“Zamanı Tanrı yaşar.
İnsanoğlu hep ölmek için türemiş” Orhun Abideleri’nden (Kuzey Cephesi)
Kültürlerin ilerde ulaşmak istediği noktalar, geçmişte
ulaşabildikleri maddi manevi kültüre koşuttur. Yükselmiş, uzun yıllar belirli
coğrafyalarda egemenlik kurmuş ve sonra tarihin doğası gereği çökmüş tüm
medeniyetler, yıkılsalar bile arkalarında belirgin ya da silik izler
bırakırlar. Bunu kimi zaman üstün stratejiler, kimi zamansa yaptıkları hataları
ifade ederek belgeleştirirler. Orhun abideleri, Türk milletinin başarı ve
hatalar silsilesinin belki de ilk basamağını oluşturmaktadır. Bu sebeple
tecrübe ettiği şeyin tercümesi oldukça değerli olmalıdır.
“Her ne sözüm varsa
ebedi taşa vurdum” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)
Bir iletişim ve bellek aracı olarak taş, zamanın
aşındırmalarına karşı dirençlidir ve üzerinde ekleme / çıkarma yapmak da
olanaksızdır. Türk toplumunun taş’a yazılan kültürel kimliğinin bu hatırlatıcı
unsuru, böylece tarihteki içsel ya da dışsal manipülasyonlardan büyük oranda
korunabilmiştir. Hatırlatıcı unsurdur, çünkü bu abidelerde, özellikle Türk
milletinin toplumsal genine olduğu kadar, deneyim ve birikimlerine de yer
verilmektedir:
“Ona bakarak bilin” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)
Bilmek, sebepleri bilmektir. Olayları neden-sonuç ilişkileri
içindeki yeriyle değerlendirmek, malumatı bilgiye; bilgiyi de hikmete
dönüştürmektedir. Tarihsel olayları ya da ritüeller, kendilerini etkileyen
unsurlardan bağımsız olarak ele alındığında, toplumlar için dönüştürücü olmaya
yetmemektedir. Sebebin de sebebine inmek, onun da sebebine inmek, belleğin
bugün ile dün arasında bir korelasyon kurulabilmesi adına gereklidir. Orhun
abidelerindeki anlatım da, olayları sebep ve sonuçları içerisinde ele
almaktadır. Bellek mekanları, hatırlanacak bilgi ile hatırlatıcı unsurlar
arasındaki ilişkinin, bir bütünleşmenin sonucudur. Örneğin Orhun abidelerini,
bu abidelerin bulunduğu coğrafi konumdan ayrı değerlendirmek, eksik bir
hatırlamaya sebebiyet verecektir. Abidenin dikildiği coğrafya, bu mirası
görünür ve okunur kılacak unsurları hazırlamaya yöneliktir. Nitekim bu abideyi
yazdıranlar, abideyi okutmak ve bu yolla gelecekteki belleğe rehberlik etmek
istemektedir. Orhun abideleri, Kavimler Göçü gibi insanlık tarihi için çok
önemli olan ve küresel birçok değişmenin başladığı bir noktada, Orta Asya’da
bulunmaktadır. Bu abideler, bilginin kolayca ulaşılabilir olduğu bir yere
dikilmiştir. Üstelik, bunu tesadüfi olarak değil; kasıtlı, planlı, geleceği
öngören bir yaklaşımla:
“Öyle erişilir yerde
ebedi taş yontturdum” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)
Toplumların yaşadıkları coğrafyalar ve bu coğrafi konuma bağlı
olan yeryüzü şekilleri, iklim, denize mesafe, geçim kaynakları, ticari
ilişkileri ve komşu oldukları ülkeler gibi sayısız unsur, bir milletin kültürel
belleğini ve toplumsal genini derinden etkiler. Bu bağın kopmaması için söz
konusu abideler Türklere Ötüken’den ayrılmamalarını öğütler:
“Türk kağanı Ötüken
ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)
Abidelerdeki bu tavsiye nitelikli yönlendirme, Çin’in varlığıyla yakından
ilgilidir. Zira çok büyük bir nüfusa sahip Çin, birçok özelliğiyle uyarı
konusudur.
“Çin milletinin sözü
tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak
milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o
zaman düşünürmüş… tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk
milleti, öldün; Türk milleti öleceksin!” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)
En uygun yönetim anlayışının merkezi ve yerleşik yönetim
olduğunu salık veren abidelerde idare için durmak, büyümek içinse hareket
teşvik edilmektedir. Kültigin döneminde bu hareketin yönü: Şantung Ovası’dır;
yani açık denizlerdir:
“Doğuda Şantung
ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı” (Kültigin
Abidesi Güney Yüzü)
Açık denizlere ulaşmanın, denizlerle ilerleyen bir topluluk
olmanın önemi, yaklaşık 1400 yıl önce bir nasihat formatında vurgulanmaktadır.
Nitekim bugün, sadece denizlere kıyıları olduğu için İspanyollar, İngilizler ve
hatta Hollandalılar sömürge edinmişken; Almanya gibi bir güç, bir kara ülkesi
olmasıyla sebebiyle sömürge edinememiştir. Bu ikbal, üç tarafı denizlerle kaplı
bir ülke olarak günümüz Türkiye’sinin, denizlerini daha etkin bir biçimde
kullanılmasına dair yönlendirme niteliğindedir. Üstelik bu, dini göndermeleri
güçlü bir yönlendirmedir.“Bozkır Türklerinin inançları: Tabiat kuvvetlerine inanma,
atalar kültü, Göktanrı dini şeklinde idi. Bozkırdaki eski Türklerin dini,
Göktanrı dini idi. Tanrı en yüksek varlık olarak itikadın merkezinde yer
almıştı. Yaratıcı, tam iktidar sahibi idi… Türk Dini inancı içerisinde ana kült
bu idi... Göktanrısına Türk Tanrısı denildiği de olurdu. Hakanlık onun
isteğiyle Türklere verilmişti”.Türk milleti, nüfusunda yaşadığı hakanına sadece maddi
bağlarla bağlı olmamaktadır. Çünkü, hükümdarlık hakana tek tanrı tarafından
verilmiş bir haktır ve bu hakka tabi olmak tek olan tanrıya bağlılığın bir gereğidir.
Bilge Kağan, milleti toplama ve bir amaç üzere birleştirme sorumluluğunu
Tanrı’dan aldığını şu şekilde anlatır:
“Tanrı buyurduğu için
kendim oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim” (Bilge Kağan Abidesi Kuzey Yüzü)
Abilelerde, dini ifadelerin gölgesinde töre ve geleneğin
ontolojik değeri tekrar tekrar vurgulanmaktadır. Örneğin Çin’e karşı
başarısızlık ve buna bağlı olarak ülke içindeki huzursuzluklar, küçüğün büyük
gibi olmamasına, küçüğün büyüğü takip ve taklit etmekten, onu anlamaktan uzak
olmasına bağlanmaktadır. Dahası atasını yok sayan, onun tecrübelerini
önemsemeyen yöneticilerin başarısız olacağı belirtilmektedir:
“…Ondan sonra küçük
kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, oğlu babası gibi kılınmamış
olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruğu da
bilgisizmiş tabii, kötü imiş tabii” (Kültigin Abidesi Doğu Yüzü)
‘Önceyi bilmeyenin sonrası olmaz’ mesajı, önceyi öğrenmemeye
eğilimi olan bir toplum olarak Türk toplumunun geçmişini sürekli hatırlaması ve
bu tecrübelerden yararlanması nasihat edilmektedir. Abidelerde, yalnızca
yöneticilerin yönetici tavrını ortaya koyan ifadeler değil, ayrıca yönetilenlerin
genel yaklaşım biçimleri de açıklanmaktadır.
“Türk halk kitlesi
şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani…Kağanlı millet idim, kağanım
hani” (Kültigin Abidesi Doğu Yüzü)
Türk milleti, buradan anlaşılacağı gibi, olumsuzluklar
üzerine tepkilerini, olumsuzluğu önlemeye uygun olan bir zamanda değil;
olumsuzluk gerçekleştikten sonra vermektedir. Yani karakteristik bir özellik
olarak, bugün de gözlenebileceği üzere, tepki vermeyi eylem öncesine değil;
eylemin sonucuna saklamaktadır. Bunu kağana olan bağlılıklarıyla
ilişkilendirmek mümkündür –ki tarih boyunca Kağan nosyonunu taşıyan tüm
liderler benzer bir hürmet ve teslimiyetle benimsenegelmişlerdir. Türk milleti,
dünyanın çeşitli coğrafyalarında yüzyıllarca yaşayan devletler kurmuş ve
bulunduğu her noktada, çevresini biçimlendiren ana unsurlardan olmuştur.
Neredeyse tüm Türk devletleri dışsal değil; içsel etmenlerle yıkılma sürecine
girmiş veya yıkılmışlardır. Özellikle yönetimde yaşanan ikilikler,
tecrübesizlikler, taht kavgaları, iç isyanlar ve entrikalar gibi durumlar, Türk
devletlerinin gücünü kaybedip yok olmasında etkili olmuşlardır. Türk
devletleri, görünen bir dış düşmandan çok içteki ayrışmalardan zarar görmüştür.
Orhun abidelerinde, Türk milletinin bu yönüne vurgu yapılmaktadır:
“Üstte gök basmasa,
altta yer delinmese, Türk milleti, ilini kim bozabilecekti? Türk milleti,
vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan bilgili kağanınla,
hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hale soktun” (Kültigin Abidesi Doğu Yüzü)
Kolay kazanılan
değerler, kolay kaybedilmeye daha müsaittir. Bundan ötürü, bir milletin
kendisini var eden değerleri nasıl ve hangi zorluklardan geçerek elde ettiğini,
kendisine bu değerlerin hangi aşamalardan gerçek geldiğini bilmesi
gerekmektedir. Orhun abidelerinde, Türk milletinin nereden nereye geldiği
özellikle vurgulanmaktadır:
“Varlıklı, zengin
millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan milletin
üzerine oturdum… milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece
uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük
kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile öle yite kazandım… Çıplak milleti elbiseli,
fakir milleti zengin kıldım” (Kültigin Abidesi Doğu Yüzü)
“Ben küçük kardeşimle
beraber böyle başa geçip kazanmasam Türk milleti ölecekti, yok olacaktı. Türk
beyleri, milleti, böyle düşünün, böyle bilin” (Bilge Kağan Abidesi Doğu
Yüzü)
Böyle bir uyarının yapılması ise, bu uyarıyı yapmaya gerek
duyuracak bir toplumun varlığıyla paralellik göstermektedir. Nitekim Orhun
abidelerine göre, Türk milleti salt içinde yaşadığı anı temel alan ve öncesi
ile sonrası arasında ilişkilendirme yapmakta zorlanan bir zihinsel işleyişe
sahiptir:
“Türk milleti,
tokluğun kıymetini bilmezsin. Acıksan tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı
düşünmezsin. Öyle olduğun için beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere
gittin. Her orda mahvoldun, yok edildin” (Bilge Kağan Abidesi Kuzey Yüzü)
Burada ayrıca, Türk milletinin hürriyetinin Kağan’a
bağlılıkla kaim ve daim olabileceği ima edilmektedir. Bağlılığını askıya alan
ve merkezden kopan bir Türk’ün, başka biri olmaya çalıştığında benliğini koruyamayacağı
ve olmaya çalıştığı topluluk içinde kimlik özelliklerini yitireceği vaaz
edilmektedir. Ticari ilişkilerde dahi, Türklerin önce kendi içinde bütüncül bir
ortaklık kurması ve bu koşulla dışarıya açılması gerektiği belirtilmektedir.
“Ötüken yerinde oturursan
kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur” (Kültigin Abidesi
Güney Yüzü)
Sonuç olarak, abidelerde edilen tavsiye ve şikayetler
belirli tarihsel tecrübelere dayanmaktadır. Bu tecrübelerin okunması, üzerinde
düşünülmesi, çıkarımlara varılması, günümüz Türkiye’sinin bugününün, bugüne
nasıl gelindiğinin ve olaylar / koşullar karşısında nasıl kültürel tepkiler
verdiğinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Orhun abideleri, bu anlamda Türk
toplumunun sosyal haritasının tespiti için bir önsöz niteliğindedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder