13 Aralık 2016 Salı

Vapşı Bakşı: Bilge bir Türk Düşünürü

Turfan İli, Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Çin - Dunhuang, Jiuquan, Gansu, Çin güzergahının haritası


Vapşı Bakşı: Bilge bir Türk Düşünürü



Onyedinci yüzyıla değin sürebildiğimiz bahse konu izler, daha ziyâde biçimle (yânî, dille, yazıyla, uslupla) ilgilidir. Ancak bundan başka, Burkan inancını benimsememiş kimi Uygur düşünürlerinin (Kao-chang yahut Turfan Uygurları), özellikle Onuncu ile Onbirinci yüzyıllarda ortaya koymuş oldukları gerek tercüme gerekse telîf eserlerle[xii] vucut verdikleri bilgelik geleneği, tüm Türk düşünce hayatını özden etkilemiştir. Bahsi geçen dönemdeki bilgelerin en dikkate değer olanlarından biri, Vapşı Bakşıdır. Tahminen Onüçüncü yüzyıl sonlarında telîf ettiği eserin adı "Gönlün Aslını Öğreten Kitap"tır.[xiii] Metninde Vapşı Bakşı, bir canlıyı insan kılan en başta gelen etkenin, 'bilinç' olduğu kanâatını izhâr eder. Ona göre kendim ve dünyam hakkında beni haberli kılan, 'bilincim'dir. Olup biten ne varsa, bilinçten neşet eder. Öyleyse varlık, bilinçle örtüşür. Bilinç bulunmuyorsa, varlıktan da bahsedilemez. Merâmını kısa, özlü, renkli ve bol teşbihli tarzda ifâde eden Vapşı Bakşı, varlık, bilgi ve ahlâk konularını bir ilkeye geri götürüp bağlıyor: Bilinç. Özellikle sözler, genelde de dil, bilincin ifâde aracıdır. Bundan dolayı dil, yalnızca bir aracı olup amaç değildir. Burada işlenecek hatâ, yansıtan ile yansıtılanın karıştırılması gibi olur. Her resim, bir şeyin resmidir. O bir şey ise, kendikendisi olup kendindedir. İşte bilinç de, kendikendisi ve kendinde olandır. Bilincin kendi dışına yansıması olayları meydana getirir. Bilinc unsurlarını dışarı taşıyansa, sözlerdir. Bilinç, 'benim'in aslı esâsıdır, O, ilkin, 'benim'in 'dünya'yla kesişen 'yöre'lerle, yânî bedenimle, bünyemle 'tanışmam'ın, 'kendim'in kendisine ifâdesidir. Sonra, 'benim'in bittiği yerde başlayan dünyayı 'benim'e (bana) tanıtır. 'Ben', soğan misâli kat kat, tabaka tabaka soyulur. Nasıl, soyuldukca soğanın cücüğüne erişilebilinirse, aynı şekilde 'ben'i örten peçeler kaldırıldıkca 'öz'e ulaşılır. Aşağı yukarı aynı çağda Türk dünyasının bir başka köşesinde yaşamış Yunus Emre, Vapşı Bakşı'nın merâmına "bir ben vardır bende, benden içeru"[xiv] deyişiyle tercüman olmuştur. 
'Ben'in çeşitli tabakalarının bulunduğundan az önce bahsedilmiştir. Bu tabakaları aşıp nüveye ulaşan, kendininkisine olduğu kadar bütün varolanların da özüne inmiş olur. Çünkü görünen çeşitliliğin temelinde varlığın birliği gizlidir. İşte 'ben'in, dolayısıyla da 'varlığ'ın giziyle sırrıyla tanışan, bilinçlenir; bilinçlenense nûra garkolur, yânî Burkan olur. Bu da ancak bilincin bilinmesiyle mümkündür. Bilincin bilinmesiyse, aklî olmaktan ziyâde iç (derûnî) tecrübe ve derin düşünmelere dalma[xv] talimlerine ve imânî ile amelî temrinlere bağlıdır. Felsefe-bilimin ana yolu, yöntemi, dış (bîrûnî) tecrübe (gözlem) ile akıl yürütmeyse, bilgelikte henüz belli belirsiz safhadadırlar. Bundan dolayı bilge, iç tecrübeler ile sezgiyi yansıtmaktan âciz kalan kavramlarla elden geldiğince az iş görmeğe bakar. Nitekim bilgemiz Vapşı Bakşı da, varolanların, kişideki düşüncelerden, bunların da bilinc edimlerinden doğduğunu, bilinc edimlerininse, bölünmez, parçalanmaz, ezelî ve ebedî bilinç bütünlüğünün aşamaları olduklarını anlatabilmek için mecâzlarla dolu mesellere rağbet etmiştir. İşte bunlardan en önemlisi saydığımızı örnek diye sunuyoruz:
"Tanrı Burkan, Şûrangama Sutrada şöyle buyurmuştur:"
"Ey Ânant, Şivastî şehrinde Yadyadatı adında bir adam, duvardaki aynaya bakar. Aynanın boyu kısa olduğundan, Yadyadatı, kendi kafasını göremez. Bunun üzerine, 'eyvâh başımı kaybetmişim!' diye haykırarak ne yapacağını şaşırır. Başını bulmak için sağa, sola seyirtirken birden 'başım kaybolmuş; iyi ama onu arayan kim?' diye düşünür, şaşkınlığı da diniverir.
'Peki Ânant, başının kaybolduğunu sandığında Yadyadatının kafası gerçekten de kaybolmuşmuydu?'
Bunun üzerine Ânant şöyle cevap verir: 'Ey Ulular ulusu, onun, kaybolması söz konusu değildir.'
Ve Burkan, buyurur: 'Peki Anant, bu adam başını bulduğunda, gerçekten de başını mı bulmuştur?'
Ârıant ise huşû içerisinde 'öyle değil, Tanrım; bu, zâten onun başıydı; bunu başka yerde bulmuş olamaz ki' cevabını verir.
Ve Burkan, buyurur: 'Tut ki, başını başka yerde bulmuş olsun; bu, onun başı olabilir mi?'
Ânant ise yine huşû içerisinde 'olamaz Yüce Tanrım; başka birininkisi ona baş olamaz' cevabını verir.
'İşte tıpkı bunun gibi', diye buyurur Burkan, 'bilinçten yoksun kaldıklarından, canlılar, Burkanı dışlarında arar dururlar. Hâlbuki o, başka yerde olmayıp arayanın ta kendisindedir. O aradığın ve sende bulunan bilinç, Burkandır! Ey Ânant, söyle bakalım, canlılar, Burkanı ararlarken Bilinç demek olan Burkan, gerçekten de kayıpmıydı?'
'Öyle şey olamaz Tanrım; O, kayıplara karışamaz!'
'Burkanı bulduklarında, O, nerede olmuşsa olsun, gerçekten de gelmiş midir?'
'Hayır, Tanrım; O, gelmemiştir. Bu Bilinç, Burkanın zâten ta kendisidir!'
'Ey Ânant, tut ki, biri başka yerde bir Burkan buldu, bu, ona Burkan olur mu?'
'Olmaz, Tanrım; kendisi nasıl olsa Burkandır. Öyleyse hiçbir yerde bir başka Burkan bulamaz!'
İşte kişi, bu Tanrı vaazı açısından baktığında, gönlünü göz önünde tutarak Burkan yolunu aramalıdır.
Aydınlanmış canlılar şöyle der: 'Yadyadatı, dönüp azıcık geri çekileydi, başını yitirmez, şaşkınlığa uğramazdı!'
Bütün bunlar bize aydınlanmağı arzulayan kişinin, kendi bilincine bakması gerektiğini gösterir. Kişi, Burkandan başka bir şey olmayan bilincini kendi dışında aramamalıdır. Burkanı kendi dışında aramayan, aldanmaz."[xvi]
Burkancı gelenekte yer alan Vapşı Bakşı gibi bilgeler 'nom'lar[xvii] kaleme alırlarken, İslâm medeniyetindeki bilgelerimiz 'divân-ı hikmet'leri yazmağa koyulmuşlardır. 

İşte bilge kağanlardan velilere, erenlere; yahut başka türlü söylersek, Vapşı Bakşı'dan, Hoca Ahmet Yesevî'den, Yusuf Has Hacip'ten yahut Alî Şîr Nevâî'den Hacı Bayram ile Hacı Bektaş Velî'lere yahut Yunus Emre'ye kesintisizce uzanan bir hatdan bahsetmek yanlış olmasa gerek. Mezkûr hatla aktarılan bir zihniyettir. İnsanı kavrayış, dünyaya bakış, hâl ile hareket tarzıdır. Bahsi geçen zihniyeti taşıyan hatdın esası dildir; burada söz konusu olansa, Türk dilidir.[xxvi]

Vapşı Bakşı: "HSİN TÖZİN OKIDTACI NOM", 13-150 syflr, "Buddhistische Uigurica aus der Yuan-Zeit"de, Uygur Türkcesinden Almancaya tercüme eden, metinleri tertipleyip açıklamalarda bulunan: Şinasi Tekin; Akademiai Kiado (Bibliotheca Orientalis Hungarica XXVII), Budapeşte, 1980.

[xiii] Vapşı Bakşı'nın izhâr ettiği öğretiyi Onüçüncü yüzyılda Çisuya Tutung'un da yazıya geçirdiği "Hsin (Çinceden; okunuşu: Şin) Tözin Okıdtacı Nom" ("Gönlün Aslını Öğreten Tasavvur" (yahut Metin yahut da Kitap) başlıklı metni, Şinasi Tekin, Uygur Türkcesinden Almancaya tercüme etmiştir ("Buddhistische Uigurika aus der Yüan-Zeit"). Vapşı Bakşı'nın yukarıda zikrolunan bellibaşlı düşüncelerinin özü özeti adı anılan metinden hareketle çıkarılmıştır. Mezkûr metinle tanışmamızı sağlayıp onu şerhederken yardımlarını bizden esirgememiş olan Profesör Dr Sayın Osman Fikri Sertkaya'ya bu münâsebetle teşekkürü borç biliyoruz.
[xvi] Vapşı Bakşı: "Hsin Tözin Okıdtacı Nom", 50.s: Üçüncü satır, 55.-57.syflr: Beşinci satır, 60., 65.&70.syflr: Altıncı satır, 75.s: Yedinci satır Almancadan Türkceye tarafımızdan tercüme edilmiştir.

Kaynak: Türklerin Düşünce Tarihi ve Felsefe Bilim, Felsefe-Bilime Ramak Kalmışken; Teoman Duralı

http://leventagaoglu.blogspot.com.tr/2016/12/turklerin-dusunce-tarihi-ve-felsefe.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder