18 Haziran 2017 Pazar

ORHUN ABİDELERİ’NİN BUGÜNE İZDÜŞÜMÜ, Sertaç Timur Demir

“Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için türemiş” Orhun Abideleri’nden (Kuzey Cephesi)

Kültürlerin ilerde ulaşmak istediği noktalar, geçmişte ulaşabildikleri maddi manevi kültüre koşuttur. Yükselmiş, uzun yıllar belirli coğrafyalarda egemenlik kurmuş ve sonra tarihin doğası gereği çökmüş tüm medeniyetler, yıkılsalar bile arkalarında belirgin ya da silik izler bırakırlar. Bunu kimi zaman üstün stratejiler, kimi zamansa yaptıkları hataları ifade ederek belgeleştirirler. Orhun abideleri, Türk milletinin başarı ve hatalar silsilesinin belki de ilk basamağını oluşturmaktadır. Bu sebeple tecrübe ettiği şeyin tercümesi oldukça değerli olmalıdır.

“Her ne sözüm varsa ebedi taşa vurdum” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)

Bir iletişim ve bellek aracı olarak taş, zamanın aşındırmalarına karşı dirençlidir ve üzerinde ekleme / çıkarma yapmak da olanaksızdır. Türk toplumunun taş’a yazılan kültürel kimliğinin bu hatırlatıcı unsuru, böylece tarihteki içsel ya da dışsal manipülasyonlardan büyük oranda korunabilmiştir. Hatırlatıcı unsurdur, çünkü bu abidelerde, özellikle Türk milletinin toplumsal genine olduğu kadar, deneyim ve birikimlerine de yer verilmektedir:

“Ona bakarak bilin” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)

Bilmek, sebepleri bilmektir. Olayları neden-sonuç ilişkileri içindeki yeriyle değerlendirmek, malumatı bilgiye; bilgiyi de hikmete dönüştürmektedir. Tarihsel olayları ya da ritüeller, kendilerini etkileyen unsurlardan bağımsız olarak ele alındığında, toplumlar için dönüştürücü olmaya yetmemektedir. Sebebin de sebebine inmek, onun da sebebine inmek, belleğin bugün ile dün arasında bir korelasyon kurulabilmesi adına gereklidir. Orhun abidelerindeki anlatım da, olayları sebep ve sonuçları içerisinde ele almaktadır. Bellek mekanları, hatırlanacak bilgi ile hatırlatıcı unsurlar arasındaki ilişkinin, bir bütünleşmenin sonucudur. Örneğin Orhun abidelerini, bu abidelerin bulunduğu coğrafi konumdan ayrı değerlendirmek, eksik bir hatırlamaya sebebiyet verecektir. Abidenin dikildiği coğrafya, bu mirası görünür ve okunur kılacak unsurları hazırlamaya yöneliktir. Nitekim bu abideyi yazdıranlar, abideyi okutmak ve bu yolla gelecekteki belleğe rehberlik etmek istemektedir. Orhun abideleri, Kavimler Göçü gibi insanlık tarihi için çok önemli olan ve küresel birçok değişmenin başladığı bir noktada, Orta Asya’da bulunmaktadır. Bu abideler, bilginin kolayca ulaşılabilir olduğu bir yere dikilmiştir. Üstelik, bunu tesadüfi olarak değil; kasıtlı, planlı, geleceği öngören bir yaklaşımla:

“Öyle erişilir yerde ebedi taş yontturdum” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)

Toplumların yaşadıkları coğrafyalar ve bu coğrafi konuma bağlı olan yeryüzü şekilleri, iklim, denize mesafe, geçim kaynakları, ticari ilişkileri ve komşu oldukları ülkeler gibi sayısız unsur, bir milletin kültürel belleğini ve toplumsal genini derinden etkiler. Bu bağın kopmaması için söz konusu abideler Türklere Ötüken’den ayrılmamalarını öğütler:

“Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü) 

Abidelerdeki bu tavsiye nitelikli yönlendirme, Çin’in varlığıyla yakından ilgilidir. Zira çok büyük bir nüfusa sahip Çin, birçok özelliğiyle uyarı konusudur.

“Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş… tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti öleceksin!” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)

En uygun yönetim anlayışının merkezi ve yerleşik yönetim olduğunu salık veren abidelerde idare için durmak, büyümek içinse hareket teşvik edilmektedir. Kültigin döneminde bu hareketin yönü: Şantung Ovası’dır; yani açık denizlerdir:

“Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)

Açık denizlere ulaşmanın, denizlerle ilerleyen bir topluluk olmanın önemi, yaklaşık 1400 yıl önce bir nasihat formatında vurgulanmaktadır. Nitekim bugün, sadece denizlere kıyıları olduğu için İspanyollar, İngilizler ve hatta Hollandalılar sömürge edinmişken; Almanya gibi bir güç, bir kara ülkesi olmasıyla sebebiyle sömürge edinememiştir. Bu ikbal, üç tarafı denizlerle kaplı bir ülke olarak günümüz Türkiye’sinin, denizlerini daha etkin bir biçimde kullanılmasına dair yönlendirme niteliğindedir. Üstelik bu, dini göndermeleri güçlü bir yönlendirmedir.“Bozkır Türklerinin inançları: Tabiat kuvvetlerine inanma, atalar kültü, Göktanrı dini şeklinde idi. Bozkırdaki eski Türklerin dini, Göktanrı dini idi. Tanrı en yüksek varlık olarak itikadın merkezinde yer almıştı. Yaratıcı, tam iktidar sahibi idi… Türk Dini inancı içerisinde ana kült bu idi... Göktanrısına Türk Tanrısı denildiği de olurdu. Hakanlık onun isteğiyle Türklere verilmişti”.Türk milleti, nüfusunda yaşadığı hakanına sadece maddi bağlarla bağlı olmamaktadır. Çünkü, hükümdarlık hakana tek tanrı tarafından verilmiş bir haktır ve bu hakka tabi olmak tek olan tanrıya bağlılığın bir gereğidir. Bilge Kağan, milleti toplama ve bir amaç üzere birleştirme sorumluluğunu Tanrı’dan aldığını şu şekilde anlatır:

“Tanrı buyurduğu için kendim oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim” (Bilge Kağan Abidesi Kuzey Yüzü)

Abilelerde, dini ifadelerin gölgesinde töre ve geleneğin ontolojik değeri tekrar tekrar vurgulanmaktadır. Örneğin Çin’e karşı başarısızlık ve buna bağlı olarak ülke içindeki huzursuzluklar, küçüğün büyük gibi olmamasına, küçüğün büyüğü takip ve taklit etmekten, onu anlamaktan uzak olmasına bağlanmaktadır. Dahası atasını yok sayan, onun tecrübelerini önemsemeyen yöneticilerin başarısız olacağı belirtilmektedir:

“…Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, oğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruğu da bilgisizmiş tabii, kötü imiş tabii” (Kültigin Abidesi Doğu Yüzü)

‘Önceyi bilmeyenin sonrası olmaz’ mesajı, önceyi öğrenmemeye eğilimi olan bir toplum olarak Türk toplumunun geçmişini sürekli hatırlaması ve bu tecrübelerden yararlanması nasihat edilmektedir. Abidelerde, yalnızca yöneticilerin yönetici tavrını ortaya koyan ifadeler değil, ayrıca yönetilenlerin genel yaklaşım biçimleri de açıklanmaktadır.

“Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani…Kağanlı millet idim, kağanım hani” (Kültigin Abidesi Doğu Yüzü)

Türk milleti, buradan anlaşılacağı gibi, olumsuzluklar üzerine tepkilerini, olumsuzluğu önlemeye uygun olan bir zamanda değil; olumsuzluk gerçekleştikten sonra vermektedir. Yani karakteristik bir özellik olarak, bugün de gözlenebileceği üzere, tepki vermeyi eylem öncesine değil; eylemin sonucuna saklamaktadır. Bunu kağana olan bağlılıklarıyla ilişkilendirmek mümkündür –ki tarih boyunca Kağan nosyonunu taşıyan tüm liderler benzer bir hürmet ve teslimiyetle benimsenegelmişlerdir. Türk milleti, dünyanın çeşitli coğrafyalarında yüzyıllarca yaşayan devletler kurmuş ve bulunduğu her noktada, çevresini biçimlendiren ana unsurlardan olmuştur. Neredeyse tüm Türk devletleri dışsal değil; içsel etmenlerle yıkılma sürecine girmiş veya yıkılmışlardır. Özellikle yönetimde yaşanan ikilikler, tecrübesizlikler, taht kavgaları, iç isyanlar ve entrikalar gibi durumlar, Türk devletlerinin gücünü kaybedip yok olmasında etkili olmuşlardır. Türk devletleri, görünen bir dış düşmandan çok içteki ayrışmalardan zarar görmüştür. Orhun abidelerinde, Türk milletinin bu yönüne vurgu yapılmaktadır:

“Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini kim bozabilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan bilgili kağanınla, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hale soktun” (Kültigin Abidesi Doğu Yüzü)

 Kolay kazanılan değerler, kolay kaybedilmeye daha müsaittir. Bundan ötürü, bir milletin kendisini var eden değerleri nasıl ve hangi zorluklardan geçerek elde ettiğini, kendisine bu değerlerin hangi aşamalardan gerçek geldiğini bilmesi gerekmektedir. Orhun abidelerinde, Türk milletinin nereden nereye geldiği özellikle vurgulanmaktadır:

“Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan milletin üzerine oturdum… milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile öle yite kazandım… Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım” (Kültigin Abidesi Doğu Yüzü)

“Ben küçük kardeşimle beraber böyle başa geçip kazanmasam Türk milleti ölecekti, yok olacaktı. Türk beyleri, milleti, böyle düşünün, böyle bilin” (Bilge Kağan Abidesi Doğu Yüzü)

Böyle bir uyarının yapılması ise, bu uyarıyı yapmaya gerek duyuracak bir toplumun varlığıyla paralellik göstermektedir. Nitekim Orhun abidelerine göre, Türk milleti salt içinde yaşadığı anı temel alan ve öncesi ile sonrası arasında ilişkilendirme yapmakta zorlanan bir zihinsel işleyişe sahiptir:

“Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Acıksan tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Her orda mahvoldun, yok edildin” (Bilge Kağan Abidesi Kuzey Yüzü)

Burada ayrıca, Türk milletinin hürriyetinin Kağan’a bağlılıkla kaim ve daim olabileceği ima edilmektedir. Bağlılığını askıya alan ve merkezden kopan bir Türk’ün, başka biri olmaya çalıştığında benliğini koruyamayacağı ve olmaya çalıştığı topluluk içinde kimlik özelliklerini yitireceği vaaz edilmektedir. Ticari ilişkilerde dahi, Türklerin önce kendi içinde bütüncül bir ortaklık kurması ve bu koşulla dışarıya açılması gerektiği belirtilmektedir.

“Ötüken yerinde oturursan kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur” (Kültigin Abidesi Güney Yüzü)

Sonuç olarak, abidelerde edilen tavsiye ve şikayetler belirli tarihsel tecrübelere dayanmaktadır. Bu tecrübelerin okunması, üzerinde düşünülmesi, çıkarımlara varılması, günümüz Türkiye’sinin bugününün, bugüne nasıl gelindiğinin ve olaylar / koşullar karşısında nasıl kültürel tepkiler verdiğinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Orhun abideleri, bu anlamda Türk toplumunun sosyal haritasının tespiti için bir önsöz niteliğindedir. 

Türk Toplumunun Kültürel Belleği Bağlamında Orhun Abideleri’ni Yeniden Düşünmek: Taşın Bedeni ve Belleği. Sertaç Timur Demir


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder