29 Aralık 2018 Cumartesi

Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı ülke

Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı ülke

 - Son Güncelleme: 27.12.2018 Perşembe 09:12

Son olarak Prof. Mustafa Öztürk’ün maruz kaldığı linç girişimi bizim bu ülkede şahit olduğumuz ilk örnek değil. Son olmasını diliyoruz yalnızca. Farklı düşüncelere sahip, farklı yorumları benimsemiş olduğu için suç işlemiş kabul edilen ve hatta kafir ilan edilip birilerine hedef gösterilen son aydınımız olsun Mustafa Hoca.
İslam alimlerinin 15 asırdır tartıştıkları bir konuda daha önce defalarca dile getirilmiş bir görüşü üstelik -iki yıl önce yapılmış- akademik bir toplantıda telaffuz ettiği için linç edilmek isteniyor bir ilahiyat profesörü. “Kuran-ı Kerimin manası vahyedilmiştir, lafzı değil” görüşünü savunduğu için “Kuran’ı peygamber uydurdu” dediği ileri sürülerek bilgisiz insanların hedefi yapılmak isteniyor.
Esas itibarıyla İslam’ın ilk asırlarında alimler arasında ihtilaf konusu olan -kelamcıların kısaca “halk’ul Kur’an” meselesi dedikleri- “Kuran mahlûk (sonradan yaratılmış) bir varlık mı yoksa Allah’ın kelamı olması itibarıyla ezeli mi” tartışmasının (ve bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan kelam-ı nefsî-kelam-ı lafzî cedelinin) devamı mahiyetinde akademik bir problem bu.
Prof. Mustafa Öztürk bu çerçevede İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin “Arapça bilmeyenlerin namazda ayetlerin tercümesini okuyabilecekleri” şeklindeki görüşünün ancak lafız-mana ayrımı çerçevesinde zemin bulabileceğini düşünüyor.
***
İslam alimlerinin çoğunluğunun mukaddes kitabımızın hem lafız hem de mana olarak vahyedildiği görüşünde oldukları doğru. Ama diğer görüşü savunanların dinden çıktığını ileri sürüp cezalandırılmasını istemek neyin nesi?
Aklınıza yatsın yatmasın, “görüşlerden bir görüş” olan bir tezin bugün akademik bir ortamda dile getirilmesinden duyulan rahatsızlığı anlamak kolay değil.
Öte yandan, bugünlerde Mustafa Öztürk aleyhinde yürütülen çarpıtma, karalama ve linç kampanyasının başını çekenlerin çoğunlukla tasavvuf erbabından olmasını anlamak da kolay değil.
Bizim geçmişimizde hür tefekkürün ocağı dergahlardı. 16. yüzyıldan itibaren bilimsel/rasyonel zihniyetten uzaklaşıp skolastik karaktere bürünen medreselerimizin yol açtığı boşluğu kısmen de olsa bazı tasavvuf okulları dolduruyordu. Katı ve şekilci din yorumlarını benimseyen kesimlerin hedefinde de bu zümreler vardı. Felsefe zaten çoktan “men tefelsefe fekad tezendeka” (felsefe yapan dinden çıkar) denilerek ortadan kaldırılmış, felsefi düşünüşün yolları kapatılmıştı.
Osmanlı devletinin ekonomik, siyasi ve askeri problemlerle bunalmaya başladığı sırada -sözgelimi Koçi Bey gibi- bürokratlar, aydınlar, alimler yaşanan sıkıntıların sebeplerini anlamaya ve sorunun çözümünü aramaya çalışırken Kadızadeliler diye anılan bazı fıkıhçılar ve bazı cami vaizleri yaşananların tek sebebinin toplumun dinden uzaklaşması ve bidatlerin çoğalması olduğunu savunuyorlardı. Sosyoekonomik problemlerin etkilediği epeyce geniş bir kitlenin desteğini de arkalarına alarak başta sufi çevreleri olmak üzere kendilerinin onaylamadığı düşüncelerin sahipleri üzerinde tam anlamıyla terör estiriyorlardı.
Bu dar kafalı reaksiyoner tutum toplumsal ve politik alanda gerçekleştirilmek istenen yeniliklere gösterilen düşmanlıkla da devam etti. Sözgelimi 1579’da açılan rasathane dört yıl sonra yıktırıldı.
***
İsmâil Ma‘şûkî, Hamza Bali, Beşir Ağa gibi isimler tasavvuf tarihiyle ilgisi olan herkesin kulağına çalınmıştır herhalde. Bunların her biri Hacı Bayrâm-ı Velî’nin yolunu izleyen Melami şeyhleridir ve her biri dinden çıktığı suçlamasıyla idam edilmişlerdir. Keza diğer Melami postnişinlerinden Bünyâmin Ayâşî hapsedilmiş, Hüsâmeddin Ankaravî hapiste vefat etmiştir.
Bu isimlerin hepsi bugünkü tarikatların evliya ansiklopedilerinde “Allah dostu” olarak anılıyor. Ne var ki günümüzdeki yaygın tasavvuf ekollerinin temsilcileri günümüzün alimlerine, ariflerine yönelik karalama ve tekfir kampanyaları yapmaktan geri durmuyorlar. Kim bilir, ileride bir gün bugünün linç mağdurları da “büyüklerimiz” diye anılacakları birtakım listelere girerler.
***
Sadece dinî sahada değil, toplumsal ve siyasi konuların hepsinde farklı görüşlere, bizim benimsediğimiz açıklamalara uymayan yeni fikirlere ihtiyaç var. İnsanlık önüne çıkan problemleri yeni fikirlerle çözer, kendi ürettiği engelleri yine kendi bulacağı çözümlerle aşabilir. Farklı düşüncelere tahammülsüzlük bizatihi düşünmeye tahammülsüzlüktür. Farklı fikirleri olan insanlara hayatı zindan eden toplumlar aslında kendi hayatiyetlerini kaybederler.
Cemil Meriç boş yere feryat etmiyordu… “Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder