·
·
Prof. Dr. Mehmet Genç, 1934 yılında
Artvin’in Arhavi ilçesinde doğdu. 1966
yılında araştırmalarını detaylandırmak için Başbakanlık Arşivi’nde çalışmaya
başladı ve bu çalışma hiçbir zaman bitmedi. Yaşayan en önemli Osmanlı iktisat
tarihçisi kabul edilen Mehmet Genç Hoca.
İLİM
·
Doğrusu Barkan’ı tanımadan ilim adamı nasıl
olur bilmiyordum. Evet, tabii üniversitede hocalarımız vardı, okuduğumuz,
derslerini dinlediğimiz. Onların arasında bilgi sahibi olanlar da vardı ama
ilim sahibi adam yoktu. Bizim Türkler hâlâ ilim deyince, ilmi yazan ecnebileri
okuyup öğrenip, âlim olduklarını düşünürler genellikle. Hâlbuki ilim, ilim
adamlarını okuyarak kazanılabilen bir şey değildir.
BİLGİ
·
Bilginin
sınırlarında dolaşmak lazım, akıncı gibi, meçhule doğru… Barkan böyleydi,
bilmediklerini kendi gayretiyle bilmek isteyen, araştıran bir insandı. Onun
için gece gündüz çalışıyordu. İlimden başka bir kaygı taşımıyordu.
İLMİ
İSTEYENE VERİRİM
·
Sonra okuduk, bunun
ayet olduğunu öğrendik. O zamanlar bunu bilmiyorduk: “İlmi isteyene veririm.”
demekle ne kastedildiğini, haddimiz olmayarak sonradan anladık. İlim istemek
için hakikaten onunla hemhâl olmak, fenafil ilim olmak gerek. Onu gerçekten
isterse insan, ancak ulaşabilir. Barkan öyleydi, gecesi gündüzü araştırdığı
konu ile yaşamaktan ibaretti.
·
Hilmi Ziya Ülken
rahmetli, Türkiye’de felsefe ile ilgili yazan aşağı-yukarı tek bildiğimiz
insandı.
·
Sonra anladım ki,
bir düşünceyi dilden koparmanın imkânı yok.
ARAPÇA VE
OSMANLI ENTELİJANSİYASI
·
Ama yazıyı yazanın
dilinden okumak, tercümesini okumaktan çok farklı, bunu şimdi görüyorsunuz.
Tabii Arapça bilmeden, bizim Osmanlı entelijansiyasını, düşüncesini anlamak
mümkün değil. Çünkü Arapçayı onlar çok iyi öğrendiler ve aydınları, kadıları o
dili rahat kullanıyorlardı… Bugün İngilizcenin kullanıldığı gibi.
DİL VE
DÜŞÜNCE
·
Yani dil ve düşünce birbirine çok bağlıdır. Biz Türkçede çok vahim yanlışlar
yapmışız, sonradan farkına varıyoruz. Sadeleştirme olabilir ama tasviyecilik
korkunç bir şey. Siz mesela germanofonsunuz, Osmanlı aydınları Arapçayı kullanıyorlardı.
Türkçe bu derin karmaşık şeyleri ifade etmek için yapılmamıştı, devlet idare etmek,
savaş düzenlemek içindi daha çok. O işleri çok iyi yapıyordu.
OSMANLI
TÜRKÇESİ
·
Türkçenin de maharetleri, üstünlükleri var ama onun zaaflarını da
bilerek hareket etti Osmanlılar ve üç dili birleştirdiler. Farsça, Arapça ve
Türkçe ile muhteşem bir dil yarattılar, Osmanlı Türkçesi. Maalesef onu
terkettik, onu terketmek o kadar önemli değil,
kavramları attık. Kavramları atınca da düşünme kabiliyetimiz kayboldu, farkında
olmadık.
OSMANLI
SİSTEMİ
·
Osmanlıları
sadece dış âlemde, muhitte meydana gelen değişmeler yıktı demek çok şık bir şey
değil, ama bu gerçeğe daha yakın… Osmanlılar
değişmekten çok, bir huzur ortamını meydana getirmeye çalışıyorlardı. Ve herkes
için, bütün yönettikleri insanlar için, yaşanabilir bir toplum meydana getirmek
istiyorlardı. O toplumun özelliklerinden biri çok fazla değişmek değildi,
kapitalizm hiç değildi. Ama kapitalizmin getirdiği endüstriyalizm; muazzam
teknolojik değişim; prodüktive artışı ve zenginlik… Bunlarla Osmanlı sisteminin
mücadele etmesi mümkün değildi, bu açık. Ama kendisinin değişmesi ve onlara
benzemesi de bütün değerler sistemini reddetmek anlamına geldiği için
yapamazdı, yapmadı.
KAPİTALİZM
·
Bizim toplumumuz kapitalizmi yeni yeni benimsiyor. Şu son 10 senede.
Cumhuriyet, söylemi ne olursa olsun, kapitalizmi içine sindirmiş değildi. Batı’ya
da çok pahalıya mal oldu kapitalizm, kendi halkının çok büyük kesimi muazzam acılar
gördü. Fakirlik, sefalat, açlık; en basiti dilencilik. 18. yy’da Berlin, Paris
ve Londra’nın nüfusu İstanbul kadardı, Osmanlı’da neredeyse hiç dilenci yok
iken Londra ve Paris’de elli bin dilenci sokaklarda sefalet içinde yaşıyordu.
Hâlen Amerika’da 20-30 milyon sefil, perişan, fakir insan var. Kapitalizm bunu
üretiyor.
·
Tabii, bizim kapitalizm sayesinde ve kapitalizm yüzünden başımıza
gelenler de çoktur. Biz de beter fakirliklere düştük ama Osmanlı sisteminin
bilerek isteyerek bu fakirlikleri yaratmaya gönlü razı olmadı. Osmanlı sistemi
o yüzden, modern iktisadi büyümeye giremeden onun dışında kaldı. Gıdım gıdım
benimsemek zorunda kaldıklarıyla ucundan tutarak geldik 20. yy sonuna. Şimdi İslam
komünistleri var, onlar da ayrı bir âlem…
·
Kapitalist olmadan yaşamanın imkanı yok… Müthiş sert, zalim, insanın kâr
hırsı, bütün bu teknolojik gelişmeleri ve değişmeleri sağlıyor. Peki netice ne
olacak? Hawking’in yeni bir haberi çıktı, yeni bir gezegen bulamazsak 1000
seneden fazla yaşamayız burada diyor. Tam bilmiyorum, çevre üzerinde bizim
etkimiz mi olacak, yoksa astrolojik alanda biz istesek de istemesek de Mars’ın
başına gelen gibi bir şey mi olacak… Ama kapitalizmin getirdiği dinamizmin
dünyamızı mahvetmeyi başarmak üzere olduğu görülüyor. Çevre kirliliğinde
herhâlde insanın da parmağı var ve bu da kapitalizmin doğurduğu süreçlerin doğrudan
veya dolaylı sonuçları olarak algılanabilir…
ÇİN
MEDENİYETİ
·
Türklerden korkulur. Türkler müthiş bir hayatiyeti
olan bir soy. Bunu ırkçı bir anlamda söylemiyorum. Türkler Çinlilerle karşılaştılar, ki o muhteşem Çin medeniyetini biz şimdi öğreniyoruz.
·
O zamanki Türkler tabii bizden daha iyi biliyorlardı.
O medeniyetten, Çinlileşmekten kurtardılar kendilerini, uzak durdular, kendi bağımsızlıklarını
korudular.
·
Ondan sonra batıya geldiler -iyi ki de geldiler, orada
kalsaydık mahvolurduk- ve burada Osmanlı Devleti’ni kurdular. Bu büyük bir
başarı, üniversal bir başarı. Zenofobik korkulara yer vermeden dünyanın en
büyük çeşitliliğini korudular.
AVRUPA VE
AMERİKA
·
Ben Kırgızistan’a gittim, Asya’nın ortasında
bir yer, tabii çok iyi analiz etmiş değilim ama bizim oradan gelişimiz
Avrupa’nın Amerika’ya gidişine benziyor.
·
Siz Avrupa’da
yaşıyorsunuz, ben üstün kötü birkaç kez gittim, Amerika’ya da gittim. Batı
medeniyetinin filizini Amerika diri tutuyor, Avrupa’da biraz bitmiş gibi. 1970-80’lerde
Amerika’ya gittim, Avrupa’yı da gördüm, orada şu intibayı aldım:
·
Gelişmekte
Avrupa’nın seviyesine ulaşırız belki ama ne Avrupa ne de biz, Amerika’ya
ulaşamayız. Bu söylediğimi, tüm sosyalbilimciler
kabul ettiler… Biz İslam’ı Orta Asya’dayken tanıdık ama değişik dünyalarla
karşılaşıp onlara yenilmeden hayatta kalmayı başardık. Bundan sonra da çok
parlak bir geleceğimiz var.
GİDEN
TÜRKLER, GELEN TÜRKLER
·
Avrupa’ya giden Türkler de, Anadolu’ya gelen Türkler gibi, fakir,
geçinecek hayat kaynakları sınırlı… Her şeyi
sırtlarına yükleyip geldiler, sessiz sedasız. Anadolu’da Bizans yıkılıyordu
diye biliyoruz, bitmiş gibi zannediyoruz ama hiç öyle değil. Ben Nevşehir’e
gittim, orada kayaların içinde oyulmuş kiliseleri, evleri gördüm. 11. yy’da
Türkler gelirken, Anadolu Hristiyanlığının da dinamizm içinde olduğu buradan
anlaşılıyor. O dinamizm ve Türkler kendilerinden çok daha medeni olan bir
hayatın içine girdiler ama asimile olmadılar, tersine 300 senede asimile
ettiler, Anadolu’daki herkesi Müslüman ya da Türkçe konuşur hâle getirdiler.
OSMANLI
TECRÜBESİ
·
Bir kere Osmanlı tecrübesi, dünya tarihinde benzeri olmayan bir tecrübedir. Muazzam bir
çeşitliliği kontrol etti Osmanlı ve her türlü farklılıkla birlikte yaşamayı
denedi. Hiç kimseyi fazla incitmeden… Müslüman
kaldılar ama Müslümanlığın tanıdığı toleransın en azamisini uygulayarak bu
haritayı yönettiler. Orkestra şefi gibi, çesitli aletleri çalan
insanları bir harmoni içinde bir arada yaşatmayı başardıları. Toynbee onu
söylüyor…
·
1970’de Osmanlı
sisteminin dünya tarihindeki yeri diye bir toplantı yapıldı Amerika’da, kitabı
da yayımlandı daha sonra. Orada diyor ki Toynbee, ki çok proottoman olan,
Osmanlı muhabbeti olan bir adam değildir, ama 1970’deki ifadeleri çok
enteresandır. Osmanlı bittikten sonra huzur diye bir şey kalmadı o coğrafyada,
insanlar birbirini boğazlamaya başladı diyor.
·
Ben vaktiyle Batı literatürü çok
okudum, Osmanlı dünyasıyla ilgili. Sona ermesi beklenen bir sistemi analiz eden
birçok Batılı şunu söylüyordu: Bu bölge bir felakettir, bu bölgeyi bunlardan
başka kimse idare edemez. Yeni başladığım zaman okuduğum şeylerdi ve ben
Cumhuriyet formasyonuyla, ona inanarak okumuyordum onları. Ama sonuna kadar
başarılı olduklarını, Osmanlı sistemini okudukça görüyor insan.
BATI'NIN
MİLLİYETÇİLİĞİ
·
Batı’da milliyetçilik çok fena, Batı’nın
genetiğinde var bu. Şimdi Amerika’da o genetiği biraz aştılar. Almanya
nasyonalsosyalist iken muazzam bir güç ve enerji biriktirdi ve bütün Avrupa’yı
istila etti, bütün dünya birleşerek beş senede ancak yenebildiler. Almanya
ırkçı olmasa idi bunu yapabilir miydi bilmiyorum, ama yapsa başarırdı.
Irkçılığı yüzünden Avrupa’ya hâkim olamadı.
BİZİM
MİLLİYETÇİLİĞİMİZ
·
Biz milliyetçiliği Batı’dan ithal
ettik, bizim milliyetçiliğimiz İslami ve kardeşlik muhabbetidir. Tekrar ona
yavaş yavaş dönüyoruz. Kürtlerle başka türlü halledemeyiz meselemezi, değil mi?
Osmanlı bakış açısına dönüş gibi biraz ve bunun geleceği olduğunu zannediyorum.
Ki bir kere yalnız Kürtler değil, Türkiye’de birçok etnisite var. Mesela
Boşnaklar, Türk değiller, Türkçe konuşmuyorlar ama kendilerini Türkiye’nin bir
parçası sayıyorlar. Bu bizim Osmanlı mirasımızdır.
OSMANLILARIN
MÜSLÜMANLIĞI
·
Osmanlılar Müslümandılar. Samimi, ciddi
Müslümandılar. Müslümanların, Müslüman olmayanlara tanıdığı bir statü vardır.
Osmanlılar fıkıhta yerini bulan o statüyü mümkün olduğu kadar yumuşak tutmaya
çalıştılar. İslam’dan çıkmayacak derecede müsamaha gösterdiler, onlar 2.
sınıftı vs…. Öyle bir şey yok! Şeriatın Müslüman olmayanlar için kabul ettiği statüyü
Osmanlılar benimsediler. Ama yumuşatmaya çalıştılar.
·
Fiilen baktığımız
zaman bir kere Müslüman olan ve olmayanlar arasında çok iyi ilişkiler ve
ortaklıklar vardı. Komşuluklar vardı, aynı çarşı içinde, aynı şirket içinde,
belgelerimizde var bu. Yunanlılar 1821’de bağımsızlık için ayaklandılar, 9 sene
mücadele ettiler, çok kanlı oldu onların ayaklanması, inanılmaz derecede kanlı.
Sonunda bağımsız devlet hâline geldiler ama Greklerin çoğu Türkiye’deydi. Yani,
orada küçük bir gruptu. O kalanlara da Yunan milliyetçiliği aşıladılar. Ve
İmparatorluğun her tarafındaki Yunanlılar hadise çıkarmaya devam ettiler, en
son Kıbrıs’a kadar…
·
Gavura gavur demiyeceksiniz vs… Gavur demiyorlardı ki zaten. İktisat tarihi dolayısıyla, fiilen nasıl yaşadıklarına
dair veriler var, aynı köyün yarısı Müslüman, yarısı Hristiyan. Bunlar
Hristiyandır, bunlar Yahudidir diye yönetim eliti bu diskriminasyona hiçbir
zaman sahip olmadı.
HEM
MÜSLÜMAN HEM KAPİTALİST
·
Kapitalizmi benimsedik ama İslam’ı
tamamen reddetmedik. Hem Müslüman hem kapitalist olmayı başarırsak, o zaman
ciddi bir alternatif olur. Belki rakiplerimizin akıllı olanları bunu gördüğü
için, İslamofobi dedikleri şeyi çıkarıyorlar. Tabii kapitalizmin biraz
ehlileştirilmesini deneyen Avrupa, aynı zamanda hayatiyetini de kaybetmekte.
Müslümanlık kapitalizmi ehlileştireyim derken onu iğdiş etme riski olabilir,
onu bilemiyorum ama İslami değerlerle telif edilirse burada bir hayat ümidi
olabilir bence.
DEVŞİRME
SİSTEMİ
·
Ta 1914’te Osmanlı sona ererken, Osmanlı
sistemini araştırmış ve Kanuni Devrinde Osmanlı Hükûmeti diye yayımlanmış bir
kitabı var. O kitabında devşirme sistemini anlatıyor. Devşirme sisteminde
biliyorsunuz, Hristiyan çocuklarını küçükken alıp onları Müslüman olmaya
zorlamıyorlar ama Müslüman oluyor neticede. Türkçe öL ğretiyorlar, ondan sonra
onları çok iyi eğitiyorlar. O bunu anlatıyor, nasıl eğittiklerini anlatıyor ve
şöyle bir mukayese yapıyor. Başarılı olanları muazzam sıkı eğitimle, başarı
testleriyle yükseltiyorlar, diğerleri de sıradan asker, subay filan oluyor.
OSMANLI/AMERİKA
·
Ve Amerika ile
mukayese ediyor yazar. 1910’larda Amerika fırsatlar ülkesi. Amerika’ya git,
İngilizce öğren ve ne istersen yapabilirsin. İstediğin zenginliği, rütbeyi
kazanabilirsin. Bu mukayeseyi yapıyor, Amerika’da diyor demokrasi insanların
önündeki engelleri kaldırıyor, fırsat eşitliği sağlıyor. Osmanlı sistemi de
bunu yapıyor, yanlız arada çok önemli bir fark var diyor, Amerikan sistemi
fırsat eşitliği yaratıyor ve sizi bırakıyor, kazanabilirsen ne ala,
kazanamazsan sen bilirsin. Osmanlı öyle değil, kulağından tutup gidebileceği
yere kadar bizzat götüren bir sistem, dünya tarihinde böylesine bir
meritokratik sistem görülmemiştir diye ifade ediyor.
·
Yani, Amerika da devşirme sistemini uyguluyor bir yönüyle. Dünya ölçeğinde
yapıyor bunu. Çocuk alıp eğitmiyor. Memleketlere eğittiriyor, onların en
zekilerini alıyor. Kendisi sonra biraz daha üst düzeyde eğitim veriyor. Onların
en parlak olanlarını alıyor, gerisinin de yarısını casus olarak geri
gönderebiliyor.
·
Bosnalılar Müslüman oldular, Osmanlı’ya
katılmak istediler, feth edilmedi oralar, kendileri kabul ettiler. Bir şartla
kabul ederiz dediler; bizden devşirme alacaksınız. Zeki çocukları alıyor, çok
sıkı şartlarda yetiştiriyor, ne kadar yeteneği varsa o kadar yükseltiyordu
Osmanlı. Muazzam imkânlar veriyordu, 20-25 yaşlında vezir yapıyordu. Yönetim
elitine çoğunlukla bu şekilde girdiler. 17. yy’da devşirme bitti tabii
biliyorsunuz, ama ondan sonra da bu devam etti…
BİLGİ SOSYOLOJİSİ
·
Gençliğinizden beri,
bilgi sosyolojisi özellikle ilginizi çekiyor. Toplumsal yapı ile ortaya konan
düşüncenin/felsefenin bir bağlantısı olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bugünkü
toplumsal yapımızın ortaya orjinal bir düşünce koyma şansı var mı? Bu çok zor.
Bunun için toplumda bilgi ile uğraşan
bir grubun oluşması lazım, biz toplumumuzda henüz bilgiyi bir değer olarak
benimsemedik. Baykan’ı bir bilim adamı olarak tek gördüm dedim, ondan sonra da
görmedim. İşi bilgi olan bir grubun oluşması lazım, bu hâlâ yok. Tek tek
var, tek tek çok değerli Türkler var. Ama kolektif olarak bilgi
motivasyonuyla hareket eden bir sosyal grup henüz oluşmuş değil bence, ama
oluşacak, yoksa bu dünyada yaşayamayız.
AVRUPA'DAKİ
TÜRKLER
·
Yeni bir Türk çıkacak Avrupa’dan.
Avrupa’yı siz Anadolu gibi yapacaksınız diye düşünüyorum. Biraz hayali olabilir
ama bugün Anadolu Türkü Orta Asya Türkü gibi değil, başka bir Türktür.
Avrupa’daki Türkler de bizden farklı Türkler olacaktır ama Türk olacaktır yine
de. Bu milletin böyle bir genetik özelliği var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder