Gökalp'in tezleri ve çağdaş Türk
gerçekleri
Açık Oturum, “Gökalp’in Tezleri ve Çağdaş Türk Gerçekleri”,
(yöneten Ali Gevgili, katılanlar: Mehmet Kaplan, Tarık Zafer Tunaya, Şerif
Mardin) Milliyet, 3 Kasım 1974, s.9
Katılanlar:
Prof. Dr. Mehmet KAPLAN (İstanbul Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi), Prof. Dr.
Tarık Zafer TUNAYA (İstanbul Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi), Prof. Dr. Şerif
MARDİN (Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Yöneten:
ALİ GEVGİLİLİ
*
Ali GEVGİLİLİ – "Ziya Gökalp Türk düşüncesine yaptığı katkılarla varlığını
1970'lerin dünyasında da duyurmaya devam ediyor. XX. yüzyıl başlarının
çelişkili ve bunalımlı Türk toplumuna kendisine göre bir sistematik getirmek
isteyen Gökalp, kuşkusuz, günümüzde başka bazı özellikleriyle de dikkati
çekicidir.
Bunlar,
belki de, kendi çağdaşlarının, hattâ bizzat Gökalp'in o sırada önem vermediği
ya da birinci derecede ağırlık tanımadığı unsurlar da olabilir.
Bugünkü
forumumuz, Ziya Gökalp'in çağdaş sosyoloji, siyasal bilimler ve kültür
açısından yeni bir değerlendirilmesini yapmak amacını taşıyor. Gökalp, bize
nasıl bir miras getiriyor, bu mirasın olumlu ve varsa olumsuz yönleri nelerdir,
buradan nereye gidilebilir, gibi sorular, bu bölümün tartışma konuları olacak.
Sayın
Prof. Kaplan, Türkiye'de Cumhuriyet'in ikinci yarı yüzyılı başlarken Gökalp'e
yeniden baktığınız zaman onun bize nasıl bir miras devrettiğini görüyorsunuz?
Gökalp'in hangi düşünceleri, ne biçimlerde yaşanan güne yansıtmaktadır? Kültür
ve iktisat alanlarında Gökalp'in önerileri nelerdir?"
GÖKALP,
İŞLENMİŞ BİR ULUSAL KÜLTÜR İSTİYOR
*
Prof. KAPLAN – "Bir yazarı birden anlamak çok güç. Hattâ, birkaç kere
okuduktan sonra bile anlamak zordur, büyük yazarları. Yaşanılan hâdiseler
yazarlara yeni bir gözle bakmayı zorunlu kılar; âdeta hâdiseler, yazarların
fikirlerini aydınlatır. Yazarlar hâdiseler de yazarlara yeni bir gözle bakmayı
gerektirir. Bu, Ziya Gökalp'in eserleri ve Türk cemiyetine malolmuş fikirleri
için de böyledir.
Gökalp'in
1970'lerin Türkiyesinde de aktüel nitelik taşıyan fikirlerinden birisi,
kültürle ilgilidir. Bilindiği gibi, Ziya Gökalp, "millî kültür", kendi
deyimiyle "hars" kavramını getirmekle gerçekten Türk kültürüne
yepyeni ufuklar açmış, yeni kaynaklar getirmiştir. Ve biz halk kültüründen bol
bol istifade etmişizdir. Ancak, Ziya Gökalp'in bir fikrini bu esnada
unutmuşuzdur. Ziya Gökalp'te, gerçekte, çok geniş bir halk kültürü fikri
vardır; fakat Gökalp bu halk kültürünün aranılmasını, aynı zamanda da çağdaş
kültürle işlenilmesini ve yeni bir şekle sokulmasını istiyordu. Hattâ dünya
kültürüyle beraber ve birarada geliştirilmesi öneriyordu. Buna da hars'tan ayrı
bir terim bularak "tehzip" kelimesini kullanmıştır. Gökalp
"Türkçülüğün Esasları"nda bu konuya bir bahis ayırmıştı.
Halk
kültürünün işlenip zenginleştirilmesi Türkiye'de ihmal edilmiştir ve bugün de
ihmal edilmektedir. Radyo, televizyon ve benzerlerinde halk malzemesi hâlâ hiç
işlenilmeden, ham malzeme halinde ortaya konuluyor. Gökalp'in istemiş olduğu bu
değil… O, halk kültürünün yüksek kültürle işlenilmesini ister.
Batı'da,
meselâ, Goethe'nin bir Alman masalından Faust operasını çıkarması gibi,
Gökalp'in düşüncesi de hars'ın tehzip vasıtasıyla işlenilmesi gereğini inanır.
Gökalp diyor ki:
"Biz,
kendi millî kültürümüze ne kadar ehemmiyet veriyorsak, dünya milletlerinin
millî kültürlerine de aynı derecede önem vermeliyiz, onlardan istifade etmeliyiz."
Hattâ
bu amaçla Ziya Gökalp'in teklifiyle o yıllarda Türkiye'de Telif ve Tercüme
Encümeni kuruluyordu. Bu encümen bugün bizim hâlâ başaramadığımız, hâlâ
aktüalitesini koruyan şu fikre dayanır:
Batı
medeniyetini yaratan milletlerin şaheserlerini, büyük eserlerini Türkçeye
çevirmek ve bu suretle kendi millî kültürümüzle dünya kültürü arasında bir
senteze ulaşmak…
1970'larda
o günlerin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in kısmen başlatmış olduğu Batı
dillerinden temel eserleri tercüme fikri, kökünde, Ziya Gökalp'ten gelmektedir.
Bu fikir bugün için de aktüeldir; henüz Gökalp'in istemiş olduğu senteze
kavuşmuş değiliz. Gökalp… bu cephesiyle aktüalitesini, Cumhuriyetin ikinci yarı
yüzyılında da sürdürüyor.
Buradaki sütun yeniden çekilmeli
Gökalp'te,
"İktisadi Türkçülük" başlı başına bir bölüm teşkil eder ve Türkiye'ye
ışık tutar. Bu bahis, "Türkçülüğün Esasları"nda dört beş sayfa
olmakla beraber burada o kadar enteresan fikirler ileri sürülür ki, sanki
Türkiye'nin bugünkü ???? cevap veriyormuş gibidir o bölümler… Gökalp eski
Türklerin iktisadiyen hakkında 1970'lerde de, geliştirilebilecek olan enteresan
yaklaşım içindedir.
Gökalp
günümüzde "Karma ekonomi" dediğimiz ekonomisine ????? Türkiye'de
ferdi mülkiyeti inkâr etmemekle kendi ağırlığı içtimai mülkiyete veriyor ve
kendi mülkiyet'le bir topluma ait ortak milliyet arasında son derece ??????
denge kuruyordu. ??? eski Türklerde mülkiyetin ????? ait olduğunu söylüyor ve
şahsi mülkiyet inkar edilmemekle gelecekte de, ağırlığın içtimai mülkiyet
yanına ??????? istiyordu.
"Türkçülüğün
Esasları"nda Ziya Gökalp, "İktisadi Türkçülük" için şunları
söyler:
"Türkler
eskiden sahip oldukları iktisadi refaha gelecekte de kavuşmalıdırlar. Hem de
?????? servetler, Salur ?????? zenginliği gibi, ???? . Türkler, hürriyet ve
istiklali sevdikleri için, ????? (komünist) olamazlar. ???? eşitliği
sevdiklerinden ?????? kalamazlar. Türk kültürüne en uygun olan ??????? yani
?????. Ferdî mülkiyet sosyal dayanışmaya yaradığı ??????? meşrudur.
Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdî mülkiyet işaya teşebbüs etmeleri doğru
değildir. Yalnız, sosyal dayanışmaya yarayan ferdi mülkiyetler varsa, ??? meşru
sayılamaz. Bundan başka mülkiyet yalnız ferdi olmak ???? gelmez. Ferdî mülkiyet
gibi, sosyal mülkiyet de olmalıdır. Cemiyetin bir farklılığı veya zahmeti ????
husule gelen ve ???? hiçbir amelinden hasıl olmayan fazla kârlar cemiyete
aittir.
Fertlerin
bu kârları kendilerine mal etmeleri meşru değildir. Fazla kâr'ların, plus
????'lerin cemiyet namına toplanmayla pusule gelecek büyük kazançlar, cemiyet
hesabını açılacak fabrikaların, ???? büyük çiftliklerin sermayesi olur. Bu
umumi teşebbüsler'den husule gelecek ???? fakirler, öksüzler, dullar, hastalar,
kötürümler, ???? ve ???? için hususi bakım yerleri ve mektepler açılır. Umumi
bahçeler, müzeler, ???? kütüphaneler tesis olunur. ????? ve köylüler için ???
evler inşa edilir. Memleket, umumi bir elektrik şebekesi içine alınır. Hülasa,
her türlü sefalete nihayet vererek, umumun refahını temin için her ve ???.
yapılır. Hattâ bu sosyal servet kâfi miktara yükselince, halktan vergi valmaya
da ihtiyaç kalmaz. Hiç olmazsa vergilerin nevi ve miktarı azaltılabilir.
Demek
ki, Türklerin sosyal nefkûresi, ferdî mülkiyeti kaldırmaksızın, sosyal
servetleri fertlere kaptırmamak, umumun menfaatine sarfetmek üzere muhafazasına
ve üretilmesine çalışmaktır.
KÜÇÜK
ZANAATLERE DEĞİL, BÜYÜK SANAYİ TÜRKİYESİNE DOĞRU
Türklerin,
bundan başka, bir de iktisadi mefküresi vardır ki, memleketi büyük sanayie
kavuşturmak'tır. Bazıları, "Memleketimiz bir ziraat yurdudur biz daima
çiftçi bir millet kalmalıyız. Büyük sanayi ile uğraşmaya kalkışmamalıyız"
diyorlar ki, asla doğru değildir. Gerçekten, çiftçiliği hiçbir zaman elden
bırakacak değiliz; fakat çağdaş bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük
sanayie mâlik olmamış lâzımdır. Avrupa inkılâplarının en ehemmiyetini, iktisadi
inkılâptır. İktisadi inkılâp ise, ilçe iktisadı yerine, millet iktisadının ve
küçük zanaatlar yerine büyük sanayiin konulmasından ibarettir.
"MİLLİ
İKTİSAT" ANCAK HİMAYE SİYASETİYLE KURULUR
Millet
iktisadı ve büyük sanayi ise, ancak himaye usulünün tatbiki ile bize rehber
olacak, millî iktisat nazariyeleridir. Amerika'da John Ray ve Almanya'da
Frierrich List; İngiltere'de Manchester'cilerin temin ettikleri iktisat ilminin
umumî ve milletlerarası bir ilim olmayıp, yalnız İngiltere'ye mahsus bir millî
iktisat sisteminden ibaret olduğunu meydana koydular. İngiltere, büyük sanayi
memleketi olduğu için, mamullerini dışarıya göndermeye ve dışarıdan iptidaî
maddeler getirmeye muhtaçtır. Bu sebeple, İngiltere için faydalı olan tek usul,
"Gümrüklerin serbest olması" kaidesi, yani "açık kapı"
siyasetidir. Bu kaidenin İngiltere'deki gibi büyük sanayie sahip olamamış
milletler tarafından kabul edilmesi, ilelebet İngiltere gibi sanayi memleketlerine
iktisatça esir kalması neticesini verecektir. İşte, bu iki iktisatçı kendi
memleketlerinin büyük sanayie mâlik olması için çalıştılar ve muvaffak da
oldular. Bugün, Amerika ile Almanya büyük sanayi hususunda İngiltere ile boy
ölçüşecek bir mertebeye yükselmişlerdir ve şimdi onlar da İngiltere'nin açık
kapı siyasetini takip ediyorlar. Fakat, bu devre gelebilmelerinin, yıllarca
millî iktisadın himaye usullerini tatbik sayesinde olduğunu da pekâlâ
biliyorlar.
İşte
Türk iktisatçılarının da ilk işi, evvelâ Türkiye'nin iktisadî gerçeklerini
tesbit, sonra da bu objektif tedkiklerden millî iktisadımız için ilmî ve esaslı
bir program vücuda getirmektir. Bu program vücuda geldikten sonra,
memleketimizde büyük sanayi vücuda getirmek için her fert bu program dairesinde
çalışmalı ve İktisat Vekâleti de bu ferdî faaliyetlerin başında umumî bir
düzenleyici vazifesini görmelidir."'
DÜNDEN
BUGÜNE
Bütün
bu görüşler, Ziya Gökalp'in daha yaşadığı günlerde ne kadar ilerisini
gördüğünü, aktüel meselelere ne geniş perspektiflere eğildiğini gösteriyor.
Hiç
şüphe yok, eserlerini yeniden okumak ve geliştirmek suretiyle Gökalp'te aktüel
meselelere ışık tutan daha bir çok enteresan fikirler de bulunabilir.
Çağdaş
bir yaklaşımla Gökalp'in bıraktığı fikir mirası, sonuç olarak, önümüze iki
temel hedefi koyuyor:
1.
Türkiye'nin millî millî kültür hazinesini araştırmalı ve bunları daha yüksek
bir seviyeye çıkarmak için çalışacağız. Dünya kültürü karşısında millî esasa
dayanan yüksek bir kültür kurmak; millî bir edebiyat, musiki, güzel sanatlar
yaratmak zorundayız.
2.
Sanayileşmiş fakat Gökalp'in dediği gibi komünist olmayan bir Türkiye
yaratmalıyız. Ferdi iktisada önem veren ancak sosyal mülkiyete daha fazla
ağırlık tanıyan bir sistem geliştirmeliyiz.
Özellikle
sanayileşme sırasında fertlerin hiçbir çabası olmaksızın (mesela köprü yapımı
gibi nedenlerle arsa fiyatların yükselmesi ve benzeri yollardan) elde edilen
fazla kârlar'ın topluma ait olması lâzımdır. Gökalp'teki sosyal mülkiyet
görüşü, bugün için de Türkiye'de aktüel olacak bir fikirdir."
GÖKALP'İN
İKTİSADİ GÖRÜŞLERİ, KÜLTÜR KODLARIYLA İLGİLİDİR
GEVGİLİLİ
– "Türkiye, Cumhuriyetin ikinci yarı yüzyılı başlarken sosyal ve politik
yapısında sanayileşmeye bağlı olarak köklü değişiklikler geçiriyor. Bunlar yeni
çelişkiler doğuruyor. O arada, doğu ve batı çelişkisi, din ile pozitif bilimler
arasındaki çelişki de sürüp gidiyor. Çağdaş sosyoloji açısından, ölümünün
ellinci yılında Ziya Gökalp'in düşünceleri bu sorunlarda hangi özellikleriyle
dikkati çekiyor, Sayın Prof. Mardin? Gökalp'te karşılaşılan ekonomik, sosyal,
politik düşüncelerin kökleri nerelerde bulunabilir?"
*
Prof. MARDİN – "Ziya Gökalp'in yaratıcılığını, elbette, kendi ortamına
bağlı özellikleriyle birlikte değerlendirmeliyz. Aslında, bizzat Ziya Gökalp
bir sosyal değişme ürünü olarak görülebilir. Oldukça çarpaşık bir olaydır,
sosyal değişme… Gökalp'in yaşadığı çağda sosyal değişmenin içinde yeni kurumlar
ve yeni fikirler yer almaktadır. Pozitivizm ve Türkçülük burada iki önemli
kaynaktı. Ancak, Gökalp'in fikriyatının ortaya çıkışında etken olarak üçüncü
bir unsur daha görülür; buna, "kalıcı kültür kodları" unsuru
diyebiliriz.
Ziya
Gökalp'in iktisadi dünya görüşü, gerçekten de, çok önemli bir yanı ve kendi
çağının fikriyatına katkısıdır. Fakat bu görüşün içinde eski Türklerin bir
kültür kodunun devamlılığının etkisini görmek de mümkün… Türkler arasında da
üleştirici bir geçmiş, böyle bir kültür kodu vardı. Ziya Gökalp'in bu çerçeve
içine oturduğunu ve nitekim Gökalp'ten sonra da bugünkü sorunlarımızın bile
bazan yine aynı açıdan vazedildiğini görüyoruz. Bu, yalnız bir kişi üstünde
değil; o kişinin ifade ettiği fikirler açısından da toplumun aynı sorunları
tekrar tekrar az çok aynı çerçeve içinde ele alma eğilimini yansıtır. Ziya
Gökalp, iktisadî meseleye yaklaşırken, fikirlerini, geçmişimizden gelen değerli
bir kültür koduna dayanarak ifade etmiştir. Ziya Gökalp'ten sonra da iktisadî
dünya görüşümüzü aynı çerçeve içinde ifade etmeye devam ediyoruz. Sosyal
değişme sonucu olarak Ziya Gökalp'in ortaya çıkan fikirlerin yönüdür, bu.
DİNSEL
SORUN HÂLÂ SÜRÜP GİDİYOR
Gökalp'in
sentezlerinin bir başkası, dinsel içerik sorunudur. Burada dinsel problemin öne
sürülmesi de yalnız Gökalp'in fikirleriyle sınırlı değildir. Osmanlı
İmparatorluğu'nun hattâ modern Türkiye'nin de önemli bir başka kültür kodu, dinsel
alandaki görüşte ortaya çıkar. Gökalp'in o fikirleri ifade etti diye, bu
çerçevenin içindeki içerik ortadan kalkmıyor. XX. yüzyılın yaşadığımız
kesitinde de kültürümüzün dinsel içeriği hâlâ tartıştığımız bir konu oluyor ve
bir kültür kodunun bu sorunları ısrarla önümüze sürmesi bakımından mesele bugün
de sürüp gidiyor. Ziya Gökalp'in bu arada yapmaya çalıştığı sentez, kendi
bağımlı olduğu kültür şartlarının içinde denenmiş, yapılmış bir sentezdir. Ama
o kültürün ileri sürdüğü unsurlar, bu sentezden sonra da tartışma gündeminden
kalkmıyor.
GÖKALP'İN
EN İLGİNÇ EKSİĞİ: TOPLUMDA ÇATIŞMAYI DÜŞÜNMEYİŞİ
Ziya
Gökalp'in dünyasında ilgi çeken nokta, çatışma fikrinin Gökalp'in dünyasında
çok büyük bir yer tutmayışı… Modern toplumlarda ayrı ayrı grupların bazan birbirleriyle
bağdaşması mümkün olmayan taleplerin belirebileceği fikri, teorik düzeyde bile
olsa Gökalp'te üstünde çok durulan bir yaklaşım tarzı değildir. Bu bir bakıma
eksiklik teşkil ediyor. Çünkü modern toplumlarda gruplar arasındaki ilişkilerde
bir talep farklılığının doğacağını doğal saymak ve bunu göz önünde tutmak
gerekir. Çatışmaların doğacağı varsayımı hoşa gitmeyebilir. O zaman da,
çatışmalara karşı getirilebilecek çözüm yollarının neler olabileceğini
araştırmak düşer kişiye… Çatışma fikrinden kaçış da aslında bir başka kültür
kodudur. Türkiye'de yani hem Osmanlı İmparatorluğu hem de modern Türkiye'de
çatışma fikrine çok sempatiyle bakılmamıştır. Çatışma ile ilgili doktrinlerin
hiçbir zaman fazla kabulü olmamıştır, bu nedenle… Bunun da çok geriye giden bir
temeli bulunuyor. Sorunları çözerken, çatışma unsurunu bir veri olarak
almıyoruz. Gökalp de bunu veri olarak almadı. Çatışma'nın düşünülmemesi,
Gökalp'in en önemli eksikliklerinden birisi sayılabilir.
Çünkü,
bugünkü dünyada gözönünde tuttuğumuz önemli problemlerden birisi, toplum
içindeki gruplar arasında zaman zaman talep farklılıklarının doğabileceği ve bu
farklılıklardan da çatışmaların ortaya çıkabileceği gerçeğidir."
İDEOLOJİK
ALANDA 60 YILDIR KAFALARA O HÜKMEDİYOR
*
GEVGİLİLİ – "Sayın Prof. Tunaya, Türk toplumunun ve siyasal yaşamının
gelişimi sonucunda Ziya Gökalp'in ve daha genel bir perspektif içinde de
İttihat Terakki'nin Jön Türkler'in 1970'lerde nerede oldukları kanısındasınız?
1970'ler ortası Türkiye'sinde Gökalp'te en ilginç biçimlerini bulan düşünceler
günün sosyal ve politik gerçekliği içinde ne derecede yaşıyor, ne derecede
yenilenmeyi gerektiriyor ya da aşılıyor?"
*
Prof. TUNAYA – "Her büyük adam gibi, Ziya Gökalp de, sadece bir insan
boyutlarıyla açıklanamayacak kadar büyük bir olaydır. Ziya Gökalp'in yakın
tarihimizin en etkin ve en güçlü insanlardan birisi olduğunu kabul etmek
gerekir. İdeolojisini 1911'den itibaren ortaya koymaya başladığı kabul
edilirse, 63 yıldır Ziya Gökalp'in koymuş olduğu ilkeler içinde yaşıyoruz. Sosyal
değer yargılarımızın çok büyük bir bölümü, İttihat Terakki kuşağının ve o
kuşağa büyük ölçüde etki yapmış olan Ziya Gökalp'in koyduğu
değerlendirmelerdir.
Bir
örnek verelim:
Abdülhamit,
1970'ler Türkiyesinde bile tam olarak incelenmiş değildir. Ama O'na "Kızıl
Sultan" diyenler, mutlak ve mutlak, İttihat Terakki'nin yorumları, etkisi
altında, o kuşağın vucüde getirmiş olduğu eğitim sistemi içinde yetişmek
suretiyle bu değerlendirmeye varmışlardır. Sosyal bilimler öğretiminde de
öyledir. Karşısına bireyciliği savunan Le Play'ci bir okul çıktığı halde başarı
kazanamamıştır ve bütün üniversitemiz yıllarca Ziya Gökalp'in etkisi altında
Durkheim'cı sosyoloji öğretimini sürdürmüştür. Ziya Gökalp'in etkinliği,
büyüklüğü buradadır.
Ancak,
zamanındaki üniversiteyi de düşünmek gerekir. 1916 yılında Meclis'te Maarif
bütçesiyle ilgili açıklama yapan Maarif Nazırı, üniversitede basılmış ve
basılmakta olan yayınların sayısının 31 tane olduğunu söyler.
ÇOK'TAN
TEK'E GİTMEK İSTİYORDU, GÖKALP
Bütün
bunlar arasında Ziya Gökalp 63 yıl süresince aynı kalmış bir insan da değildir.
Gökalp, kendi kendini değiştirme zorunluğunu duymuş bir kişidir. Malta'dan
sürgünden dönüşünde Gökalp'i Türk devrim hareketi içinde görürüz. Bu sefer de
Halk Fırkası'nın dokuz umde'sini kaleme alır ve onun ideoloğu durumundadır. Ama
o zaman da der ki, 1913'te bir rüya sayılabilen millî devlet işte bugün bir
gerçektir.
Bu
bakımdan eğer Ziya Gökalp'in bilimsel çizgisi izlenirse, varılacak nokta,
Osmanlı İmparatorluğu'nu bile kaale almayan millî bir devlet olmalıdır. Ancak,
Ziya Gökalp imparatorluk formüllerinin hiçbirinden vazgeçmediği ve
vazgeçemediği için sürekli olarak kendi millî devlet formülünü imparatorluk
rejimleri içinde muhafaza etmek istemiş, onlarla bağdaştırma yoluna gitmiştir.
Balkan Savaşından sonra Batı parçası olan Rumeli kaybedildi. O zamanlar Araplar
Osmanlı devleti içinde bulunduğu için İttihat ve Terakki daha İslâm'cıydı.
Fakat gerek Osmanlı'cılığın gerekse İslâm'cılığın arasında Gökalp kendisine
yeni bir formül buldu ve Türkçülüğün boyutlarını genişletti. Gökalp,
Turan'cılığa bu yoldan varmıştır.
Ziya
Gökalp, sosyolojik yapısında, çok'tan az'a gitmek ister. "İttihad-ı
anâsır" fikrini yani Osmanlı İmparatorluğu'nu oluşturan unsurların birliği
fikrini kabul ediyor; dinlerin, milletlerin bu kadro içinde olacağını
onaylıyor; fakat ondan sonra bir tekliğe, bir'e doğru gidiyordu. Yani
imparatorluğun kozmopolit ve çoğulcu organizmasını tek hakanın yönetimi altında
büyük bir Türk devletine doğru götürmek istiyordu ki, Gökalp'in çelişmeli yönü budur.
Kendisinin çevresinde bir okul'un temel unsurları olarak toplanmış bulunan Fuat
Köprülü, Ömer Seyfettin, sonradan Tekin adını alan Musevi M. Kohen gibi
kişilerle bu Türkçü doktrin geliştirilmiştir. Doktrini geliştirmenin en etkin
olayı, Birinci Dünya Savaşı olmuştu.
Ziya
Gökalp'in Osmanlı'cılık ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yeni bir hayata
kavuşturmakla ilgili fikirleri bugün için geçersizdir. Gökalp'in Türkiye'nin
siyasal ve fikir hayatına bugün için geçerli olabilecek yardımı ve katkısı,
millî devlet fikrini ve "biz" dediği, "kollektif bilinç"i
getirmiş olmasıdır. Bu, o zaman kadar Osmanlı fikir hayatı içinde görülmemiş ve
ilk defa yapılan bir deneydi. Millî bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti içinde
Ziya Gökalp'in millî devlet kurma girişim ve bu yöndeki ideolojik atılımı
değerlendirilebilecek bir durumdadır. Fakat bu da çoğulcu, demokratik bir rejim
içinde yapılabilir, değerlendirilebilir.
Sonuç
olarak, Gökalp, Türkiye'nin siyasal ve düşünsel gelişmeleri içinde bir
kilometre taşı, bir nirengi noktası değerini korumaktadır.
Dünya
Savaşı, ekonomik bakımdan da İttihat ve Terakki üzerinde çok etki yapmış bir
olaydır. Cephede çarpışan askerlerin ardında büyük bir ihtikâr, yiyicilik
meselesi doğmuştur. Bazı kişilerin karaborsa ve ihtikâr yaptıklarını Hüseyin
Cahit Bey meclis kürsüsünden yakınarak ve üzülerek anlatıyordu.
Bunlara
çare bulmak için ne yapılabilirdi?
İttihatçı
Maliye Nazırı Cavit Bey, "Biz, umumî harpte her altı ayda bir Almanya'ya
borçlanmak suretiyle yaşıyabiliyoruz" der. Böyle bir durum karşısında,
"iktisadî vatanperverlik" ya da "iktisadî Türkçülük"
fikrinin bir de bu gerçekler içinde değerlendirilmesi yapılmak gerekir.
Bunun
yanı sıra Gökalp'in "iktisadî vatanperverlik" ve "iktisadî
Türkçülük" konusunda birtakım çelişkilere düşüp düşmediği de
araştırılmalıdır. Gökalp, Turan devletinin kuruluş aşamalarını anlatırken, şube
devletlerin kurulmalarını ve bu devletler içindeki sosyo-ekonomik sistemin
bolşevik sistemi olmamasını fakat ağalık da bulunmamasını istiyordu. Eşrafa
dayanan bir sistem istemediğini de Gökalp açıkça söylemiştir. Bu fikir daha
önceleri, 1916-1917'de vardı, Gökalp'de ama yalnız Gökalp iktisadî Türkçülüğü
izah etmiş değildir; gerek "İktisat" gerekse "İslâm"
mecmuasında çıkmış olan makalelerde Muhittin Bilgen gibi başka Türkçüler de
bunu ortaya koymuşlardır
İTTİHATÇI
İKTİSAT UYGULAMALARI, GÖKALP'TEN FARKLI…
Ziya
Gökalp'in iktisadî fikirlerini ortaya atmasıyla doğrudan doğruya İttihat ve
Terakki içindeki bir keşmekeş gözönüne çıkar. Cavit Bey kesinlikle Gökalp gibi
düşünmüyordu. Cavit Bey; bütün parlâmentonun bir iktisat profesörü gibi,
öğrenci sadakatı ile dinlediği bir insandı. Cavit Bey tamamen liberaldi ve
tesanütçülük, aklının ucundan bile geçmemiştir. Gökalp'in iktisadî fikriyatı
Kara Kemal Bey'e bağlanabilir. Kara Kemal kurduğu kırk küsur halk şirketiyle ve
millî banka fikriyle Gökalp'in iktisadî Türkçülüğüne hizmet etmiş sayılabilir.
Gökalp'e en yakın kişi O'dur, ancak bunda bile çok ihtiyatlı olmak gerekir.
Demek ki, İttihat ve Terakki içinde en azından üç koldan iktisadî ve ideolojik
çeşitlenme görülüyor.
Bütün
bunların yanı sıra, Gökalp'in önerdiği çeşitten düzenleyici ve himayeci bir
sistemin, tesanütçülük'le ne dereceye kadar bağdaşabileceğini düşünmek
zorundayız. Himayecilik ve düzenleyicilik en liberal rejimlerde de ortaya
çıkabilen bir sistemdir. Bu sistem tesanütçülükle nasıl bağdaşacaktır?
Gökalp'te tesanütçülüğün fazla bir izahını da göremiyoruz. Üstelik, Osmanlı
İmparatorluğu içinde "dış sermaye olmadan kalkınamayız" diyen öteki
tezlerle Gökalp'in düşünceleri nasıl bağdaşacaktı? Bunlar, kendi ortamı
içindeki birtakım çelişmeleri ve çatışmaları gösterebilir.
Ziya
Gökalp'in önermiş olduğu fikirlerde, siyasal bakımından, "millî
şuur", "millî devlet" meseleleri bir başlangıç noktası olarak
ortaya atılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda Ziya Gökalp Bey'in yardımıyla,
katkısıyla Türk Ocaklarından, çeşitli cemiyetlerden halka doğru taşan çabalar
sonucunda bunlar Türklere kabul ettirilmiş, hazmettirilmiş fikirler ve o
fikirlerin değeri hiç kuşkusuz çok büyüktür. Ama bunlarla herşeyin yapılmasına
imkân yoktu; zaten Birinci Savaş bu çelişmelerin içindeyken bitti ve tezlerin
çelişmeli kısımlarının çoğu da tarihe karıştı. Bize kalan "millî
devlet" teziydi.
JÖN
TÜRKLER VE İTTİHAT TERAKKİ İDEOLOJİSİ ARTIK ÖLÜYOR
İttihat
ve Terakki sadece bir siyasal partinin adı değildir; İttihat ve Terakki bir
kuşağın adıdır. Az bilim fakat çok kinle yetişmiş olan bir kuşağın tarihidir.
Bu kaşağın bir kısmı bir ara iktidara gelip de muhalefet kabul etmez bir
şekilde Osmanlı toplumunun ve devletinin kaderine hakim olunca artık bütün
sosyal değerler de partinin Merkezi Umumi'sinden taşmaya başladı. Ama o
fikirler ne dereceye kadar kabul edildi?
Bunu
bizden sonraki kuşaklar daha iyi bilecektir.
Ne
var ki, birçok meselelerde İttihat ve Terakki kuşağının bize öğrettiği şeylerin
adeta taklitçisi ve tartışmasız tekrarlayıcısı olmuşuzdur. Ama günümüzde bu
akımın, isterseniz bu olayın bittiğine ya da bitmek üzere olduğuna inanıyorum
artık… Jön Türklerin sonunda yaşıyoruz. İttihat ve Terakki kuşağı bugün yoktur
ve İttihat Terakki kuşağına ve onun değerlerine alışmış insanlar yeni fikirleri
biraz zorlukla karşılamaktadırlar. Türkiye'deki büyük fikrî çatışma da bundan
çıkmaktadır. Türkiye'de yeni kafalar çıkmak üzeredir ve büyük bir bölümü
çıkmıştır da…
Durkheim
bugün Fransa'da neyse, Ziya Gökalp ondan biraz fazla olmak üzere Türkiye'de
odur. Milliyetçilik, millî devlet gibi kavramların ilk izahlarını ona
borçluyuz, fakat iktisadî bakımdan hatta siyasal ve sosyal bakımdan Ziya
Gökalp'i bir tarih hazinesi olarak, bir büyük tarihsel anıt olarak kabul etmek
lâzımdır. O söyledi diye bunu yapmak değil, fakat verdiği hız ve hareket
noktasından heyecan almak suretiyle, onu inkâr etmeyerek, yeni ufuklara doğru
gitmek gerekir.
O'NUN
İÇİN SON YARGIYI GELECEK KUŞAKLAR VERECEK
Ziya
Gökalp aslında yargılanmış bir insandır. Kendisini bir 27 Nisan 1919 günü
Divanı Harbi Örfi karşısında bulmuştu. O zaman Divanı Harb Reisi Mustafa Nazım
Paşa, "Osmanlılık tabirini niçin kullanmıyorsunuz? Niçin Türk milleti,
Türk harsı diyorsunuz? Bu başka unsurları kırmaz mı, darıltmaz mı?" dediği
zaman, Gökalp, gayet güzel olarak şunu söylüyordu:
"Bendeniz
itikadıma göre Osmanlı tabiri yalnız devletindir, Devleti Osmaniyeye
tabiyiz."
Demek
ki, Osmanlılığı sadece siyasal bir formül olarak kabul ediyor ve bunu millî bir
varlık olarak kabul etmiyordu. İşte bu çok doğru bir fikirdi, fakat Ziya Gökalp
yargılandı ve sonra Limni Adasına daha sonra da Malta'ya sürüldü. Yargılanma
tamamen İttihatçı düşmanı bir mahkeme tarafından yapılıyordu ve Reis başta olmak
üzere mahkeme üyeleri bu muhalefetlerini ve taraflılıklarını açıklamakta hiçbir
sakınca görmemişlerdi.
Bu
mütarekenin en kötü yönüydü; çünkü mütareke zannediyordu ki, bir ideoloji basit
bir boşanma veya çok adî bir hırsızlık olayı gibi muhakeme edilebilir. Oysa,
Ziya Gökalp'i ancak bugünkü kuşaklar ve bizden sonra gelecek kuşaklar muhakeme
edebilirler. Biz hâlâ belirli etkiler altında kaldığımıza göre onlar kadar
tarafsız olamayacağız.
Onun
tarihe bıraktığı şeylerin değeri büyük, fakat bunlar hakkında gelecek
kuşakların varacakları yargılar çok daha büyük olacaktır."
GÖKALP'İN
SENTEZİ: TÜRKLÜK, İSLAMİYET VE ÇAĞDAŞ UYGARLIK
*
GEVGİLİLİ – "Sayın Prof. Kaplan, Ziya Gökalp'in Türk toplumu için
oluşturmaya çalıştığı sentez nerelere dayanıyor? Yeni Türk toplumsal gerçekleri
karşısında Gökalp'te eksik ya da yeni bir yoruma tâbi tutulması gereken
görüşler de varsa, bunlar hangileridir?"
*
Prof. KAPLAN – "Ziya Gökalp'in ileriye yönelen birçok fikirlerinin yanı
sıra içinde yaşamış olduğu devirle de yakından ilgili görüşleri bulunuyor.
Gökalp, bugün de değerini koruyan ve daima muhafaza edecek olan, Türkiye için
reddedilmesi imkânsız temel fikirler bulmuştur: Türklük, İslâmiyet ve çağdaş
medeniyet sentezi, Gökalp'in eseridir.
Gökalp,
açık olarak, şunu ortaya koymuştur:
1-
Biz Türküz ve daimî olarak Türk kalacağız; Türk dili var, Türk milleti var,
Türk kültürü var. Bunlar millî devletin de temelidir.
2-
Gökalp, "Biz Müslümanız" der. Fakat Ziya Gökalp İslâmiyet'te de
kendine göre bir yorum yapmıştır. Bu tavrı da yine Türk milletinin varlığıyla
ilgilidir. Gerçekten, Türk milletine bin yıl tesir etmiş olan İslâmiyet bugün
için de, yarın için de değerini muhafaza edecek olan temel unsurlardan
birisidir.
3-
Gökalp, çağdaş medeniyet, bilim ve teknik sorunlarını ortaya koymuştur. Ziya
Gökalp çağdaş medeniyetten söz ederken gayet açık bir biçimde, "ilme
dayanan bir toplum" tasavvur ediyor. "Kızıl Elma" adlı uzun
şiiri son derece entresan bir fikri ihtiva eder. Ziya Gökalp o şiirinde
İsviçre'de, Lozan civarında bir Türk köyü, bir bilim şehri kurar ve bütün Türk
âlemine burada yetişmiş olan uzmanları gönderir. Ziya Gökalp, bilimi esas alan
bir milliyetçiliğin müdafaasını yapıyordu. Bu fikri de her zaman için değerini
koruyacaktır.
GÖKALP,
OSMANLI KÜLTÜRÜNE HAKSIZLIK EDİYORDU…
Gökalp'te
eksik veya yanlış bulduğumuz fikirler de yok değil.
*
Bunlardan birisi, millî devletin temeli saymış olduğu halk kültürüne giderken
Ziya Gökalp'in biraz haksız şekilde yüksek Osmanlı kültürünü reddetmesidir.
Halbuki, eski yüksek Osmanlı kültürü de halk kültürü gibi aynı toplumun
eseridir. Gökalp'in tâbiriyle, yüksek Osmanlı kültürü, halk kültürünün, o çağın
şartlarına uygun olarak bir nevi tehzip edilmiş şeklidir; yüksek şekle gelmiş
halidir. Yunus Emre, tasavvufu, halk seviyesinde, halk diliyle ortaya
koyuyordu. Mevlâna ise, "Mesnevi"siyle, farsça olarak yüksek tabakaya
hitap ediyordu ama Mevlâna ile Yunus Emre'nin dünya ve din görüşleri birbirinin
hemen hemen aynıydı. Kezâ, Gökalp'in halk musikisini överken, klâsik Türk
musikisini reddetmesini doğru sayamayız.
Eski
Türk kültürü, halk kültürüyle ve yüksek kültürle beraber o çağın mahsülüdür.
Bundan dolayı eskiyi değerlendirirken ikisini beraber değerlendirmek gerekir.
Ziya Gökalp'in bu hatâsını Yahya Kemal düzeltmiştir. Türk aydınının bugün hem
halk kültürüne, hem de yüksek Osmanlı kültürüne değer verdiğini görüyoruz.
ÇATIŞMAYA
YER VERMEMEK, ÇOĞULCU DEMOKRASİYE AYKIRI
*
Gökalp'in ikinci eksiği daha önemlidir; Ziya Gökalp tesanüt fikrine birlik
fikrine dayandığı için kendisinde çatışma yoktur. Gökalp, bir çatışmanın
içinden geldiği ve kendisi karşı fikirlere cevap verdiği için sistemi içinde
çatışmaya yer vermemiştir. Gökalp'in düşünce sistemi içine bugünkü çoğulcu
demokrasi fikrini yerleştirmek biraz zordur. Ziya Gökalp'in fikirleri tek
partiye dayanmakta ve cevaz vermektedir. Nitekim Halk Partisi'nin ideolojisini
Ziya Gökalp kurmuştur.
Türkiye
bugün yepyeni bir safhaya girmiştir. Herşeyden önce Ziya Gökalp'in ölümünden
sonra son elli yıl içinde Türkiye'de büyük bir sanayileşme hareketi
görülmüştür. Sanayileşme, kendiliğinden, yeni sosyal sınıfları ortaya
çıkarmıştır. Ziya Gökalp'te sanayileşme fikri vardır ama bu bir ideal olarak
vardır. Gökalp, sanayileşmenin bütün problemlerini kendi fikir sistemi içinde
ele almış değildir. Ziya Gökalp'in sistemine göre çoğulcu demokrasiyi tesis
etmek bir hayli güçtür.
Yeni
düşünen Türk aydınları için Türklük ile İslâmiyet, İslâmiyet ile çağdaş
medeniyet arasında Ziya Gökalp'in kurmuş olduğu bağlantılar da üzerinde
durulması gereken enteresan noktalardır. Gökalp Türklük ile İslâmiyeti yan yana
getirdiği zaman Türklere mahsus bir İslâmiyet fikri çıkıyor. İslâmiyet niteliği
gereği üniversel bir dindi, milliyetçi inkâr ediyordu. Ziya Gökalp çelişen
fikirler arasında köprüler kurarken bugün de yeni şekilde araştırmayı gerektiren
fikirler ileri sürmüştür. Bazı eserlerinde şamanizme kadar gitmiştir. Oysa
şamanizm aşılmış bir merhaledir. Keza çağdaş medeniyet ile İslâmiyet arasında
yapmış olduğu köprü de yeniden gözden geçirilebilir.
GÖKALP,
AŞILMAYA AÇIK BİR DÜŞÜNÜR
Gökalp
elbette ana fikirleriyle reddedilmez; fikirleri bugün de, yarın da yaşayacak
olan büyük bir fikir adamıdır. Fakat Türkiye değişiyor; yeni şartlar, yeni
fikirler ortaya atılıyor. Gökalp'e gerçekten çok büyük saygı duymakla birlikte
???????? adamı olarak bakamayız. Meselâ Türkiye'nin bugünkü aktüel
problemlerine, çoğulcu demokrasi, sanayileşme ve buna benzer problemlere Ziya
Gökalp'in sisteminde cevap bulmak oldukça güçtür. Gökalp dayanılacak ve yeniden
ondan hız alınarak daha da ileri gidilecek bir atadır bizim için. Ondan daha
ileriye gitmek de mümkündür, bu onun hızına da uygundur. Gökalp "Yeni
Hayat" adlı kitabında, toplumun, yeni fikirlerle yeni kıymetlerle
değişeceğine inanır. Açık olarak, yeni hayatın, eski değerleri reddetmek
suretiyle tesis edileceğine kanidir. Dolayısiyle ana fikirleri dışında kendi
fikirleri dışında kendi fikirlerinin de aşılmasına prensip itibariyle cevaz
vardır Gökalp'te… Böyle bir tavırla ve eğer iyi bir gözle incelenirse, her
zaman Gökalp'in düşünceleri arasında bugün yeşertilebilecek yeni bir takım
fikirler bulunabilir."
ÇOĞULCU
DÜZENDEN OTORİTER REJİME…
*
GEVGİLİLİ "Gökalp'e kendi çağdaşları hangi gözle bakmışlardı, sayın Prof.
Tunaya? Politik yönden Gökalp'in eksikleri sizce nelerdir?"
*
Prof. TUNAYA – "Çatışma kavramı, politik yönden çok doğal ve önemli
gerçekten de… İkinci Meşrutiyet 1913 yılına kadar olağanüstü çoğulcu bir
toplumdu. Bu toplumda çeşitli fikir akımları vardır ve hepsi de Ziya Gökalp'i bulsalar
bir kaşık suda boğacaklardır. Sözgelişi, Celâl Nuri Bey'e göre "bir
delidir" Ziya Gökalp; tımarhaneye koymak gerekir. Babanzade Ahmet Naim Bey
Gökalp'in düşüncelerine "dinsizlik" diyecek neredeyse; İslâmda davayı
kavmiyet, yani milliyetçilik, ümmetçiliğe ve İslâmcılığa tamamen karşı olduğu
için Gökalp'in düşüncelerine "dinsizlik" diyecek neredeyse; İslâmda
davayı kavmiyet, yani milliyetçilik, ümmetçiliğe ve İslâmcılığa tamamen karşı
olduğu için Gökalp'in Türkçülüğünün karşısındadır. Bir de, ferdî teşebbüs ve
adem-i merkeziyetçi Prens Sabahattin Bey vardır.
Ziya
Gökalp bu ortamda ülkeye sosyolojinin getiricisi ve kurucusudur. Bu bilime
ilm-i içtima der. Eğer şaşırarak ilm-i içtima yerine içtimaiyat deseydiniz,
sizinle hayatının sonuna kadar konuşmazdı. Böyle bir durumda Ziya Gökalp'in
çoğulcu bir siyasal hayat içinde çalıştığı görülür. Bu, 1913 haziranına kadar
sürer ve o tarihte Babıâli vak'ası yapılır. Mahmut Şevket Paşa iktidara gelir
ve toplumda hiçbir siyasal dernek ve fırka kalmaz. Ziya Gökalp, istese de
istemese de, bir otoriter rejimin ideoloğu durumuna düşer. İşte buna çok dikkat
etmek gerekir.
GÖKALP'İ
ARTIK AÇIKÇA TARTIŞMA DÖNEMİNDEYİZ
İslâmcılıkla
Gökalp'in ilişkileri de çok ilginçtir. Çünkü İslâmcılığın bir takım kurumlarını
almış, Türkçü-İslâmcı bir akım yaratmıştır. Örnek olarak erkeklerin birden
fazla kadın almasının hükümdar tarafından menedilebileceğini ileri sürmüştür.
Bunu Gökalp ve arkadaşları "İslâm" mecmuasında yazmışlardır. Halk
sorununda da olağanüstü tespitleri vardır. “Deha halktadır" diyor, halktan alacaksınız, ne alacaksanız... Bütün yükseliş atılımlarının kaynağı o."
Bu
Osmanlı kültürünü ve sanatını inkâr etmesine kadar gider mi? Belki… Her
ideologun tamamen olumsuz bir tarafı vardır ve eski deyim reddiyecidir.
Gökalp'i kendisiyle tutarsız saymayız ancak asıl tutarlı tezi, milliyetçi bir
akımı bir gerçek olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun ruhsuz havası içine
getirmesi ve insanlara kendi kendilerini kabul ettirmesi, birer şahsiyet
olduklarını anlatmasıdır.
Ama,
ne denir, millet içinde insanların eritilmesi düşüncesine?
Ne
diyecektir, bizden sonraki kuşaklar buna?
Onu
burada tartışmıyorum. Danimarka'da Kienkegaard örneğinde olduğu gibi Ziya
Gökalp de bir millî fikir kahramanıdır aynı zamanda. Ondan çok daha fazla da,
eylemci… Onun için tarihte daha uzun süreler yaşayacak, yaşatılacaktır.
Ne
var ki, bütün eserlerinin, bütün fikirlerinin açık açık ortaya konması ve
tartışmaya açık bir duruma getirilmesi de artık kesinlik zorunlu oluyor.
Türkiye, Cumhuriyetin ikinci yarı yüzyılına başlarken bunu bekliyor."
YENİ
TÜRKİYE VE GÖKALP
*
GEVGİLİLİ – "Ziya Gökalp'in ölümünün ellinci yılında yeni Türk toplumunun
gerçekleriyle Gökalp'in düşüncelerini karşılaştıran forum, şunları gösteriyor:
1.
Çöküş sürecine girmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nda Ziya Gökalp, Türklüğün
millî devlete geçişi yolunda çok önemli bir aşamadır ve bu geçişin düşünsel
çerçevelerini sağlamıştır. Ekonomik alandaysa düzenin gelişimi
liberal-kapitalist bir sisteme doğru olduğu halde Ziya Gökalp'te adeta
kapitalizm ile sosyalizmi kendince bir senteze vardırmak isteyen, daha kamusal
bir ekonomik düzen özleminin belirdiği görülür. Bolşevik sistemini önermeyen
Gökalp, onun yerine, sosyal mülkiyette ağırlık tanıyan fakat bireysel gelişime
de kamu yararıyla bağlı olarak yer veren bir düzen öngörmüştür. Gökalp'te
sanayi toplumu, uzun sürede seçilen temel hedefi teşkil ediyor. Bu ana düşüncelerinin,
Türk kültür kodlarının sürekliliği ile bağlantısı olduğu da söylenebilir.
Burada, bir Doğu-Batı sentezi çabasının Gökalp'e özgü bazı ipuçları da var.
2.
1970'lerin önemli ölçüde sanayileşmiş, çoğulcu yapı kazanmış Türkiye'sinde
Gökalp'in büyük eksiği çatışma kavramına yer vermeyen oldukça tekçi,
dayanışmacı bir devlet ve toplum düzeni öngörmüş oluşudur. Oysa, varolan düzen,
talep çeşitliliğine, farklı sosyal güçlerin değişik taleplerine dayanan bir
düzendir ve bu düzenin yaşama mantığı kendi içindeki çatışma ve çelişkilerle
belirlenmektedir. Kendisinin de kabul ettiği gibi Gökalp, yeni hedeflere doğru
aşılacaktır. Cumhuriyetin ikinci yarım yüzyılında…"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder