???? cevap veriyormuş gibidir o bölümler… Gökalp eski Türklerin iktisadiyen hakkında 1970'lerde de, geliştirilebilecek olan enteresan yaklaşım içindedir.
Gökalp günümüzde "Karma ekonomi" dediğimiz ekonomisine ????? Türkiye'de ferdi mülkiyeti inkâr etmemekle kendi ağırlığı içtimai mülkiyete veriyor ve kendi mülkiyet'le bir topluma ait ortak milliyet arasında son derece ?????? denge kuruyordu. ??? eski Türklerde mülkiyetin ????? ait olduğunu söylüyor ve şahsi mülkiyet inkar edilmemekle gelecekte de, ağırlığın içtimai mülkiyet yanına ??????? istiyordu.
"Türkçülüğün Esasları"nda Ziya Gökalp, "İktisadi Türkçülük" için şunları söyler:
"Türkler eskiden sahip oldukları iktisadi refaha gelecekte de kavuşmalıdırlar. Hem de ?????? servetler, Salur ?????? zenginliği gibi, ???? . Türkler, hürriyet ve istiklali sevdikleri için, ????? (komünist) olamazlar. ???? eşitliği sevdiklerinden ?????? kalamazlar. Türk kültürüne en uygun olan ??????? yani ?????. Ferdî mülkiyet sosyal dayanışmaya yaradığı ??????? meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdî mülkiyet işaya teşebbüs etmeleri doğru değildir. Yalnız, sosyal dayanışmaya yarayan ferdi mülkiyetler varsa, ??? meşru sayılamaz. Bundan başka mülkiyet yalnız ferdi olmak ???? gelmez. Ferdî mülkiyet gibi, sosyal mülkiyet de olmalıdır. Cemiyetin bir farklılığı veya zahmeti ???? husule gelen ve ???? hiçbir amelinden hasıl olmayan fazla kârlar cemiyete aittir.
Fertlerin bu kârları kendilerine mal etmeleri meşru değildir. Fazla kâr'ların, plus ????'lerin cemiyet namına toplanmayla pusule gelecek büyük kazançlar, cemiyet hesabını açılacak fabrikaların, ???? büyük çiftliklerin sermayesi olur. Bu umumi teşebbüsler'den husule gelecek ???? fakirler, öksüzler, dullar, hastalar, kötürümler, ???? ve ???? için hususi bakım yerleri ve mektepler açılır. Umumi bahçeler, müzeler, ???? kütüphaneler tesis olunur. ????? ve köylüler için ??? evler inşa edilir. Memleket, umumi bir elektrik şebekesi içine alınır. Hülasa, her türlü sefalete nihayet vererek, umumun refahını temin için her ve ???. yapılır. Hattâ bu sosyal servet kâfi miktara yükselince, halktan vergi valmaya da ihtiyaç kalmaz. Hiç olmazsa vergilerin nevi ve miktarı azaltılabilir.
Demek ki, Türklerin sosyal nefkûresi, ferdî mülkiyeti kaldırmaksızın, sosyal servetleri fertlere kaptırmamak, umumun menfaatine sarfetmek üzere muhafazasına ve üretilmesine çalışmaktır.

KÜÇÜK ZANAATLERE DEĞİL, BÜYÜK SANAYİ TÜRKİYESİNE DOĞRU
Türklerin, bundan başka, bir de iktisadi mefküresi vardır ki, memleketi büyük sanayie kavuşturmak'tır. Bazıları, "Memleketimiz bir ziraat yurdudur biz daima çiftçi bir millet kalmalıyız. Büyük sanayi ile uğraşmaya kalkışmamalıyız" diyorlar ki, asla doğru değildir. Gerçekten, çiftçiliği hiçbir zaman elden bırakacak değiliz; fakat çağdaş bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayie mâlik olmamış lâzımdır. Avrupa inkılâplarının en ehemmiyetini, iktisadi inkılâptır. İktisadi inkılâp ise, ilçe iktisadı yerine, millet iktisadının ve küçük zanaatlar yerine büyük sanayiin konulmasından ibarettir.

"MİLLİ İKTİSAT" ANCAK HİMAYE SİYASETİYLE KURULUR
Millet iktisadı ve büyük sanayi ise, ancak himaye usulünün tatbiki ile bize rehber olacak, millî iktisat nazariyeleridir. Amerika'da John Ray ve Almanya'da Frierrich List; İngiltere'de Manchester'cilerin temin ettikleri iktisat ilminin umumî ve milletlerarası bir ilim olmayıp, yalnız İngiltere'ye mahsus bir millî iktisat sisteminden ibaret olduğunu meydana koydular. İngiltere, büyük sanayi memleketi olduğu için, mamullerini dışarıya göndermeye ve dışarıdan iptidaî maddeler getirmeye muhtaçtır. Bu sebeple, İngiltere için faydalı olan tek usul, "Gümrüklerin serbest olması" kaidesi, yani "açık kapı" siyasetidir. Bu kaidenin İngiltere'deki gibi büyük sanayie sahip olamamış milletler tarafından kabul edilmesi, ilelebet İngiltere gibi sanayi memleketlerine iktisatça esir kalması neticesini verecektir. İşte, bu iki iktisatçı kendi memleketlerinin büyük sanayie mâlik olması için çalıştılar ve muvaffak da oldular. Bugün, Amerika ile Almanya büyük sanayi hususunda İngiltere ile boy ölçüşecek bir mertebeye yükselmişlerdir ve şimdi onlar da İngiltere'nin açık kapı siyasetini takip ediyorlar. Fakat, bu devre gelebilmelerinin, yıllarca millî iktisadın himaye usullerini tatbik sayesinde olduğunu da pekâlâ biliyorlar.
İşte Türk iktisatçılarının da ilk işi, evvelâ Türkiye'nin iktisadî gerçeklerini tesbit, sonra da bu objektif tedkiklerden millî iktisadımız için ilmî ve esaslı bir program vücuda getirmektir. Bu program vücuda geldikten sonra, memleketimizde büyük sanayi vücuda getirmek için her fert bu program dairesinde çalışmalı ve İktisat Vekâleti de bu ferdî faaliyetlerin başında umumî bir düzenleyici vazifesini görmelidir."'

DÜNDEN BUGÜNE
Bütün bu görüşler, Ziya Gökalp'in daha yaşadığı günlerde ne kadar ilerisini gördüğünü, aktüel meselelere ne geniş perspektiflere eğildiğini gösteriyor.
Hiç şüphe yok, eserlerini yeniden okumak ve geliştirmek suretiyle Gökalp'te aktüel meselelere ışık tutan daha bir çok enteresan fikirler de bulunabilir.
Çağdaş bir yaklaşımla Gökalp'in bıraktığı fikir mirası, sonuç olarak, önümüze iki temel hedefi koyuyor:
1. Türkiye'nin millî millî kültür hazinesini araştırmalı ve bunları daha yüksek bir seviyeye çıkarmak için çalışacağız. Dünya kültürü karşısında millî esasa dayanan yüksek bir kültür kurmak; millî bir edebiyat, musiki, güzel sanatlar yaratmak zorundayız.
2. Sanayileşmiş fakat Gökalp'in dediği gibi komünist olmayan bir Türkiye yaratmalıyız. Ferdi iktisada önem veren ancak sosyal mülkiyete daha fazla ağırlık tanıyan bir sistem geliştirmeliyiz.
Özellikle sanayileşme sırasında fertlerin hiçbir çabası olmaksızın (mesela köprü yapımı gibi nedenlerle arsa fiyatların yükselmesi ve benzeri yollardan) elde edilen fazla kârlar'ın topluma ait olması lâzımdır. Gökalp'teki sosyal mülkiyet görüşü, bugün için de Türkiye'de aktüel olacak bir fikirdir."

GÖKALP'İN İKTİSADİ GÖRÜŞLERİ, KÜLTÜR KODLARIYLA İLGİLİDİR
GEVGİLİLİ – "Türkiye, Cumhuriyetin ikinci yarı yüzyılı başlarken sosyal ve politik yapısında sanayileşmeye bağlı olarak köklü değişiklikler geçiriyor. Bunlar yeni çelişkiler doğuruyor. O arada, doğu ve batı çelişkisi, din ile pozitif bilimler arasındaki çelişki de sürüp gidiyor. Çağdaş sosyoloji açısından, ölümünün ellinci yılında Ziya Gökalp'in düşünceleri bu sorunlarda hangi özellikleriyle dikkati çekiyor, Sayın Prof. Mardin? Gökalp'te karşılaşılan ekonomik, sosyal, politik düşüncelerin kökleri nerelerde bulunabilir?"
* Prof. MARDİN – "Ziya Gökalp'in yaratıcılığını, elbette, kendi ortamına bağlı özellikleriyle birlikte değerlendirmeliyz. Aslında, bizzat Ziya Gökalp bir sosyal değişme ürünü olarak görülebilir. Oldukça çarpaşık bir olaydır, sosyal değişme… Gökalp'in yaşadığı çağda sosyal değişmenin içinde yeni kurumlar ve yeni fikirler yer almaktadır. Pozitivizm ve Türkçülük burada iki önemli kaynaktı. Ancak, Gökalp'in fikriyatının ortaya çıkışında etken olarak üçüncü bir unsur daha görülür; buna, "kalıcı kültür kodları" unsuru diyebiliriz.
Ziya Gökalp'in iktisadi dünya görüşü, gerçekten de, çok önemli bir yanı ve kendi çağının fikriyatına katkısıdır. Fakat bu görüşün içinde eski Türklerin bir kültür kodunun devamlılığının etkisini görmek de mümkün… Türkler arasında da üleştirici bir geçmiş, böyle bir kültür kodu vardı. Ziya Gökalp'in bu çerçeve içine oturduğunu ve nitekim Gökalp'ten sonra da bugünkü sorunlarımızın bile bazan yine aynı açıdan vazedildiğini görüyoruz. Bu, yalnız bir kişi üstünde değil; o kişinin ifade ettiği fikirler açısından da toplumun aynı sorunları tekrar tekrar az çok aynı çerçeve içinde ele alma eğilimini yansıtır. Ziya Gökalp, iktisadî meseleye yaklaşırken, fikirlerini, geçmişimizden gelen değerli bir kültür koduna dayanarak ifade etmiştir. Ziya Gökalp'ten sonra da iktisadî dünya görüşümüzü aynı çerçeve içinde ifade etmeye devam ediyoruz. Sosyal değişme sonucu olarak Ziya Gökalp'in ortaya çıkan fikirlerin yönüdür, bu.

DİNSEL SORUN HÂLÂ SÜRÜP GİDİYOR
Gökalp'in sentezlerinin bir başkası, dinsel içerik sorunudur. Burada dinsel problemin öne sürülmesi de yalnız Gökalp'in fikirleriyle sınırlı değildir. Osmanlı İmparatorluğu'nun hattâ modern Türkiye'nin de önemli bir başka kültür kodu, dinsel alandaki görüşte ortaya çıkar. Gökalp'in o fikirleri ifade etti diye, bu çerçevenin içindeki içerik ortadan kalkmıyor. XX. yüzyılın yaşadığımız kesitinde de kültürümüzün dinsel içeriği hâlâ tartıştığımız bir konu oluyor ve bir kültür kodunun bu sorunları ısrarla önümüze sürmesi bakımından mesele bugün de sürüp gidiyor. Ziya Gökalp'in bu arada yapmaya çalıştığı sentez, kendi bağımlı olduğu kültür şartlarının içinde denenmiş, yapılmış bir sentezdir. Ama o kültürün ileri sürdüğü unsurlar, bu sentezden sonra da tartışma gündeminden kalkmıyor.

GÖKALP'İN EN İLGİNÇ EKSİĞİ: TOPLUMDA ÇATIŞMAYI DÜŞÜNMEYİŞİ
Ziya Gökalp'in dünyasında ilgi çeken nokta, çatışma fikrinin Gökalp'in dünyasında çok büyük bir yer tutmayışı… Modern toplumlarda ayrı ayrı grupların bazan birbirleriyle bağdaşması mümkün olmayan taleplerin belirebileceği fikri, teorik düzeyde bile olsa Gökalp'te üstünde çok durulan bir yaklaşım tarzı değildir. Bu bir bakıma eksiklik teşkil ediyor. Çünkü modern toplumlarda gruplar arasındaki ilişkilerde bir talep farklılığının doğacağını doğal saymak ve bunu göz önünde tutmak gerekir. Çatışmaların doğacağı varsayımı hoşa gitmeyebilir. O zaman da, çatışmalara karşı getirilebilecek çözüm yollarının neler olabileceğini araştırmak düşer kişiye… Çatışma fikrinden kaçış da aslında bir başka kültür kodudur. Türkiye'de yani hem Osmanlı İmparatorluğu hem de modern Türkiye'de çatışma fikrine çok sempatiyle bakılmamıştır. Çatışma ile ilgili doktrinlerin hiçbir zaman fazla kabulü olmamıştır, bu nedenle… Bunun da çok geriye giden bir temeli bulunuyor. Sorunları çözerken, çatışma unsurunu bir veri olarak almıyoruz. Gökalp de bunu veri olarak almadı. Çatışma'nın düşünülmemesi, Gökalp'in en önemli eksikliklerinden birisi sayılabilir.
Çünkü, bugünkü dünyada gözönünde tuttuğumuz önemli problemlerden birisi, toplum içindeki gruplar arasında zaman zaman talep farklılıklarının doğabileceği ve bu farklılıklardan da çatışmaların ortaya çıkabileceği gerçeğidir."

İDEOLOJİK ALANDA 60 YILDIR KAFALARA O HÜKMEDİYOR

* GEVGİLİLİ – "Sayın Prof. Tunaya, Türk toplumunun ve siyasal yaşamının gelişimi sonucunda Ziya Gökalp'in ve daha genel bir perspektif içinde de İttihat Terakki'nin Jön Türkler'in 1970'lerde nerede oldukları kanısındasınız? 1970'ler ortası Türkiye'sinde Gökalp'te en ilginç biçimlerini bulan düşünceler günün sosyal ve politik gerçekliği içinde ne derecede yaşıyor, ne derecede yenilenmeyi gerektiriyor ya da aşılıyor?"
* Prof. TUNAYA – "Her büyük adam gibi, Ziya Gökalp de, sadece bir insan boyutlarıyla açıklanamayacak kadar büyük bir olaydır. Ziya Gökalp'in yakın tarihimizin en etkin ve en güçlü insanlardan birisi olduğunu kabul etmek gerekir. İdeolojisini 1911'den itibaren ortaya koymaya başladığı kabul edilirse, 63 yıldır Ziya Gökalp'in koymuş olduğu ilkeler içinde yaşıyoruz. Sosyal değer yargılarımızın çok büyük bir bölümü, İttihat Terakki kuşağının ve o kuşağa büyük ölçüde etki yapmış olan Ziya Gökalp'in koyduğu değerlendirmelerdir.
Bir örnek verelim:
Abdülhamit, 1970'ler Türkiyesinde bile tam olarak incelenmiş değildir. Ama O'na "Kızıl Sultan" diyenler, mutlak ve mutlak, İttihat Terakki'nin yorumları, etkisi altında, o kuşağın vucüde getirmiş olduğu eğitim sistemi içinde yetişmek suretiyle bu değerlendirmeye varmışlardır. Sosyal bilimler öğretiminde de öyledir. Karşısına bireyciliği savunan Le Play'ci bir okul çıktığı halde başarı kazanamamıştır ve bütün üniversitemiz yıllarca Ziya Gökalp'in etkisi altında Durkheim'cı sosyoloji öğretimini sürdürmüştür. Ziya Gökalp'in etkinliği, büyüklüğü buradadır.
Ancak, zamanındaki üniversiteyi de düşünmek gerekir. 1916 yılında Meclis'te Maarif bütçesiyle ilgili açıklama yapan Maarif Nazırı, üniversitede basılmış ve basılmakta olan yayınların sayısının 31 tane olduğunu söyler.

ÇOK'TAN TEK'E GİTMEK İSTİYORDU, GÖKALP
Bütün bunlar arasında Ziya Gökalp 63 yıl süresince aynı kalmış bir insan da değildir. Gökalp, kendi kendini değiştirme zorunluğunu duymuş bir kişidir. Malta'dan sürgünden dönüşünde Gökalp'i Türk devrim hareketi içinde görürüz. Bu sefer de Halk Fırkası'nın dokuz umde'sini kaleme alır ve onun ideoloğu durumundadır. Ama o zaman da der ki, 1913'te bir rüya sayılabilen millî devlet işte bugün bir gerçektir.
Bu bakımdan eğer Ziya Gökalp'in bilimsel çizgisi izlenirse, varılacak nokta, Osmanlı İmparatorluğu'nu bile kaale almayan millî bir devlet olmalıdır. Ancak, Ziya Gökalp imparatorluk formüllerinin hiçbirinden vazgeçmediği ve vazgeçemediği için sürekli olarak kendi millî devlet formülünü imparatorluk rejimleri içinde muhafaza etmek istemiş, onlarla bağdaştırma yoluna gitmiştir. Balkan Savaşından sonra Batı parçası olan Rumeli kaybedildi. O zamanlar Araplar Osmanlı devleti içinde bulunduğu için İttihat ve Terakki daha İslâm'cıydı. Fakat gerek Osmanlı'cılığın gerekse İslâm'cılığın arasında Gökalp kendisine yeni bir formül buldu ve Türkçülüğün boyutlarını genişletti. Gökalp, Turan'cılığa bu yoldan varmıştır.
Ziya Gökalp, sosyolojik yapısında, çok'tan az'a gitmek ister. "İttihad-ı anâsır" fikrini yani Osmanlı İmparatorluğu'nu oluşturan unsurların birliği fikrini kabul ediyor; dinlerin, milletlerin bu kadro içinde olacağını onaylıyor; fakat ondan sonra bir tekliğe, bir'e doğru gidiyordu. Yani imparatorluğun kozmopolit ve çoğulcu organizmasını tek hakanın yönetimi altında büyük bir Türk devletine doğru götürmek istiyordu ki, Gökalp'in çelişmeli yönü budur. Kendisinin çevresinde bir okul'un temel unsurları olarak toplanmış bulunan Fuat Köprülü, Ömer Seyfettin, sonradan Tekin adını alan Musevi M. Kohen gibi kişilerle bu Türkçü doktrin geliştirilmiştir. Doktrini geliştirmenin en etkin olayı, Birinci Dünya Savaşı olmuştu.
Ziya Gökalp'in Osmanlı'cılık ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yeni bir hayata kavuşturmakla ilgili fikirleri bugün için geçersizdir. Gökalp'in Türkiye'nin siyasal ve fikir hayatına bugün için geçerli olabilecek yardımı ve katkısı, millî devlet fikrini ve "biz" dediği, "kollektif bilinç"i getirmiş olmasıdır. Bu, o zaman kadar Osmanlı fikir hayatı içinde görülmemiş ve ilk defa yapılan bir deneydi. Millî bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti içinde Ziya Gökalp'in millî devlet kurma girişim ve bu yöndeki ideolojik atılımı değerlendirilebilecek bir durumdadır. Fakat bu da çoğulcu, demokratik bir rejim içinde yapılabilir, değerlendirilebilir.
Sonuç olarak, Gökalp, Türkiye'nin siyasal ve düşünsel gelişmeleri içinde bir kilometre taşı, bir nirengi noktası değerini korumaktadır.
Dünya Savaşı, ekonomik bakımdan da İttihat ve Terakki üzerinde çok etki yapmış bir olaydır. Cephede çarpışan askerlerin ardında büyük bir ihtikâr, yiyicilik meselesi doğmuştur. Bazı kişilerin karaborsa ve ihtikâr yaptıklarını Hüseyin Cahit Bey meclis kürsüsünden yakınarak ve üzülerek anlatıyordu.
Bunlara çare bulmak için ne yapılabilirdi?
İttihatçı Maliye Nazırı Cavit Bey, "Biz, umumî harpte her altı ayda bir Almanya'ya borçlanmak suretiyle yaşıyabiliyoruz" der. Böyle bir durum karşısında, "iktisadî vatanperverlik" ya da "iktisadî Türkçülük" fikrinin bir de bu gerçekler içinde değerlendirilmesi yapılmak gerekir.
Bunun yanı sıra Gökalp'in "iktisadî vatanperverlik" ve "iktisadî Türkçülük" konusunda birtakım çelişkilere düşüp düşmediği de araştırılmalıdır. Gökalp, Turan devletinin kuruluş aşamalarını anlatırken, şube devletlerin kurulmalarını ve bu devletler içindeki sosyo-ekonomik sistemin bolşevik sistemi olmamasını fakat ağalık da bulunmamasını istiyordu. Eşrafa dayanan bir sistem istemediğini de Gökalp açıkça söylemiştir. Bu fikir daha önceleri, 1916-1917'de vardı, Gökalp'de ama yalnız Gökalp iktisadî Türkçülüğü izah etmiş değildir; gerek "İktisat" gerekse "İslâm" mecmuasında çıkmış olan makalelerde Muhittin Bilgen gibi başka Türkçüler de bunu ortaya koymuşlardır

İTTİHATÇI İKTİSAT UYGULAMALARI, GÖKALP'TEN FARKLI…
Ziya Gökalp'in iktisadî fikirlerini ortaya atmasıyla doğrudan doğruya İttihat ve Terakki içindeki bir keşmekeş gözönüne çıkar. Cavit Bey kesinlikle Gökalp gibi düşünmüyordu. Cavit Bey; bütün parlâmentonun bir iktisat profesörü gibi, öğrenci sadakatı ile dinlediği bir insandı. Cavit Bey tamamen liberaldi ve tesanütçülük, aklının ucundan bile geçmemiştir. Gökalp'in iktisadî fikriyatı Kara Kemal Bey'e bağlanabilir. Kara Kemal kurduğu kırk küsur halk şirketiyle ve millî banka fikriyle Gökalp'in iktisadî Türkçülüğüne hizmet etmiş sayılabilir. Gökalp'e en yakın kişi O'dur, ancak bunda bile çok ihtiyatlı olmak gerekir. Demek ki, İttihat ve Terakki içinde en azından üç koldan iktisadî ve ideolojik çeşitlenme görülüyor.
Bütün bunların yanı sıra, Gökalp'in önerdiği çeşitten düzenleyici ve himayeci bir sistemin, tesanütçülük'le ne dereceye kadar bağdaşabileceğini düşünmek zorundayız. Himayecilik ve düzenleyicilik en liberal rejimlerde de ortaya çıkabilen bir sistemdir. Bu sistem tesanütçülükle nasıl bağdaşacaktır? Gökalp'te tesanütçülüğün fazla bir izahını da göremiyoruz. Üstelik, Osmanlı İmparatorluğu içinde "dış sermaye olmadan kalkınamayız" diyen öteki tezlerle Gökalp'in düşünceleri nasıl bağdaşacaktı? Bunlar, kendi ortamı içindeki birtakım çelişmeleri ve çatışmaları gösterebilir.
Ziya Gökalp'in önermiş olduğu fikirlerde, siyasal bakımından, "millî şuur", "millî devlet" meseleleri bir başlangıç noktası olarak ortaya atılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda Ziya Gökalp Bey'in yardımıyla, katkısıyla Türk Ocaklarından, çeşitli cemiyetlerden halka doğru taşan çabalar sonucunda bunlar Türklere kabul ettirilmiş, hazmettirilmiş fikirler ve o fikirlerin değeri hiç kuşkusuz çok büyüktür. Ama bunlarla herşeyin yapılmasına imkân yoktu; zaten Birinci Savaş bu çelişmelerin içindeyken bitti ve tezlerin çelişmeli kısımlarının çoğu da tarihe karıştı. Bize kalan "millî devlet" teziydi.

JÖN TÜRKLER VE İTTİHAT TERAKKİ İDEOLOJİSİ ARTIK ÖLÜYOR
İttihat ve Terakki sadece bir siyasal partinin adı değildir; İttihat ve Terakki bir kuşağın adıdır. Az bilim fakat çok kinle yetişmiş olan bir kuşağın tarihidir. Bu kaşağın bir kısmı bir ara iktidara gelip de muhalefet kabul etmez bir şekilde Osmanlı toplumunun ve devletinin kaderine hakim olunca artık bütün sosyal değerler de partinin Merkezi Umumi'sinden taşmaya başladı. Ama o fikirler ne dereceye kadar kabul edildi?
Bunu bizden sonraki kuşaklar daha iyi bilecektir.
Ne var ki, birçok meselelerde İttihat ve Terakki kuşağının bize öğrettiği şeylerin adeta taklitçisi ve tartışmasız tekrarlayıcısı olmuşuzdur. Ama günümüzde bu akımın, isterseniz bu olayın bittiğine ya da bitmek üzere olduğuna inanıyorum artık… Jön Türklerin sonunda yaşıyoruz. İttihat ve Terakki kuşağı bugün yoktur ve İttihat Terakki kuşağına ve onun değerlerine alışmış insanlar yeni fikirleri biraz zorlukla karşılamaktadırlar. Türkiye'deki büyük fikrî çatışma da bundan çıkmaktadır. Türkiye'de yeni kafalar çıkmak üzeredir ve büyük bir bölümü çıkmıştır da…
Durkheim bugün Fransa'da neyse, Ziya Gökalp ondan biraz fazla olmak üzere Türkiye'de odur. Milliyetçilik, millî devlet gibi kavramların ilk izahlarını ona borçluyuz, fakat iktisadî bakımdan hatta siyasal ve sosyal bakımdan Ziya Gökalp'i bir tarih hazinesi olarak, bir büyük tarihsel anıt olarak kabul etmek lâzımdır. O söyledi diye bunu yapmak değil, fakat verdiği hız ve hareket noktasından heyecan almak suretiyle, onu inkâr etmeyerek, yeni ufuklara doğru gitmek gerekir.

O'NUN İÇİN SON YARGIYI GELECEK KUŞAKLAR VERECEK
Ziya Gökalp aslında yargılanmış bir insandır. Kendisini bir 27 Nisan 1919 günü Divanı Harbi Örfi karşısında bulmuştu. O zaman Divanı Harb Reisi Mustafa Nazım Paşa, "Osmanlılık tabirini niçin kullanmıyorsunuz? Niçin Türk milleti, Türk harsı diyorsunuz? Bu başka unsurları kırmaz mı, darıltmaz mı?" dediği zaman, Gökalp, gayet güzel olarak şunu söylüyordu:
"Bendeniz itikadıma göre Osmanlı tabiri yalnız devletindir, Devleti Osmaniyeye tabiyiz."
Demek ki, Osmanlılığı sadece siyasal bir formül olarak kabul ediyor ve bunu millî bir varlık olarak kabul etmiyordu. İşte bu çok doğru bir fikirdi, fakat Ziya Gökalp yargılandı ve sonra Limni Adasına daha sonra da Malta'ya sürüldü. Yargılanma tamamen İttihatçı düşmanı bir mahkeme tarafından yapılıyordu ve Reis başta olmak üzere mahkeme üyeleri bu muhalefetlerini ve taraflılıklarını açıklamakta hiçbir sakınca görmemişlerdi.
Bu mütarekenin en kötü yönüydü; çünkü mütareke zannediyordu ki, bir ideoloji basit bir boşanma veya çok adî bir hırsızlık olayı gibi muhakeme edilebilir. Oysa, Ziya Gökalp'i ancak bugünkü kuşaklar ve bizden sonra gelecek kuşaklar muhakeme edebilirler. Biz hâlâ belirli etkiler altında kaldığımıza göre onlar kadar tarafsız olamayacağız.
Onun tarihe bıraktığı şeylerin değeri büyük, fakat bunlar hakkında gelecek kuşakların varacakları yargılar çok daha büyük olacaktır."

GÖKALP'İN SENTEZİ: TÜRKLÜK, İSLAMİYET VE ÇAĞDAŞ UYGARLIK

* GEVGİLİLİ – "Sayın Prof. Kaplan, Ziya Gökalp'in Türk toplumu için oluşturmaya çalıştığı sentez nerelere dayanıyor? Yeni Türk toplumsal gerçekleri karşısında Gökalp'te eksik ya da yeni bir yoruma tâbi tutulması gereken görüşler de varsa, bunlar hangileridir?"
* Prof. KAPLAN – "Ziya Gökalp'in ileriye yönelen birçok fikirlerinin yanı sıra içinde yaşamış olduğu devirle de yakından ilgili görüşleri bulunuyor. Gökalp, bugün de değerini koruyan ve daima muhafaza edecek olan, Türkiye için reddedilmesi imkânsız temel fikirler bulmuştur: Türklük, İslâmiyet ve çağdaş medeniyet sentezi, Gökalp'in eseridir.
Gökalp, açık olarak, şunu ortaya koymuştur:
1- Biz Türküz ve daimî olarak Türk kalacağız; Türk dili var, Türk milleti var, Türk kültürü var. Bunlar millî devletin de temelidir.
2- Gökalp, "Biz Müslümanız" der. Fakat Ziya Gökalp İslâmiyet'te de kendine göre bir yorum yapmıştır. Bu tavrı da yine Türk milletinin varlığıyla ilgilidir. Gerçekten, Türk milletine bin yıl tesir etmiş olan İslâmiyet bugün için de, yarın için de değerini muhafaza edecek olan temel unsurlardan birisidir.
3- Gökalp, çağdaş medeniyet, bilim ve teknik sorunlarını ortaya koymuştur. Ziya Gökalp çağdaş medeniyetten söz ederken gayet açık bir biçimde, "ilme dayanan bir toplum" tasavvur ediyor. "Kızıl Elma" adlı uzun şiiri son derece entresan bir fikri ihtiva eder. Ziya Gökalp o şiirinde İsviçre'de, Lozan civarında bir Türk köyü, bir bilim şehri kurar ve bütün Türk âlemine burada yetişmiş olan uzmanları gönderir. Ziya Gökalp, bilimi esas alan bir milliyetçiliğin müdafaasını yapıyordu. Bu fikri de her zaman için değerini koruyacaktır.

GÖKALP, OSMANLI KÜLTÜRÜNE HAKSIZLIK EDİYORDU…
Gökalp'te eksik veya yanlış bulduğumuz fikirler de yok değil.
* Bunlardan birisi, millî devletin temeli saymış olduğu halk kültürüne giderken Ziya Gökalp'in biraz haksız şekilde yüksek Osmanlı kültürünü reddetmesidir. Halbuki, eski yüksek Osmanlı kültürü de halk kültürü gibi aynı toplumun eseridir. Gökalp'in tâbiriyle, yüksek Osmanlı kültürü, halk kültürünün, o çağın şartlarına uygun olarak bir nevi tehzip edilmiş şeklidir; yüksek şekle gelmiş halidir. Yunus Emre, tasavvufu, halk seviyesinde, halk diliyle ortaya koyuyordu. Mevlâna ise, "Mesnevi"siyle, farsça olarak yüksek tabakaya hitap ediyordu ama Mevlâna ile Yunus Emre'nin dünya ve din görüşleri birbirinin hemen hemen aynıydı. Kezâ, Gökalp'in halk musikisini överken, klâsik Türk musikisini reddetmesini doğru sayamayız.
Eski Türk kültürü, halk kültürüyle ve yüksek kültürle beraber o çağın mahsülüdür. Bundan dolayı eskiyi değerlendirirken ikisini beraber değerlendirmek gerekir. Ziya Gökalp'in bu hatâsını Yahya Kemal düzeltmiştir. Türk aydınının bugün hem halk kültürüne, hem de yüksek Osmanlı kültürüne değer verdiğini görüyoruz.

ÇATIŞMAYA YER VERMEMEK, ÇOĞULCU DEMOKRASİYE AYKIRI

* Gökalp'in ikinci eksiği daha önemlidir; Ziya Gökalp tesanüt fikrine birlik fikrine dayandığı için kendisinde çatışma yoktur. Gökalp, bir çatışmanın içinden geldiği ve kendisi karşı fikirlere cevap verdiği için sistemi içinde çatışmaya yer vermemiştir. Gökalp'in düşünce sistemi içine bugünkü çoğulcu demokrasi fikrini yerleştirmek biraz zordur. Ziya Gökalp'in fikirleri tek partiye dayanmakta ve cevaz vermektedir. Nitekim Halk Partisi'nin ideolojisini Ziya Gökalp kurmuştur.
Türkiye bugün yepyeni bir safhaya girmiştir. Herşeyden önce Ziya Gökalp'in ölümünden sonra son elli yıl içinde Türkiye'de büyük bir sanayileşme hareketi görülmüştür. Sanayileşme, kendiliğinden, yeni sosyal sınıfları ortaya çıkarmıştır. Ziya Gökalp'te sanayileşme fikri vardır ama bu bir ideal olarak vardır. Gökalp, sanayileşmenin bütün problemlerini kendi fikir sistemi içinde ele almış değildir. Ziya Gökalp'in sistemine göre çoğulcu demokrasiyi tesis etmek bir hayli güçtür.
Yeni düşünen Türk aydınları için Türklük ile İslâmiyet, İslâmiyet ile çağdaş medeniyet arasında Ziya Gökalp'in kurmuş olduğu bağlantılar da üzerinde durulması gereken enteresan noktalardır. Gökalp Türklük ile İslâmiyeti yan yana getirdiği zaman Türklere mahsus bir İslâmiyet fikri çıkıyor. İslâmiyet niteliği gereği üniversel bir dindi, milliyetçi inkâr ediyordu. Ziya Gökalp çelişen fikirler arasında köprüler kurarken bugün de yeni şekilde araştırmayı gerektiren fikirler ileri sürmüştür. Bazı eserlerinde şamanizme kadar gitmiştir. Oysa şamanizm aşılmış bir merhaledir. Keza çağdaş medeniyet ile İslâmiyet arasında yapmış olduğu köprü de yeniden gözden geçirilebilir.

GÖKALP, AŞILMAYA AÇIK BİR DÜŞÜNÜR

Gökalp elbette ana fikirleriyle reddedilmez; fikirleri bugün de, yarın da yaşayacak olan büyük bir fikir adamıdır. Fakat Türkiye değişiyor; yeni şartlar, yeni fikirler ortaya atılıyor. Gökalp'e gerçekten çok büyük saygı duymakla birlikte ???????? adamı olarak bakamayız. Meselâ Türkiye'nin bugünkü aktüel problemlerine, çoğulcu demokrasi, sanayileşme ve buna benzer problemlere Ziya Gökalp'in sisteminde cevap bulmak oldukça güçtür. Gökalp dayanılacak ve yeniden ondan hız alınarak daha da ileri gidilecek bir atadır bizim için. Ondan daha ileriye gitmek de mümkündür, bu onun hızına da uygundur. Gökalp "Yeni Hayat" adlı kitabında, toplumun, yeni fikirlerle yeni kıymetlerle değişeceğine inanır. Açık olarak, yeni hayatın, eski değerleri reddetmek suretiyle tesis edileceğine kanidir. Dolayısiyle ana fikirleri dışında kendi fikirleri dışında kendi fikirlerinin de aşılmasına prensip itibariyle cevaz vardır Gökalp'te… Böyle bir tavırla ve eğer iyi bir gözle incelenirse, her zaman Gökalp'in düşünceleri arasında bugün yeşertilebilecek yeni bir takım fikirler bulunabilir."

ÇOĞULCU DÜZENDEN OTORİTER REJİME…

* GEVGİLİLİ "Gökalp'e kendi çağdaşları hangi gözle bakmışlardı, sayın Prof. Tunaya? Politik yönden Gökalp'in eksikleri sizce nelerdir?"
* Prof. TUNAYA – "Çatışma kavramı, politik yönden çok doğal ve önemli gerçekten de… İkinci Meşrutiyet 1913 yılına kadar olağanüstü çoğulcu bir toplumdu. Bu toplumda çeşitli fikir akımları vardır ve hepsi de Ziya Gökalp'i bulsalar bir kaşık suda boğacaklardır. Sözgelişi, Celâl Nuri Bey'e göre "bir delidir" Ziya Gökalp; tımarhaneye koymak gerekir. Babanzade Ahmet Naim Bey Gökalp'in düşüncelerine "dinsizlik" diyecek neredeyse; İslâmda davayı kavmiyet, yani milliyetçilik, ümmetçiliğe ve İslâmcılığa tamamen karşı olduğu için Gökalp'in düşüncelerine "dinsizlik" diyecek neredeyse; İslâmda davayı kavmiyet, yani milliyetçilik, ümmetçiliğe ve İslâmcılığa tamamen karşı olduğu için Gökalp'in Türkçülüğünün karşısındadır. Bir de, ferdî teşebbüs ve adem-i merkeziyetçi Prens Sabahattin Bey vardır.
Ziya Gökalp bu ortamda ülkeye sosyolojinin getiricisi ve kurucusudur. Bu bilime ilm-i içtima der. Eğer şaşırarak ilm-i içtima yerine içtimaiyat deseydiniz, sizinle hayatının sonuna kadar konuşmazdı. Böyle bir durumda Ziya Gökalp'in çoğulcu bir siyasal hayat içinde çalıştığı görülür. Bu, 1913 haziranına kadar sürer ve o tarihte Babıâli vak'ası yapılır. Mahmut Şevket Paşa iktidara gelir ve toplumda hiçbir siyasal dernek ve fırka kalmaz. Ziya Gökalp, istese de istemese de, bir otoriter rejimin ideoloğu durumuna düşer. İşte buna çok dikkat etmek gerekir.

GÖKALP'İ ARTIK AÇIKÇA TARTIŞMA DÖNEMİNDEYİZ
İslâmcılıkla Gökalp'in ilişkileri de çok ilginçtir. Çünkü İslâmcılığın bir takım kurumlarını almış, Türkçü-İslâmcı bir akım yaratmıştır. Örnek olarak erkeklerin birden fazla kadın almasının hükümdar tarafından menedilebileceğini ileri sürmüştür. Bunu Gökalp ve arkadaşları "İslâm" mecmuasında yazmışlardır. Halk sorununda da olağanüstü tespitleri vardır. “Deha halktadır" diyor, halktan alacaksınız, ne alacaksanız... Bütün yükseliş atılımlarının kaynağı o."
Bu Osmanlı kültürünü ve sanatını inkâr etmesine kadar gider mi? Belki… Her ideologun tamamen olumsuz bir tarafı vardır ve eski deyim reddiyecidir. Gökalp'i kendisiyle tutarsız saymayız ancak asıl tutarlı tezi, milliyetçi bir akımı bir gerçek olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun ruhsuz havası içine getirmesi ve insanlara kendi kendilerini kabul ettirmesi, birer şahsiyet olduklarını anlatmasıdır.
Ama, ne denir, millet içinde insanların eritilmesi düşüncesine?
Ne diyecektir, bizden sonraki kuşaklar buna?
Onu burada tartışmıyorum. Danimarka'da Kienkegaard örneğinde olduğu gibi Ziya Gökalp de bir millî fikir kahramanıdır aynı zamanda. Ondan çok daha fazla da, eylemci… Onun için tarihte daha uzun süreler yaşayacak, yaşatılacaktır.
Ne var ki, bütün eserlerinin, bütün fikirlerinin açık açık ortaya konması ve tartışmaya açık bir duruma getirilmesi de artık kesinlik zorunlu oluyor. Türkiye, Cumhuriyetin ikinci yarı yüzyılına başlarken bunu bekliyor."

YENİ TÜRKİYE VE GÖKALP
* GEVGİLİLİ – "Ziya Gökalp'in ölümünün ellinci yılında yeni Türk toplumunun gerçekleriyle Gökalp'in düşüncelerini karşılaştıran forum, şunları gösteriyor:
1. Çöküş sürecine girmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nda Ziya Gökalp, Türklüğün millî devlete geçişi yolunda çok önemli bir aşamadır ve bu geçişin düşünsel çerçevelerini sağlamıştır. Ekonomik alandaysa düzenin gelişimi liberal-kapitalist bir sisteme doğru olduğu halde Ziya Gökalp'te adeta kapitalizm ile sosyalizmi kendince bir senteze vardırmak isteyen, daha kamusal bir ekonomik düzen özleminin belirdiği görülür. Bolşevik sistemini önermeyen Gökalp, onun yerine, sosyal mülkiyette ağırlık tanıyan fakat bireysel gelişime de kamu yararıyla bağlı olarak yer veren bir düzen öngörmüştür. Gökalp'te sanayi toplumu, uzun sürede seçilen temel hedefi teşkil ediyor. Bu ana düşüncelerinin, Türk kültür kodlarının sürekliliği ile bağlantısı olduğu da söylenebilir. Burada, bir Doğu-Batı sentezi çabasının Gökalp'e özgü bazı ipuçları da var.
2. 1970'lerin önemli ölçüde sanayileşmiş, çoğulcu yapı kazanmış Türkiye'sinde Gökalp'in büyük eksiği çatışma kavramına yer vermeyen oldukça tekçi, dayanışmacı bir devlet ve toplum düzeni öngörmüş oluşudur. Oysa, varolan düzen, talep çeşitliliğine, farklı sosyal güçlerin değişik taleplerine dayanan bir düzendir ve bu düzenin yaşama mantığı kendi içindeki çatışma ve çelişkilerle belirlenmektedir. Kendisinin de kabul ettiği gibi Gökalp, yeni hedeflere doğru aşılacaktır. Cumhuriyetin ikinci yarım yüzyılında…"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder